Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.
İnsanların eşit olmadığını biliyoruz. Thomas Jefferson 1776’da, Virginia’daki mâlikânesinde kaz tüyü kalemiyle Bağımsızlık Beyannâmesi’nin girişine “Bütün insanlar eşit yaratılmıştır” yazarken de biliyordu bunu. Çünkü mülkünde yüzlerce kölesi vardı. Tarih boyunca insanlar arasında eşitlik sağlanmamıştır. Daha doğru bir ifadeyle, bütün insanların eşit olabileceği düşünülmemiştir, zaten de değildir! Yalnız, modern toplumların bir üstünlüğü şudur ki herkes hür doğar. Çünkü yakın çağlara kadar “hür doğmamak” da vardı. Kölenin çocuğu köle sayılıyordu. İnsanlık asırların acılarından, zulümlerinden sonra hiç değilse bunu başardı. Artık her çocuk hür doğuyor. Bu noktada eşitlik sağlandı. Yani çocuk doğduğundan itibaren bir başkasının malı, mülkü sayılmıyor. Evet, kimi yoksulluk içinde doğuyor, kimi bolluk içinde doğuyor, kimi borçlu doğuyor, kimi alacaklı… Kimi bombardımanlarla harâbeye dönmüş şehirlerin elektriği suyu kesilmiş perişan hastanelerinde doğuyor; kimi güvenliğinden endişe edilmeyen aydınlık şehirlerde, yeşillikler ortasındaki konforlu hastanelerde doğuyor. 1993 yılında National Geographic dergisindeki uzun bir araştırma yazısını ve fotoğrafları hiç unutamam. Ayrı sayfalarda iki çocuk fotoğrafı vardı. Biri Londra’nın temiz, güvenli bir sokağında kırmızı bisikletine binmiş, spor ayakkabıları ayağında on yaşlarında bir çocuk… Diğeri Kandahar’ın barut kokusu hissedilen, tozlu, taşlı bir arsasında, terk edilmiş bir tankın namlusu üzerine, tahterevalliye oturmuş gibi oturan, gülümsemeye çalışan -ötekisiyle aynı yaşlarda- yalınayak yedi çocuk… Eşitlik mi arıyorsunuz hâlâ? Bu iki fotoğraftaki çocuklar büyüdüklerinde eşit fertler olarak mı yerlerini alacak toplumda? “Eşitlikten kastedilen fırsat eşitliğidir” mi dediniz? Hayır, o da yoktur.
Ayrıca işin bir başka boyutu, biyolojik boyutu da vardır: İnsanların kimi sağlam doğuyor, kimi sakat, hastalıklı doğuyor, kimi daha güzel, kimi daha çirkin doğuyor. Herkes farklı karakterlerle, kabiliyetlerle, kabiliyetsizliklerle doğuyor. Fakat hepsi, bütün insanlar bugün artık, en azından kâğıt üzerinde hürdür. Kimseye “köle sertifikası” verilmez. Bunun dışında dünyada eşitlik aramak boşuna uğraşmaktır.
Fakat… Bir tek yerde eşitlik aranır. Bir tek yerde eşitlik olmalıdır. Bir tek yer vardır ki orada eşitlik olmazsa toplum büyük bir yozlaşma içinde demektir. Orası mahkeme salonudur, hâkimin karşısıdır. Hukuk kurallarının işlediği yer. Hâkimin önüne getirilen kişi kim olursa olsun, sıfatı ne olursa olsun, hukuk önünde eşit muamele görmelidir. Kanunlar adamına göre uygulanamaz. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” efelenmesinin geçerli olmayacağı yerdir mahkeme. Mahkeme salonundaki, hukuk önündeki eşitliğe “adalet” diyoruz. Adaletin yerini bulması, diyoruz.
Meselâ, birkaç gün önce Adalet Bakanımız "Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Sıfatı ne olursa olsun kim suç işlemişse kanun karşısında eşittir” dedi. Yüreğimize su serpti.
Kanun karşısında eşit olmak.
Hani hep anlatılır. Fatih Sultan Mehmet’le Rum mîmarın davası. Kadı, Fatih’i suçlu bulur, kısas olarak padişahın elinin kesilmesine hükmeder. Hıristiyan mîmar bu muhteşem adalet karşısında şaşakalır…
Haberlerde duyuyorsunuz. ABD yargısı eski Başkan Donald Trump’ı yargılıyor. Dâvâ devam etmekte. Trump mahkemeye celp ediliyor ve mahkeme salonunda savunma veriyor. Trump’ı bilirsiniz, patavatsız, ağzı kalabalık, ağzı bozuk, seçimler de yakın… Geçenlerde hâkimin sabrı taştı, Trump’ın avukatına sert çıktı: “Müvekkilinizin davranışlarını kontrol altına alın. Burası siyaset yapılacak yer değil!”
Trump yargılanıyor ve bir hâkim bunu diyebiliyor!
Şimdiki Başkan Biden’ın oğlu da mahkemelik. Ağır cezada. Adam öldürmedi ama vergi kaçakçılığı, yalan beyan, belgede sahtecilik… On yedi yıl hapis isteğiyle yargılanıyor. Başkanın oğlu!
Düşünebiliyor musunuz? Çatır çatır yargılanıyorlar! Sıradan bir Amerikan vatandaşı gibi. Tek fark, sıradan Amerikan vatandaşının yargılanması böyle medya organlarında haber olmaz. Suçlular, sıfatı “büyük” insanlar olunca halk da oturumları merakla takip ediyor.
Adalet Bakanımız bizim de yüreğimize su serpti! “Sıfatı ne olursa olsun kim suç işlemişse…”
İnandık.
Dünyada eşitlik yoktur. Beklenmez de. Eşit olmayı bekleyeceğimiz yegâne yer mahkeme salonlarıdır. Hukuk önünde kimse malına, mülküne, makamına, adına, sanına, işine, eşine, babasına, dayısına… göre muâmele göremez. Adalet Bakanımız da öyle söyledi: “Sıfatı ne olursa olsun…”
Peki, ölümle sonuçlanan trafik kazası yapan Somali Cumhurbaşkanının oğlu niçin ve nasıl kaçtı? İfadesi alındıktan sonra salıverildi ve kaçtı!
Somali Cumhurbaşkanının oğluyla hayatını kaybeden vatandaşımız eşit şartlarda yaşamıyorlardı bu dünyada. Buna bir diyeceğimiz yok! Ama hukuk önünde eşit olmalıydılar. Kanun karşısında. Biri can verdi, öteki buna sebep oldu. Bu suçun davası görülmeli ve cezasını, her ne ise çekmeliydi, adalet yerini bulmalıydı. Ama salıverildi ve kaçtı! Hâkimin önüne, eşitlik beklediğimiz o tek yere çıkmadan kaçtı!
Ne olacak şimdi?
İnsanın aklına şu can yakıcı sorunun gelmemesi mümkün mü? “Sürücü Somali Cumhurbaşkanının oğlu olmasaydı?...”
Ama Adalet Bakanımız “Sıfatı ne olursa olsun…” demişti. İnanmıştık. Şimdi bu can yakıcı sorudan bizi kurtaracak inandırıcı bir cevap vererek, o acılı ailenin yüreğine, yüreğimize bir kere daha su serpmesini beklemek hakkımızdır.
Cevap yoksa… Fatih’in Hıristiyan mîmarla olan davasını, kadının hükmünü bir daha asla, asla ağzınıza almayın!