Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.
“Bizim gazeteler pek ileri varıyorlar. İngilizlere, Fransızlara, Ruslara atıp tutuyorlar. Hain, alçak, namussuz gibi tabirler kullanıyorlar. Bu gibi sözler yakışmaz. Hem muzır, hem de edebe mugâyir. Kin ve garazı teşvikten ne çıkar? Yarın yüz yüze bakılacak...”
Bu sözler İkinci Abdülhamid’e ait. 1915 yılında söylemiş. Tahttan indirildikten sonra ölümüne kadar özel doktorluğunu yapan Âtıf Hüseyin Bey’in günlüklerinden. Bu hatırat sadeleştirilerek iki defa basılmış. Ben Erhan Afyoncu’nun Yakın Tarih Dersleri kitabını okuyunca haberdar oldum.(s:119-123)
İkinci Abdülhamid’i dillerinden düşürmeyenler hünkârın tavrına dikkat etmelidir. Kuyumuzu kazmakta olan yabancı devletler hakkında bile bir nezaket dairesinde düşünüyor. Onlar hakkında hain, alçak, korkak, namussuz gibi tabirler kullanılmasını doğru bulmuyor. Edebsizliktir diyor, zarar verir diyor, yüz yüze bakılacak diyor. TRT’nin dizisinde huzuruna çıkan İngiliz elçisini padişaha tokatlatmıştık! Böyle düşünen bir padişaha! “Kızıl Sultan” ile “Ulu Hakan” cephelerinde karargâh kurup, orta yolu bir türlü bulamamanın sonucu.
Biz de bir “Neredeeen nereye?” çeksek mi?
Artık yabancı devletlere, yabancı devlet adamlarına kürsülerde esip gürlenmesine de, siyaset arenasındaki rakiplerin birbirlerine kükremesine de alıştık; fakat devlet büyüklerimiz millete de ağır tabirlerle hitap eder oldular. “Hain, alçak, korkak, namussuz, namert, mankafa”ya ilâveten yarım porsiyon aydın, anketçi müsveddesi, soytarı, sürtük, çürük…
Bu ifadeler hünkârın diliyle “hem muzır, hem de edebe mugâyır” değil mi? Kulaklarımız rahatsız, gönlümüz incinmekte. Halkına bu tip kelimeleri yakıştıran siyasetçilere “devlet büyüğü” demek biraz zor geliyor insana.
Başımızdakiler mi desek?
Seçim sath-ı mâiline girdiğimiz bu dönemde başımızdakilerin dilleri giderek daha da bozulacak gibi.
Siyasetin dili her ülkede sert olur. Rakipler birbirine verip veriştirir. Tabî bu verip veriştirmeleri zekice, ustaca yapanlar vardır, kaba ve hoyratça yapanlar vardır. (Rahmetli Nejat Muallimoğlu’nun Politikada Nükte kitabını politikacı danışmanlarına, prompter yazarlarına tavsiye ederim). Meselâ, yenilerden bir örnek: Trump kaba ve hoyrat konuşan, ağzının ayarı bozuk bir politikacı idi; fakat son seçim kampanyasında Joe Biden’dan bahsederken “Sleepy Joe” derdi. Bu bence zekice bir buluştur. Amerika’da “Sloopy Joe” denen kıymalı bir sandöviç vardır. Sloopy Joe- Sleepy Joe. Sloopy özensiz, baştan savma, ıslak, pasaklı gibi anlamlara gelir. Sleepy ise uykulu, miskin, uyuşuk, yorgun demektir. Sleepy Joe, Biden’in yaşına, zaman zaman “nükseden” dalgınlığına, ağır ve sarsak hareketlerine kafiyeli bir gönderme idi.
Bu ağır dilin -hem de hiç zekice olmayan, kaba, hoyrat, hakaretli, öfkeli dilin- halka yönelmesi pek rastlanılan bir durum değildir ve düşündürücüdür. O isimlerin o makamlara gelmesini sağlayan halktır çünkü. Halkın kalbini kırmak tepesini attırır!
Siyasette rakiplerin birbirlerine en ağır hakaretleri edip sonra el sıkıştıklarını, sarılıp öpüştüklerini hayretle görüyoruz. Birbirlerine ettikleri o yenilir yutulur olmayan sözleri unutmuş görünüyorlar, nasıl oluyorsa hazmediyorlar, hazım sistemleri sade vatandaştan daha geniş; çünkü yeni şartlar, yeni menfaatler öyle gerektiriyor. Bu konuda belki en doğru sözü Süleyman Demirel söylemiş: “Siyasette dün dündür, bugün bugündür.” Fakat halkın kendisine yöneltilen hakaretleri hazmetmesi, sindirmesi, sineye çekmesi, “dün dündür, bugün bugündür” demesi öyle kolay olmaz!
Sonuçta bu ülkede yüz yüze bakılacağını unutmamak lâzım! Siyasette rakiplerin birkaç çeşit yüzü var. Bir onunla bakarlar, bir bununla ama milletin öyle çeşit çeşit yüzü yoktur.