Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.
Güvenmek ne güzel bir duygudur? Her şeyden önce Allah’a güveniriz, onu bir yana koyalım.
İnsanın kendine güvenmesi. İnsanların birbirine güvenmesi. Eşlerin birbirine, ana-babaların evlâtlarına, evlâtların ana-babalarına, komşunun komşuya güvenmesi. Memurun âmirine, âmirin memuruna… Müşterinin esnafa… Vatandaşın devlete…
Herkes birbirine güvenirse ve kimse bu güveni suistimal etmezse, güvendiğimiz dağlara kar yağmazsa dünyada yaşamak ne kolay olur?
Nedir bu güvenmek?
Karşınızdaki insanın veya kurumun doğru söylediğinden, sizi aldatmadığından, kandırmadığından emin olmak. Kendinizi o insana veya kuruma emanet edebilme hissi. Ben böyle anlıyorum.
Güven duygusu insan ilişkilerinin temelini oluşturur. Toplumu ayakta tutan her şeyden önce budur. Bir toplumda güven duygusu kaybolduğunda, güvensizlik yaygın hale geldiğinde o toplumda dirlik, düzen, huzur, bereket aramayın. Bu güven duygusu çok küçük meselelerden çok ciddî meselelere kadar uzar ve hepsi de insan üzerinde aynı etkiyi yapar. Esnafın sözüne güvenip güvenmemek ile devlet adamının sözüne güvenip güvenmemek insan ruhu üzerinde aynı yıpratıcı yahut onarıcı etkiyi bırakır. Bırakıyor!
“Tatlılarımızda mısır şurubu kullanmıyoruz.” diyen pastaneye güvenmek istiyoruz.
“Yumurtalar organik mi?” sorusuna verilen cevaba güvenmek istiyoruz.
“Bir saat sonra gelirim.” diyen ustanın sözüne güvenmek istiyoruz.
Polise işimiz düştüğünde derdimizin dinleneceğine, kötü muamele görmeyeceğimize güvenmek istiyoruz.
Mahkemeye işimiz düştüğünde hakkımızın yenmeyeceğine, adaletin tecelli edeceğine güvenmek istiyoruz.
Gazetelerin yazdığına güvenmek istiyoruz. Televizyonların dediğine güvenmek istiyoruz. Hatta sosyal medyaya bile güvenmek, güvenebilmek ne iyi olurdu?
Market raflarındaki kutuların ‘içindekiler’ hânesinde yazanlara güvenmek istiyoruz.
Bir yardım derneğine bir bağış yaptığımızda verdiğimiz paranın ‘yerine’ gideceğine güvenmek istiyoruz.
Devlet adamlarımız şu şudur, bu budur dediğinde güvenmek istiyoruz.
Güven duygusu zedelenirse maalesef ki tamiri kolay olmuyor.
Fertlerin ahlâk yapısının, (bu ahlâk yapısında Allah inancı büyük rol oynar) doğuracağı böyle bir güven ortamı idealdir. Ama aynı zamanda ütopyadır. O kadar mükemmel bir toplum tarihin hiçbir devrinde, hiçbir ülkede olmamış. O zaman iş devlete düşmektedir. Sağlıklı bir toplum için elzem olan güven duygusunu fertler kendiliklerinden, kendi üstün hasletleriyle, ahlâk anlayışlarıyla tesis edemediklerine göre, devlet işe karışmak zorundadır. Devlet, bağlı olduğu hukuk sistemiyle vatandaşlar arasında güven sağlar: Kuralları koyar ve denetler. Bir saat sonra gelirim deyip gelmeyen ustaya sözü geçmez belki ama “Mısır şurubu kullanmıyoruz” diyen pastaneleri doğru söyleyip söylemedikleri konusunda denetleyebilir. “Ekmeğimizde yasaklı katkı maddesi yoktur” diyen fırınların doğru söyleyip söylemediğini denetleyebilir. Market raflarında dizili, müşterilere sunulmuş kutuların üzerinde yazanların doğru olup olmadığını denetleyebilir. Sonuçları ilân eder ve biz o sonuçlara güveniriz. Deriz ki, bu mallar kontrol edilmiştir, bilgilerin doğruluğu tasdik edilmiştir! Devletimiz bu bilgilere kefil olmuştur. Gönül rahatlığıyla satın alırız. Devletin ‘kanunları’ işlettiğine güveniriz. Yanlış yapanın cezalandırılacağına güveniriz. Bizi kandıranların yanına kâr kalmayacağına güveniriz. Devletten emin oluruz.
Yol, sonunda devlete güvenmeye çıkıyor. Devlet vatandaşın güvenini kazanmak zorundadır. Kazandığı güveni kötüye kullanmamak zorundadır.
Bir de siyasete güven var! Orada işler karışıktır. Çünkü siyaset herkesin kendi penceresinden baktığı bir top sahası. Herkes kendi partisinin gözlüğünü takar. Fertler partizanca tutumdan, adaletli, hakkaniyetli, objektif tavra kolay kolay yükselemez. Yani çoğu insan tuttuğu partiye, sadece o partinin sözlerine güvenir. Sorgusuz sualsiz… Çoğu siyasîler de bugün ak dediklerine yarın kara, bugün kara dediklerine yarın ak derken, sorgusuz sualsiz kendilerine güvenen kitlenin alkışlarına yaslanır.
Bu konuda yapacak fazla bir şey yok! Doğru eğitim bu konuda insanlara bir olgunluk verse de siyasete güven konusunda anlaşmak zordur.
Ama kamu kurumları, cümle yargı organları, Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi… bunlar devlettir. Bunların aldığı kararlar hukuk dairesindedir ve güvenilmelidir. Güvenilmiyorsa tutunacak dalımız kalmamış demektir.
YSK da devlettir. Eğer YSK’nın aldığı bir karara güvenilmiyorsa YSK’nın S’si siyaset olmuş demektir.
Velhasıl güvenmek istiyorum: Tatlılarımızda mısır şurubu kullanmıyoruz diyen pastacıya, bunlar gezen tavuk yumurtası diyen pazarcıya, her ayın 5’inde kiramı öderim diyen kiracıya, saat on bir ile on bir buçuk arası gelirim diyen muslukçuya… 31 Mart seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı sonuçları, iki aday arasında ‘tam tersi’ çıksa idi, yine bu süreci yaşayacağımıza, yine mazbatanın 17 gün sonra verileceğine, yine “Durun hele, bu sandık kurullarının oluşumunda kanunsuzluk var!” denileceğine, seçimlerin tekrarı kararı alınacağına…