Senan Kazımoğlu

Tüm yazıları
...

NE EKTİK Kİ NE BİÇELİM: KIBRIS VE TÜRK DÜNYASI

Senan Kazımoğlu

Birkaç gündür Türkiye ve Türk Dünyasında en çok konuşulan konu, hiç şüphesiz Kıbrıs meselesidir. Daha doğrusu, Türkistan devletlerinin Avrupa Birliği ile yaptıkları ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye aleyhine olan anlaşmaya imza atmış olmaları konusudur.

Doğal olarak bu durum, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne destek veren Azerbaycan toplumunda şaşkınlıkla karşılanmış; hatta bazıları Türkistan devletlerini ihanetle suçlamıştır. Bu gelişme, bazı pusuda bekleyen şer odaklarını da harekete geçirmiş olacak ki, olayı bahane ederek Türklüğe, Türk dünyasına, Türk birliğine ve Turan mefkûresine olan kinlerini kusmuşlardır.

Konuyla ilgili daha önce iki yazı kaleme almıştım. Ancak hâlâ çok sayıda soru gelmeye devam ettiği için bu yazıyı da yazma gereği duydum. O halde gelin, konuyu en baştan ele alalım.

Bugün Türkiye dışındaki Türk devletleri; önce Çarlık Rusya, ardından Sovyetler Birliği tarafından ağır bir beyin yıkama operasyonuna maruz bırakılmışlardır. Hafızaları, fikirleri, tarihleri, mefkûreleri âdeta yerle bir edilmiştir. Buna rağmen ellerinde kalanlarla yeniden devletleşme sürecine girmişlerdir.

Günümüz Türk devletleri henüz 34 yıllık genç devletlerdir. Birçok şeyleri henüz yerli yerine oturmamıştır. Üstelik bulundukları bölgeler, dünya güçlerinin karşı karşıya geldiği çok çetin coğrafyalardır. Daha kendilerine bile tam gelememişken bir yanda dünya liderliğini kaptırmak istemeyen Amerika Birleşik Devletleri, diğer yanda yıllarca bu halkları sömüren Rusya, öte yanda yükselen Çin ve elbette Avrupa Birliği... Herkes bölgeden pay kapmaya çalışıyor. Böyle bir ortamda Türk devletleri, doğal olarak kendilerini güvence altına alma refleksiyle hareket ediyorlar.

Durum böyleyken, bu devletlerin kendilerine en yakın bildikleri ülke elbette Türkiye Cumhuriyeti’dir. Ancak bağımsızlıklarının 34. yılında hâlâ Türkiye aleyhine kararlar alıyorlarsa, kusura bakmayalım ama burada Türkiye’nin de ciddi sorumluluğu vardır.

Gerçekten geriye dönüp soralım: Türkiye, bu bölgelere Türklük, Türkçülük ve Turan mefkûresi adına ne götürdü? Türkiye, bu ülkelerde fikir temelli hangi projeleri hayata geçirdi? FETÖ’yü bile zamanında bu ülkelerin başına biz bela etmedik mi? Bu ülkeler, FETÖ’nün Türkiye’den geldiğini bildikleri için başlangıçta onlara kapılarını açtılar. Ancak iş işten geçtikten sonra FETÖ ile mücadele etmelerini talep ettik.

Bunun dışında Türkiye, bu ülkelere inşaat şirketleri ve Türk aile yapısını dinamitleyen diziler dışında ne götürdü? 30 yılda ne verdik ki, şimdi ne bekliyoruz? Elbette istisnalar vardır. Fakat bunlar büyük resme baktığımız zaman deryada damla bile değildir.

Kıbrıs özelinden bakacak olursak da, Türkiye, bu devletlere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ne zaman tanıttı? Ne zaman Kıbrıs davasının propagandasını yaptı da bugün bu karara tepki gösteriyoruz?

Bırakın Türk cumhuriyetlerini, acaba biz 1974’ten beri Kıbrıs Türküne bu davayı gerçekten anlatabildik mi? Daha birkaç gün önce Rum kesimi EOKA’nın kuruluş yıldönümünü kutlarken, bir Kıbrıslı Türk kızı Türkiye aleyhine düzenlenen bir mitingde “İşgalci Türkiye Kıbrıs’tan defol” yazılı pankart taşıyordu.

Biz daha Kıbrıs Türküne bile bu davayı anlatamamışız, hâl böyleyken Türk dünyasından bunu nasıl bekleyebiliriz?

Ben Türk dünyasından gelen bir Türk olarak söylüyorum: Bu ülkelerde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanıtılması adına otuz dört yılda halk düzeyinde yapılmış tek bir program, konferans, film, belgesel ya da kültürel etkinlik yok. Hal böyleyken Türkistan Türkleri, Kıbrıs’ı nereden bilecek? İlham mı gelmesi gerek, yoksa havayı mı koklamaları lazım? Ne ekersen, onu biçersin. Kıbrıs davası adına hiçbir şey ekilmediyse, biçilecek bir şey de yoktur.

Bu yaşananların bizi bu kadar derinden üzmesinin bir diğer sebebi de Türk Devletler Teşkilatı toplantılarının iç siyasete malzeme edilmesi ve her toplantıdan sonra "Turan’ı kurduk" havası oluşturulmasıdır. O ulvî duygular siyasî çıkarlar uğruna istismar edilmiştir. Sonuç ise hepimizin ortadadır.

Bundan sonra yapılacak olan bellidir: Bilinçli bir Türk olarak, milletimizin davasına, mefkûresine, millî ve manevî değerlerine sımsıkı sarılmalı; önce kendimiz öğrenmeli, ardından da bu birikimi kardeşlerimizle paylaşmalıyız.

Yoksa oraya buraya “hain” demekle bir yere varamayız. Bugün mesele Kıbrıs olur, yarın başka bir konu çıkar. Ama hepsinin temelinde yatan tek sorun mefkûresizliktir.

Mefkûrenin çaresi ise okumak, öğrenmek, öğrendiğini yaşamak ve yaşadığını anlatmaktır.

Haydi, Bismillah.