Malum, kış ayındayız. Havalar soğuk. Hiç düşündünüz mü; gazın, sobaların ve kaloriferlerin olmadığı zamanlarda atalarımız nasıl ısınıyordu? Acaba şimdikinden daha sert geçen soğuklara nasıl çare buluyorlardı?
Bu yazıda size Selçuklulardan kalma bir ısınma sistemini anlatacağım. Önceki yazımda ekmek yapımı ve yemeklerin pişirilmesinde kullanılan tandırı anlatmıştım. Bu sefer ise ısınmak için kullanılan geleneksel tandırdan bahsedeceğim. Selçuklu döneminde bile kullanılan bu ısınma türü, günümüz Türk dünyasının bazı bölgelerinde hâlâ canlı olarak uygulanmaktadır. Anadolu’nun bazı bölgelerinde 40-50 yıl öncesine kadar yaşatılan bu gelenek maalesef artık unutulmuş durumdadır.
Isınma amaçlı kullanılan tandırla ilgili araştırma yaparken İbrahim Alisinanoğlu adında bir kişinin yazısına denk geldim. Konunun anlatıldığı bu yazıdan da yararlanarak kendi yazımı hazırladım.
Isıtma için kullanılan tandır, özel hazırlanmış mangalda odun yakılarak köz haline getirilirdi. Ardından bu mangal eve getirilip hazırlanan özel bir yere bırakılır ve üzerine yanmaya karşı bir kumaş ile tandır yorganları örtülürdü. Aile bireyleri de mangaldaki közün sıcağıyla ısınan yorganın altına bacaklarını uzatırdı. Böylece tüm aile fertleri ısınırdı.
Eskiden ısıtma tandırı için evin dar bir yerine, toprak üzerine çukur açılırdı. Açılan çukura, içinde köz dolu mangal yerleştirilerek ısınılırdı. Ancak zamanla mangalı koymak için özel sehpalar hazırlanmış ve mangalın sehpaya zarar vermemesi için altına özel teneke kap konulmuş. Bu şekilde yapılan tandıra ise “Halep tandırı” denirmiş.
Ayaklarını tandıra doğru uzatan kişilerin bazen sırtı, “dargöz” denilen duvara yaslanır, bazen de açıkta kalırdı. Bu nedenle ön taraf sıcak, arka taraf soğuk olur ve şöyle bir söz söylenirdi:
“Önümüz darı kavurur, arkamız harman savurur.”
Tandır sadece vücudu değil, gönlü de ısıtan, sosyalleşmeyi artıran mükemmel bir gelenektir. Tandır, her akşam ev halkını, komşuları ve misafirleri bir araya getirir, sohbet ve muhabbete vesile olurdu. Uzun kış geceleri ve özellikle Ramazan ayında, teravihten sahura kadar tandır etrafında atıştırmalıklar yenir, uzun sohbetler yapılırdı. Bu sohbetler bir noktadan sonra bilmecelere, tekerlemelere, fıkralara, masal, destan ve kahramanlık hikâyeleri, Hz. Ali’nin cenklerinin anlatımlarına dönüşürdü. Çoluk çocuk, genç yaşlı herkes tandırın etrafında yorgana bürünerek anlatılanları dinlerdi.
İşte tandır etrafında yapılan bu anlatımlar kültürümüzde “Tandırname” olarak bilinir. Tandır etrafında anlatılan tandırnameler sayesinde yaşlılar, kültür ve değerleri gençlere ve çocuklara aktarırlardı. Bu anlatımların sonu gelmez, devamı ertesi güne bırakılırdı. Böylece herkes bir sonraki günkü tandır buluşmasını heyecanla beklerdi.
Geleneğimizin bir parçası olan tandır ve tandırnameler, uzun zaman önce unutulmuş olsa da onun bereketi ve sıcaklığı yıllar geçse de gönlümüzü ısıtmaya devam etmektedir. Orada anlatılan binlerce yıllık hikayeler tarih süzgecinden süzülerek günümüze ulaşmıştır. Bize düşen görev tandırın sıcaklığında dedelerimiz tarafından bize aktarılan o değerleri biz de yeni kuşaklara ulaştırmaktır. Tandır ve tandırnamelerin sıcaklığının bir ömür boyu hayatınızı ısıtması dileğiyle…