Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.
Dilimizi istilâ eden yabancı kelimelerden sık sık yakınıyoruz. Ege’nin bir köyünde, yaşıtım olan sevimli bir hanım cep telefonunu şalvarının cebine atarken mutfaktaki kızına sesleniyor: “Kettle’daki sudan getiriver biraz!” O anda, otuz küsur yıldır Amerika’da hiç kettle kelimesini kullanmadığımı düşünüyorum.
Yabancı kelimelerle kuşatıldık. Fakat iş kelimelerle bitmez! Dünyada, sadece kendi kaynaklarından beslenmiş, başka dillerden kelime almamış, ‘öz’ dil yoktur! Diller arası alış-veriş hep olmuştur, olmaktadır. Mesele, dozu kaçırmamaktadır, ihtiyaç varsa almaktadır ve alınan kelimeyi kendi dilinin ses yapısına, imlâsına uydurmaktadır. ‘Kettle’ kelimesini nasıl yazacağız meselâ? Okunduğu gibi mi? Yani: Ketıl. Yazıldığı gibi mi? Daha da önemlisi bu kelime ihtiyaç mı?
Yalnız kelime alımından da önemli olan ‘kuralları’ alıp almamak meselesidir ve öz kuralları yabancı kurallarla değiştirmek dili hırpalar. Osmanlı Türkçesi’nde hep tenkit edilen, edebî bir moda olarak on yedinci asırda zirveye ulaşan yazı dilinin (özellikle nesirde) anlaşılmazlığının sebebi, Arapça ve Farsça ‘kurallar’la boğulmuş olmasıdır.
Her gün duyduğumuz iki ifade var. İki isim tamlaması. Bu iki ifadede dilimizin kurallarının nasıl hiçe sayıldığının bilmem farkında mısınız? Borsa İstanbul. Kanal İstanbul.
Türkçemizde ‘belirtili isim tamlaması’ vardır, ‘belirtisiz isim tamlaması’ vardır. Tamlamalarda iki unsur bulunur: Tamlayan, tamlanan. Türkçe dil bilgisi kurallarına göre önce tamlayan, sonra tamlanan gelir. Belirtili isim tamlamasında her iki unsur da ek alır. “Kapının kolu.” Eğer “kapı kolu” dersek belirtisiz tamlama olur. Bu örnekte ‘kapı’ tamlayandır, ‘kolu’ tamlanan. Konumuz belirtisiz tamlamaları ilgilendiriyor. Tamlayanın ek almadığı, yalın halde bulunduğu tamlamalar: Okul yolu, baba ocağı, kış havası, yaz gecesi, Amasya elması, İstanbul şehri, Nedim Divânı, Atatürk Bulvarı... Yani biz Türkçe’de “elma Amasya” demeyiz. Yahut “şehir İstanbul” demeyiz. Yahut “Bulvar Atatürk” demeyiz. O halde bu “Borsa İstanbul” neyin nesidir? Niçin İMKB’nin ad değiştirme operasyonu “İstanbul Borsası” şeklinde yapılmadı? “Borsa New York” denmiyor ki! “Borsa Paris, Borsa Londra” denmiyor ki! Nerden çıktı Borsa İstanbul? Bu şekilde daha mı “havalı” bulundu? Bu bence bir dil züppeliğidir. Spikerlerimiz haberlerde sayıyor: Atina borsası, Arjantin borsası, New York borsası... Sonra “Borsa İstanbul...” Yabancı borsaları doğru okuyor, yerli borsaya sıra gelince şaşırıyoruz. Neden “İstanbul Borsası” değil de Borsa İstanbul? Biri bunu söyleyebilir mi?
İkincisi: Kanal İstanbul. Niçin “İstanbul Kanalı” değil? Niçin yine isim tamlaması kuralımız hiçe sayıldı? Süveyş Kanalı’na “Kanal Süveyş” demiyoruz ki? Ya da “Kanal Panama” mı deniyor? Türkçe’ye göre konuşacaksak “İstanbul Kanalı” olmalıdır. “Kanal İstanbul” yapılıp bittiği zaman İstanbul’a ve ülkemize neler katar bilmem ama dilimize şimdiden bir yanlışlık daha kattı.
