Önceki yazıda konuyla ilgili olarak Güney Azerbaycan’da gerçekleşen “21 Azer Hareketi”nden bahsetmiş, fakat konuya derinlemesine girmemiştim. Bunun sebebi, İran’ın kullandığı takvime göre 21 Azer olarak anılan günün 12 Aralık’a denk gelmesi ve bu yazının da bugün yayımlanmasını istememdir. Peki, nedir “21 Azer Hareketi” ya da 21 Azer’de (12 Aralık) ne olmuştur? Konuyu en başından ele alalım.
1828 yılında imzalanan Türkmençay Anlaşması’yla Azerbaycan’ın ikiye bölündüğünü biliyoruz. Hep Kuzey Azerbaycan’dan bahsettik ama bunun bir de güneyi var. Türk milleti her zaman özgürlüğüne düşkün bir millet olup esareti asla kabul etmemiştir. 1828 yılından itibaren, Türk Kaçar Hanedanı’nın yönettiği Güney Azerbaycan topraklarında, devletin artık Farslaşmaya başladığını ve kendisine hizmet etmediğini anlayan Türkler bu durumdan rahatsız olmaya başladılar.
Hani Nizamülmülk’ün Sultan Melikşah’a bir öğüdü vardır: "Sultanım, Türkmen’e dikkat edesiniz. Devlet yapıcı ve yıkıcı özelliği vardır. Kurduğu devletin kendisine hizmet etmediğini anlarsa, yıkmakta ve yenisini kurmakta tereddüt etmeyecektir."
Bu nasihatte olduğu gibi, artık Türklerin huzursuzluğu başlamıştı. Bunda da haklılardı; zira iş öyle bir noktaya geldi ki Türkçe eğitimden bile yoksun olan Azerbaycan Türkleri, Sultan Abdülhamid Han’dan, Türklerin yaşadığı bölgelerde Türkçe okullar açılmasını rica etmişlerdi.
Bunun yanında bir de Kaçar Devleti üzerinde yabancıların tahakkümü başlayınca, Türklerin ilk büyük itiraz dalgası, Sattarhan önderliğindeki Meşrutiyet Hareketi’nde kendisini gösterdi. Bu bastırıldıktan kısa bir süre sonra ikinci dalga Şeyh Muhammed Hiyabani ile geldi. Fakat bu da bastırıldıktan sonra, 1925 yılında bin yıllık Türk devleti olan İran topraklarında iktidar, darbeyle Pehlevi Hanedanı’na geçti. Zaten zihniyet olarak Farslaşan devlet, artık tam anlamıyla bir Fars devleti haline dönüştürüldü. İşte Türklerin en büyük sıkıntıları da bundan sonra başladı.
Milliyet ve Türklük adına tüm hakları elinden alınan, İran coğrafyasının en büyük milleti, artık buna sessiz kalamazdı. Türkler, fırsat beklemeye koyuldular. Yıllarca Şah zulmünün ve Farslaştırma siyasetinin altında ezilen Türklere bu fırsat, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru geldi.
İkinci Dünya Savaşı sırasında İran, Müttefik kuvvetlerin kafa kafaya geldiği bir yer olacaktı. İran’ı güneyden kuşatan İngiliz ve Amerikan kuvvetlerine karşılık kuzeyden de Sovyetler harekete geçmişti. Bu denklemde Türkler, Şah rejimini destekleyen İngiliz ve Amerikan kuvvetleri karşısında Sovyetlerden destek almaktan başka çareleri olmadığını gördüler. Öyle de yaptılar.
İran Meclisinden dışlandıktan sonra Tebriz’e yönelen Türk vekiller, 1945 yılının Eylül ayında Azerbaycan Demokrat Fırkası’nı kurdular. Partinin başına da Tahran’daki Acer gazetesinin sahibi Seyid Cafer Pişevari getirildi. Azerbaycan’daki bu faaliyetlerden rahatsız olan Batı destekli İran rejimi, Azerbaycan’da bulunan erzak stoklarını Tahran’a taşıyarak yapay bir kıtlık oluşturdu. İş adamları, Azerbaycan’daki yatırımlarını ve paralarını geri çektiler. Kısa zamanda Marağa ve Erdebil gibi büyük şehirlerde olağanüstü hâl ilan edildi. Partiye yakın kişilere karşı suikastlar düzenlenmeye başlandı.
İran tarafından yıllardır uygulanan baskılara itiraz eden halk, bundan sonra artık yavaş yavaş bağımsızlığa doğru adım atmaya başladı. İran, halkı dinlemek yerine, müttefiklerinin de desteğiyle Azerbaycan Türklerine karşı zulüm uygulamaya devam etti. Ancak yapılan baskılar, Azerbaycan halkını sindirmek yerine daha da ayaklandırdı. Bu yüzden Şah rejimi, 18 Kasım 1945 tarihinde Azerbaycan’a askeri operasyon başlattı.
Fakat buna hazırlıklı olan ve kendilerine “Fedai” diyen Azerbaycan gönüllü birlikleri, Şah ordusunu geri püskürttü. Bunun ardından Azerbaycan’ın bölgelerinden gelen üyeler, kurucular meclisini oluşturarak, 21 Azer (Miladi takvimde 12 Aralık) 1945 tarihinde Azerbaycan Milli Hükümeti’nin kurulduğunu ilan ettiler. Bu sebepten dolayı bu olay, “21 Azer Hareketi” olarak tarihe geçti.
