Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.
Çalmak ne bereketli bir kelimedir?
Ben, dilimizin yardımcı fiillerle yapılan deyimlerine bayılırım. Türkçe’nin zenginliği, inceliği, zekâsı, ruhu o deyimlerde gibi gelir bana.
Çalmak bunlardan biri. Yalnız başına yüklendiği anlamların yanı sıra başka kelimelerle bir araya gelip kendini ne kadar genişletir, derinleştirir, zenginleştirir?
Çalmak deyince aklınıza önce ne gelir?
Bu aralar Sayın Binali Yıldırım geliyor olabilir amma…
Evet, çalmak fiilinin ilk akla gelen anlamı birşeyi gizlice aşırmak, hırsızlık etmek demektir. Hatta ‘çalıp çırpmak’ vardır. Anlamı ziyadeleşmiş… Lâkin bu ‘hırsızlık’ da çeşit çeşittir. Sadece suç teşkil eden, cezaî müeyyidesi olan ‘hırsızlık yapmak’ değildir. Mânânın mecazı da vardır, ‘bir başka çeşit’ alıp götürmek… Meselâ, felekten bir gece çalmak. Meselâ gönlünü, kalbini çalmak. Meselâ zamanını çalmak. Bir de Şeyh Galib’in dediği vardır:
Esrârını Mesnevî'den aldım,
Çaldımsa da mîrî malı çaldım,
Fehmetmeğe sen de himmet eyle,
Ol gevheri bul da sirkat eyle.
Devlet malı çalmak en büyük suç ve günah, çünkü kul hakkıdır amma, çalan Şeyh Galib, çalınan Mevlâna’nın Mesnevîsi olunca iş değişiyor! Zaten Divan şiirinin son büyük ustası Şeyh Galib’in söz ettiği, günümüzde yüz karası örneklerini duyduğumuz ‘intihal’ değil, Mevlâna’ya olan hayranlığının, sevgisinin zarif bir ifadesidir.
Fiilin, hırsızlık anlamının ardından akla gelen ikinci anlamı bir aletin ses çıkarması, ses vermesi: “Telefon çaldı.” “Zil çaldı.” Sonra bir müzik aletinden ses çıkarmak, bir müzik eserini seslendirmek, icra etmek. Ne kadar ilginç değil mi? Öncekiyle hiç ilgisi olmayan bir mânâ. Radyo çalmak, keman çalmak, piyano çalmak, davul çalmak, bayram havaları çalmak. Selâhaddin Pınar’ın bestesi ne diyordu:
Hayâl deryâsına ben bâzı bâzı
Dalmasam bir türlü dalsam bir türlü
Derdime âşina olan bu sazı
Çalmasam bir türlü çalsam bir türlü
Ya Torosların gönül ehli şairi:
Karacoğlan der ki: Belim büküldü,
Ağzımın içinde dişim döküldü,
Nuh Nebî'nin haddesinden çekildi,
Saz çalmayan tel kadrini ne bilir?
Yahya Kemal Itrî’yi anarken:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmeyen bir ummanda.
Çalmak fiilinin benzemek, andırmak anlamı vardır, bu da ilginçtir: ‘Kırmızıya çalıyor.’ ‘Dili Karadeniz ağzına çalıyor.’
Çalmak fiilinin bozmak, zarar vermek, vurmak, çarpmak, darbe indirmek anlamları da ilginçtir. Türkümüze bakın:
Hasan kalesinde yedim yoğurdu,
Süngü çala çala kolum yoruldu.
Bu bereketli filimizin sürmek, katmak, karıştırmak anlamları da vardır:
Pir Sultan Abdal'ım deftere yazar,
Hilebaz yar ile olur mu pazar,
Bir merhem çalmazsa yaralar azar,
Seversen Ali'yi değme yarama.
Ardından gelsin deyimler… Ayrı telden çalmak, her telden çalmak, ıslık çalmak, yoğurt çalmak, tefe koyup çalmak, yere çalmak… Sivaslı halk şairi Âşıt İsmeti’ye kulak verelim:
Sen olmasan kocamazdım,
Ayna çalam, seni yere.
Yaşım kaçtır, seçemezdim,
Ayna çalam, seni yere.
Tasavvuf şairi Nesimî’yi anlamak kolay değildir:
Ben melâmet hırkasını
Kendim giydim eğnime.
Âr u namus şişesini
Taşa çaldım kime ne?
Bozuk çalmak, alnına kara çalmak, çene çalmak, suratına çalmak, etekleri zil çalmak, karnı zil çalmak, ardından teneke çalmak, ağzına bir parça bal çalmak, kılıç çalmak, galebe çalmak, kapıyı çalmak, yanlış kapıyı çalmak…
Kazancı Bedih’i dinlememek olur mu?
Kapıyı çalan kimdir,
Aç bakim gelen kimdir,
Yaram derine düştü,
Belki gelen hekimdir.
Atasözlerimiz de boldur: Acı patlıcanı kırağı çalmaz… Parayı veren düdüğü çalar… Davul bile dengi dengine çalar… Minareyi çalan kılıfını hazırlar. (bazen hazırlayamaz!)
Daha vardır da ‘çalakalem’ akla gelenler bunlar.
Yani efendim, zannetmeyiniz ki ‘çalmak’ deyince sadece Sayın Binalı Yıldırım aklımıza gelecektir! Bu güzelim deyimleri kullanın, unutmayın, yeni nesle öğretin!