Türkçe’nin ustalarından Muharrem Ergin hocamızın üniversitede ders kitabı olarak okuduğumuz Türk Dil Bilgisi kitabının 384’üncü sayfasında yazdıklarını bir kere daha okumakta fayda var: “…isim tamlaması üzerinde yapılan feci bir yanlışlığa işaret edelim. Bu yanlışlık belirtisiz isim tamlamasında iyelik ekinin atılması hadisesidir: Mardinkapı, Edirnekapı, Topkapı, Mektep sokak, Ömer Han, Ahmet palas, Orhan tepe, Bulvar saray misallerinde olduğu gibi. Öteden beri bazı yer isimlerinde görülen, son zamanlarda çok artarak semt, mülk, sokak vs. isimlerinde şuursuzca kullanılan bu yanlış şekiller her yerde ve her zaman hemen hemen tamamiyle yabancı tesirlerden doğmuştur. Bunların bazılarında, bilhassa semt isimlerinde kısaltma duygusundan veya baştaki ismi sıfata benzetmekten ileri gelen bir kısaltma, bir yıpranma da yok değildir. Fakat bugün salgın halinde olan ve birinci kelimesi hiç bir sıfatlık vasfı taşımayan bu terkipler tam bir yabancı istilâsı, o istilâyı şuursuzca bir kabuldür. Bunların Türkçe’nin yapısı ile hiçbir ilgileri yoktur ve Türkçe’de böyle bir gelişme olduğunu zannetmek tamamiyle saçmadır. Hele unsurların yerini değiştirmek suretiyle böyle terkipler yapmak bilerek veya bilmeyerek Türkçe’ye ihanet etmek, millî şuurdan nasibi olmamak demektir: Villa Faikoğlu, Kulüp Hasan gibi. Bütün bu çiğ, sakat ve yabancı ağızlı terkipler bugün bilhassa müessese, apartman, köşk, sokak isimlerinde o kadar çok, şuursuz ve gelişigüzel kullanılmaktadır ki Türkçe’yi inciten bu durumun önüne geçmek için artık bir millî kültürü koruma kanunu çıkarmaktan başka çare kalmamıştır.”
Bu kitabın yazıldığı tarih 1972. O vakitten beri hocamızın uyardığı konularda öyle mesafeler kat edildi ki!! O bile böylesine bir bozulmayı, yozlaşmayı tahmin etmemiştir herhalde. “Borsa İstanbul, Kanal İstanbul” ucûbeleri onun işaret ettiği feci yanlışlığa iki örnektir.
Son olarak bir garâbet daha duyduk: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa. İstanbul Üniversitesi’ni ikiye ayırınca bir parçasına bu ismi verdiler. Bunun doğrusu ‘İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi’ değil midir? (Bu da zincirleme isim tamlaması) Önce seçilen isim de buydu zaten, sonra birden tersyüz edildiğini öğrendik. Yine kurallara aykırı bir tamlama. Neden? Bölünmeye karşı olanlara bir çeşit kandırmaca mı? (Sevgili okulumuzun neden ikiye ayrıldığı ayrı konu!)
Sayın Cumhurbaşkanımız yabancı kelimeler konusunda hassasiyetini defalarca söylemiş, halkı uyarmış olmasına rağmen neden “Kanal İstanbul, Borsa İstanbul” der -ve bu ifadeler kamuya kendisi tarafından tanıtıldı- anlamak zordur. Neden PKK, DAEŞ’i Türkçe alfabeye göre söylerken, YPG ve PYD kısaltmalarını İngilizce alfabeye göre (Vay Pi Ci, Pi Vay Di) okur, anlamak zordur. O köylü hanım arkadaşımın kettle demesini anlamaktan daha zordur!