İlk etapta Azerbaycan Milli Hükümeti, İran içerisinde özerk bir yapı şeklinde teşkilatlandı. Hükümet üyeleri aşağıdaki isimlerden oluşuyordu:
1) Başbakan: Seyyid Cafer Pişevari
2) İçişleri Bakanı: Salamulla Cavit
3) Halk Orduları Bakanı: Cafer Kavian
4) Tarım Bakanı: Doktor Mehtaş
5) Eğitim Bakanı: Muhammed Biriya
6) Sağlık Bakanı: Doktor Urengi
7) Maliye Bakanı: Gulamrıza İlhamî
8) Adalet Bakanı: Yusuf Ezima
9) Posta-Telgraf Bakanı: Mirza Rebi Kebiri
10) Ticaret ve Ekonomi Bakanı: Rıza Resuli
11) Yüksek Mahkeme Başkanı: Zeynelabidin Kiyami
12) Başsavcı: Firudin İbrahimi
Bundan sonra, yıllardır Şah zulmü ve baskısı altında inleyen Azerbaycan’ın yüzü gülmeye başladı. Yazıyı çok uzatmamak adına yapılan reformları tek tek sayamasam da bazılarına özellikle vurgu yapmak istiyorum.
Her şeyden önce, artık Azerbaycan eyaletlerinin tamamında resmi dil olarak Azerbaycan Türkçesi kabul edildi. Gazeteler, kitaplar, dergiler ve resmi evraklar Türkçe yayımlanmaya başladı. Tebriz’de ilk Türkçe yayın yapan Azerbaycan radyosu faaliyete geçti. Ayrıca Türkçe tiyatro faaliyete başlayıp ve Tebriz’de Azerbaycan Devlet Üniversiteler açıldı.
Şah rejiminde yoksul bırakılan Azerbaycan Türkleri için toprak reformları yapıldı ve sanayi atılımları gerçekleştirildi. İnsanlara iş imkanları sağlandı. Eğitim ve sağlık hizmetleri tamamen ücretsiz hale getirilerek Azerbaycan eyaletlerinin en ücra köylerine kadar ulaştırıldı. Bunun yanı sıra, Azerbaycan Milli Hükümeti, gönüllü birlikleri düzenli ordulara dönüştürecek hamleler yaptı.
Kısacası, Azerbaycan’da eğitimden sanata, askeriyeden sağlığa, kültürden tarım ve sanayiye büyük bir reform ve kalkınma hareketi başladı. Şah rejiminin 20 yılda yapmadığı reform ve faaliyetleri, Azerbaycan Milli Hükümeti bir yılda gerçekleştirdi.
Fakat güzel günlerin ömrü kısa oldu. ABD ve İngiltere ile anlaşan Sovyetler, Azerbaycan’ı yüzüstü bıraktı. Sovyet desteği çekildikten sonra, Amerika ve İngiltere destekli Şah rejimiyle baş başa kalan Azerbaycan Milli Hükümeti’nin kara günleri başlamış oldu.
Yapılan saldırmazlık anlaşmasını çiğneyen İran, Azerbaycan üzerine müttefiklerinin desteğiyle saldırmaya başladı. Kısa sürede, ABD ve İngiltere destekli İran rejimi Tebriz’i ele geçirerek 12 Aralık 1946’da Azerbaycan Milli Hükümeti’nin varlığına son verdi. Bir yılda kazanılanların tamamı, Tebriz meydanında yakılan Türkçe gazete ve kitaplar gibi, yanıp kül oldu.
Hükümet üyelerinin bir kısmı Kuzey Azerbaycan’a geçmeyi başardı. Ancak Başsavcı Firudin İbrahimi gibi bazıları da meydanda asılarak idam edildi.
Kuzey Azerbaycan’a geçmeyi başaran hükümet üyeleri ve askerler, Sovyetlerin karşı çıkmasına rağmen gizli “Fedai” grupları oluşturarak yeniden Azerbaycan’ı kurtarmak için İran’a saldırı düzenlemeyi planladılar. Ancak bunu öğrenen Sovyet yönetimi, Seyid Cafer Pişevari’yi 11 Temmuz 1947’de “Fedai” birliklerini kontrolden geldiği sırada kaza süsü verilen bir trafik kazasıyla ortadan kaldırdı. Bundan sonra hükümetin diğer üyeleri de ömürlerinin geri kalanını sürgün ve hapishanede geçirdiler.
Hükümete yakın olan diğer kişiler ise ömürleri boyunca Sovyet istihbaratının gözetimi altında yaşadılar. Yazıyı, Azerbaycan Milli Hükümeti’nin Eğitim Bakanı Muhammed Biriya’nın şiiriyle noktalamak istiyorum:
Men deyirem yurdumuza kec (kötü) bakanlar yok olsun
Bühtan deyip adımıza şer (iftira) yakanlar yok olsun
Halkımızın yiğitliği düşsun dilden dillere
Amelleri yadigar tek (gibi) kalsın elden ellere
Men deyirem Azerbaycan kahramanlar yurdudur
Şecaatli Settarhanlar, Bağırhanlar yurdudur
Büyük Kacar şahlarını yola salmış bu diyar
Onun her bir karışında ecdadımın hakkı var