Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Tüm yazıları
...

ARMUDUN SAPI, ÜZÜMÜN ÇÖPÜ

Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.

Ayşe Göktürk Tunceroğlu

Armudun sapının itibar durumunu bilmiyorum ama kiraz sapı son yıllarda pek bir kıymet kazandı. Renkli, alımlı kutulara girdi, kırk derde deva dendi. Çayını yapıp içeceksiniz. Üzümün çekirdeği de öyle, yağı da var tozu da var. Ona da sayın kırk türlü deva! Armudun, ayvanın, elmanın çekirdeğinin henüz kutulara, şişelere girdiğini görmedim ama özellikle kadınlar arasında tarifler alınıp veriliyor. “Şekerim, kaynatıp içersen bin bir derde devadır. Hem de cildi güzelleştiriyor.” Bir de bamya tohumu var, o da şişeye, pakete girdi. Resmen satılıyor ki tarafımdan da denenmiştir! Diz eklemlerine iyi geliyor diye duydum. Bilmem ki geliyor mu?

Dünya savaşları yıllarındaki yoksulluğu anlatırken “süpürge tohumundan ekmek” yapıldığı söylenir hep. Okumuşuzdur, dinlemişizdir. “Halkı yokluğa sürükleyen iktidar, vatandaşa süpürge tohumu yedirdi!” Devlet Bahçeli ne demişti: “Ekmek yerine süpürge tohumu yediğimiz, kavrulup öğüttükten sonra kaynatılan nohutu kahve niyetine içtiğimiz dönemler olmuştur.”

Süpürge otu, süpürge darısı (heather ve sorgum) … Süpürge onlardan yapılır ama ot süpürgeler artık gözden düştü. Fakat bu bitkiler hayvan yemi olarak ülkemizde hatırı sayılır miktarda üretilmekte.

Yoksul ülkelerin beslenmesinde hem insanlarının hem hayvanlarının beslenmesinde asırlardır büyük yer tutmuş olan süpürge otları ve darıları şimdi zengin ülkelerin yemek listelerine girdi. O süpürge tohumu aklandı, paklandı, şık ambalajlar içinde iyi marketlerin kaliteli ve sağlıklı ürünlere ayrılmış raflarında arz-ı endâm ediyor! Ukrayna-Rusya savaşı yüzünden buğday fiyatları ve dolayısıyla ekmek fiyatları iyice artarsa yeniden mutfak gündemimize gelebilir. Belki de dönüm dönüm “sofralık süpürge otu” ekmeye başlar çiftçilerimiz. Ayrıca çayı da var, balı da var. Kırk dert de onlara sayın!

Nohuttan kahveyi bilmem nasıl olur ama nohut unu da son yılların gözde unlarından. Glutensiz! Nohut unuyla her türlü hamur işi yapılıyor. Tavsiye ederim!

Devir değişti. Birinci Dünya Savaşı yıllarında şeker kıtlığı vardı, şekeri herkes bulamazdı. Bulamayanlar çayın yanında kuru üzüm çiğnerdi. Mehmet Âkif, o yıllarda yazdığı Safahat’ın “Âsım” kitabında vaziyeti tasvir eder:

***

-Hele ya Rabbi şükür, çay da nihayet geldi.
-Şeker istersen eğer bulduralı
m?
– Dört yüz mü?
– Aldığım yok, yaşasın İzmir’in âlâ üzümü;
Hem ucuz hem daha lezzetli.
– Çekirdeksiz de.
– Buyurun.
– Baş
la canım, var mı merasim bizde?
– Hocam, evvelce üzüm çiğnenecek, üstüne ç
ay;
İçelim aşkına rindân-ı Huda’nın!
– Hay hay!

Şimdi çaylar “sağlıklı hayat” adına şekersiz içiliyor ve yanında kuru üzüm, kuru kayısı, kuru dut çiğnemek moda oldu. Azerbaycan’da da çayı şekersiz içiyorlar, fakat -benim için- çok hoş bir âdet var. Nerede önünüze çay servisi yapılsa yanında siz istemeden “şirniyyat” geliyor: Birkaç çeşit, rengârenk “mürebbe” yani reçel ve türlü çerezler, “her növ dadlı, şirin şeyler.”

Çocukluğumda hatırlarım. Bağ, bahçe evlerinde, köylerde odun fırınlarında ev ekmeği yapılırdı. Hafif esmer. Bir de “çarşı ekmeği” vardı. Bembeyaz… Ona “has ekmek” de denirdi. İtibarı yüksekti! Devran tersine döndü. Artık bembeyaz has ekmek gözden düştü, şimdi ekmekler ne kadar esmerse, hatta siyahsa o kadar kıymetli. En ucuz un beyaz un. Ne kadar esmerleşir, kararırsa o kadar pahalı!

Yulaf, arpa hayvan yemi olarak bilinirdi. Bundan böyle bizden kalırsa hayvanlar yiyecek! Yulaf unu, arpa unu, çavdar unu sağlıklı beslenme adına yeniden keşfedildi. Kepek de hayvan yemiydi. İneklere, koyunlara karpuz kabuğu doğranır, üzerine iki avuç kepek serpilirdi. Şimdi onu da aldık ellerinden! Ekmeklerimiz ne kadar kepekli olursa o kadar mutluyuz!

Velhasıl yeme kültürü değişiyor. Süpürge tohumu unundan kahvaltılık çörek yaptım. Bildiğiniz un tadı. Hamuru birkaç baharatla da çeşnilendirirseniz sonuç daha mükemmel oluyor. Neden o kadar küçümsenmiş bilmem. İsterseniz yanına, Afyon kaymağını, lavanta balını, keçi peynirini katık edebilirsiniz!

Otların, tohumların yeniden keşfinden şikâyetçi değilim ama yeme kültürü değiştikçe bir yandan gıdalar daha çok kutuya, şişeye girmeye başladı. İşin bu tarafı düşündürücü. Bunun sonu nereye gider bilmem. Aklınıza gelebilecek her sebzenin ve meyvenin hapı var artık. Hapını yuttunuz mu tamam! Bütün organlarınıza hitap eden formüller. Cildiniz için bu, saçlarınız için şu, gözleriniz, kaşlarınız, kirpikleriniz için öteki, böbreklerinize, midenize, kalbinize, kemiklerinize… Bunlara karnı doyurma özelliği veya tokluk hissi verme kabiliyeti de kazandırırlarsa? Uzay filmlerindeki gibi öğle yemeği saatinde üç hap, akşam yemeği saatinde dört hap yutmaya başlayacak olursak?...

Bu yazıyı yazarken televizyonda kırmızı pancar hapı reklamı çıktı. Kalp sağlığı için birebir! Sağlıklı bir enerji kaynağı… Öyle diyor reklam! Aç kutuyu, at bir tane ağzına, eşsiz bir lezzet, çiğne, yut. Öyle diyor. Sarımsaklı, sirkeli pancar turşusunu yapmaya vakti olmayan insanoğlu… Sarımsaklı, sirkeli pancar turşusu, yemek tarihi kitaplarında mı kalacak?

Bu da böyle bir Ramazan yazısı olsun!