Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Tüm yazıları
...

BALKONLAR

Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.

Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Sosyal medyada bir yazı okudum.

“İnsanlar balkonu anlamadı. Onu salona, yatak ya da oturma odasına dahil ederken metrekare kazandığına sevindi de her evden bir düş odası eksildiğini fark etmedi.”

İsim hanesinde Enes Batur yazıyor. Sosyal medyanın yalan ve yanlışlarına alıştık, cümleler gerçekten şair ve yazar Enis Batur’un mudur, bilmiyorum. Olabilir de, olmayabilir de. Zaten konum o değil.

Güzel bir cümle. Altında harika bir fotoğraf. Zevkle döşenmiş bir balkon ve önünde bakmaya doyulmaz bir yeşil manzara. Rüya gibi… Evet, burası bir düş odası. Bu muhteşem yeri nasıl camla filan kapatarak, yer kazanmak, oda kazanmak uğruna evin içine dahil edebilirsiniz? Fotoğraftaki balkona bakarken yazar haklı, diyoruz. Kendimizi dışarıdan, dışarının bu göz alıcı manzarasından mahrum bırakıp… Dairemizi iki metrekare genişletmek için… Evet, yazar haklı! Şu sedirde oturup şu manzaraya karşı bir bardak çay içmenin keyfi… Ağaçlardan, çiçeklerden gelen hoş kokulu temiz hava… Kuş sesleri…  Baudelaire’in Balkon şiirini hatırlayın, Cahit Sıtkı’nın tercümesiyle. “Ya pembe buğulu akşamlar balkonda geçen…”

Fakat… Kocaman bir fakatımız var burada. Şehirlerimizde bu fotoğraftaki gibi manzaralar bulmak kolay mı? Apartmanlarımız dar sokakların iki tarafına dizilmiş… Pencereler, balkonlar birbirinin içine bakıyor. Bazı sokaklar o kadar dar ki, karşı apartmanın sizinle aynı hizadaki yahut bir alttaki dairesinde masaya konan yemeği görebiliyor, kokusunu alabiliyorsunuz. Pişirdiğiniz poğaçadan bir tabak uzatma imkânınız bile var! Salondaki televizyonda hangi dizi oynuyor, oturun sizin balkondan seyredin! Genç kız iki saattir elindeki telefondan başını kaldırmadı! Annesinin öfkeli bakışlarını görebiliyorsunuz! Hal böyle olunca, sokaklar bu kadar dar, binalar bu kadar iç içe olunca, tanışmadığımız insanlarla bile böylesine içli dışlı olunca kat sakinleri balkonlarını kapattırmayıp da ne yapsın? Hiç değilse yağmurda yaşta çamaşır serilecek bir yer kazanmış olurlar. Evdeki eski eşyalara depo... Elektrik süpürgesi, vileda, leğen, ütü masası, su kovası… Kullanılacakları vakte kadar orada bekletilir; balkonlar düş odası değil, sandık odası kimliği kazanır. Karşı apartmandaki dairenin odalarını bu kadar yakından gören bir balkonda oturup düş kurmaya kalksanız, sizi görenler röntgencilik yaptığınızı düşünürler. Zaten düş için hiç elverişli bir görüntü de yoktur önünüzde! Ne ağaç, ne çiçek, ne yıldız, ne ay…

Kısacası şehirlerimiz bu fotoğraftaki gibi değil! Binanın önü yeşil bir manzaraya yahut denize, göle hiç değilse bir genişliğe, meydana bakmıyorsa balkonda ne yapacaksınız? Küçük şehirlerimizde bile kaç apartmanın balkonundan “pembe buğulu akşamlar” seyredilebiliyor? Şehirlerde güneş nerden, nasıl batıyor?

Şehirlerimiz ferahlığı büyük ölçüde kaybetti. Kat kat betonlar, asfaltlar insanın toprakla, yeşille irtibatını kesti. Mavi ya da yeşil manzaralı bir dairede oturmak bayağı bir ayrıcalık oldu memleketimizde. Hele ayağın toprağa, yeşilliğe bastığı bir ev, bahçede bir ağaç, iki çiçek… ne kadar az insanın ulaşabildiği bir ayrıcalık?!

Amerikan kasabalarının yüz küsur yıllık tarihini fotoğraflarla anlatan, bol fotoğraf, az yazılı kitaplar vardır ve çok şaşırtıcıdır. Bakıyorum bu kasabalar yüzyıldır fazla değişmemiş. Toprak yollar asfaltlanmış, evler aynı model üzere yenilenmiş… Yüz sene önce tek katlı ve iki katlı evlerden oluşan kasaba yine tek katlı ve iki katlı. Evlerin önünde veya yolda atlar, atlı arabalar varken şimdi otomobiller görünüyor, bir de insanların kıyafeti değişmiş. O kitaplardaki binaların çoğunu şimdi de biraz yenilenmiş olarak görüyorum. Bazıları yıkılıp yeniden yapılmış ama aynı üslupta yapılmış. Böyle kitaplar bizde basılsa kasabalarımızın, ilçelerimizin nasıl tanınmayacak hale geldiğini görürüz. (İstisnalarımız mutlaka vardır). Yüzyıl önce mi? Bırakın yüzyıl öncesini, benim doğduğum ilçenin altmışlı, yetmişli yıllardaki halini gösteren fotoğraflara bakıyorum, bugünkü halinden eser yok!

Ve yeni şehirlerimizin alâmet-i fârikası apartmanlardır. Sırt sırta, iç içe, yüz yüze yükselen apartmanlar… Apartmanlara da razı olacağız ama hiç değilse planlı yapılsalar… Sokaklar, kaldırımlar bu kadar dar bırakılmasa da insanlar yürüyebilse… Apartman daireleri bu kadar birbirinin içinde olmasa da insanlar nefes alabilse…

O yüzden günün modası efendim… İsterseniz cam balkon, isterseniz tam balkon… İsterseniz pimapenle… Yani, apartman dairelerinizde dışarıya açılan o güverteyi bir şekilde kapatın. İki saksı, bir süpürge, bir plastik kova, birkaç eski eşya koyun; eğer güneş gören tarafı varsa -eğer varsa!- çamaşırınızı asın, güneş görmeyen tarafına da bir bağ sarımsak asın, olsun bitsin!