Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.
Adalet üzerine söylenmiş çok söz vardır. “Adalet mülkün temelidir” diyen Hz. Ömer’den, “Devletin hazinesi adalettir” diyen Konfüçyüs’e… Düzinelerle vecize.
ABD’de, vicdan sahibi her insanı isyan ettiren vahim bir olay meydana geldi ve ülkenin birçok şehrinde protesto gösterileri başladı. Demokratik protestolar çok geçmeden şekil değiştirdi. Yangınlar, yağmalar, yeni ölümler… Televizyonlarımız haberleri hiç kaçırmadan veriyor. Her akşam, hatta gün boyu ekranlara sıralanan âkil adamlarımız Amerika’daki olayları enine boyuna iştahla yorumluyor. Korona virüsü arka planda kaldı. Sosyal medyada da aynı iştah. “İşte Amerika bu!”
Ana fikir: Siyahlara adalet! (Onlara artık “Afrikalı-Amerikalı” da deniyor.)
Bu Amerika’daki ilk olay değil. Amerika zaten polis şiddetleri ile sabıkalıdır. Polisin eli, kolu, bacağı, dizi ağırdır. Çok benzer bir olay birkaç sene önce New York-Brooklyn’de olmuştu, yine bir siyahî vatandaş, polis memurunun darbeleri altında, yine aynı cümle, “Nefes alamıyorum” derken görüntüsü kaydedilmiş o da kaldırıldığı hastanede can vermişti. O vakit böyle bir kalkışma olmamıştı. Şimdiki kalkışmada, korona virüsü yüzünden bozulan ekonominin, işsizlik yüzünden gerilen sinirlerin de tesiri var. 1992 yılında Los Angeles’te haftalar süren isyana sebep olan Rodney King’in dövülmesi hadisesini hatırlıyorum. Döven polisler beraat ettikten sonra başlayan olaylar… Televizyonlarda günlerce dehşet içinde seyretmiştik. 63 kişinin ölümüyle sonuçlanmıştı. Yıkılan, yakılan, yağmalanan şehirde -ve başka şehirlerde- bir milyar dolarlık zarar meydana gelmişti. (Rodney King’in gençliğinde ilk suçu Koreli bir dükkân sahibini demirle dövüp 200 dolarını almakmış. Suçları devam etmiş, bu suçlardan hapis yatmış. King 1992 ayaklanmasını başlatan olayda polis dayağı ile ölmedi. Eyalete karşı açtığı davaları kazandı, bayağı yüklü paralar kazandı, suç işlemeye devam etti ve yıllar sonra evinin havuzunda boğuldu. Otopsi sonucu kanında birkaç çeşit uyuşturucu bulundu.)
Bu defaki ayaklanma ne zaman sona erer, ne kadar hasar verir, göreceğiz. Minneapolis’te bazı dükkân sahipleri vitrine kocaman bir yazı yazıyorlarmış: Black owned. Yani: “Buranın sahibi siyahtır. Bu dükkânı yağmalamayın.” “Ama…” diyor mahalli gazete, “işe yaramıyor.” Galeyan geldi mi mantık savuşurmuş!
ABD’nin bir siyahîler meselesi vardır. George Floyd’un öldürülmesi ilk olay değildir, son da olmayacaktır. İki hafta kadar önce, gündemin birinci maddesi korona virüsü iken haber kanallarımızdan biri, New York’a bağlandığında, oradan bilgi veren şahıs o gün Harlem’e gitmiş, canlı yayına oradan katılmıştı. Harlem sokaklarını, insanlarını seyrettik bir süre. Moderatör hanım tedirgin bir yüzle “Harlem’desiniz şimdi… Nasıl, güvenli mi oralar?” şeklinde endişe yüklü birkaç kelime sıraladı. Neden? Üstelik güpegündüz! Harlem deyince neden endişe ettiniz? Öyle ya, Harlem! Akla hemen siyahlar, gasp, soygun, her çeşit hırsızlık, tâciz, cinayet, uyuşturucu… bilumum cürümler getiren semt.
“Siyahlara adalet” diye ayağa kalkan beyazlar biliyorum ki ev alacaklarında “siyahı olmayan semt” ararlar. Neden? Çocukları okula başlayacağında okulda siyah öğrenci var mı yok mu, araştırırlar. Neden?
Floyd’a yapılan asla ve asla tasvip edilemez. Ama dürüst olmak lâzımdır. Kendi hayatlarında köşe bucak siyahlardan kaçanların, siyahlardan uzak bir hayat kurmaya çalışanların, Harlem’in adından bile ürkenlerin şimdi “Floyd’a adalet” diye ses yükseltmeleri dürüst bir davranış değildir. “Pekâlâ, siyahlardan niçin kaçıyorsunuz?” sorusunun cevabını vermelerini istiyorum.
Neden kaçıyorlar?
ABD’nin bir siyahîler meselesi vardır. Kâğıt üzerinde, kanunlar nezdinde çözülmüştür güya, ama hayatın içinde hiç de öyle değildir.
ABD’de suç konusunda beyazlar her ne kadar sütten çıkmış ak kaşık değilse de siyahîler önde gider. 2017 yılı rakamlarına göre, ABD hapishanelerinde bir yıldan fazla hüküm giymiş mahkûmlara bakıldığında, siyahîlerin sayısı 475 bin, beyazların sayısı 436 bindir. Yine 2017’de siyahîler ABD yetişkin nüfusunun yüzde 12’sini teşkil ediyordu. Hapishane nüfusunun ise yüzde 33’ünü. Aynı yıl beyazlar yetişkin nüfusun yüzde 64’ünü, hapishane nüfusunun ise yüzde 30’unu oluşturmuştu. (Kalan kısmın çoğu Hispaniklere ve biraz da Uzak Doğululara ait) Bir başka karşılaştırma sonucu şöyle: 2017’de “içerdeki” siyahlar beyazların hemen hemen altı katı. (pewresearch.org)
Yıllardır bunun sebeplerini bulmaya çalıştım, bu konuda çok yazdım. “Afrikalı-Amerikalılardaki cürüm olaylarına yatkınlığın sebebi, kölelik günlerinden gelen, beyazlara, beyazların düzenine karşı kollektif şuuraltında oluşan tepki” dedim sonunda. Beyazların şuuraltında da hâlâ efendilik duygusu.
Halil Cibran Türkçe’ye “Ermiş” ismiyle çevrilen kitabında der ki: “Âdili adaletsizden, haklıyı haksızdan, iyiyi kötüden ayıramazsınız. Güneşin karşısında birlikte dururlar çünkü. Tam da birlikte dokunan siyah ve beyaz iplik gibi. Siyah iplik koptuğunda, dokumacı kumaşın tamamına bakar, hatta dokuma tezgâhını bile gözden geçirir.”
Dokuma tezgâhına bakmak gerek!
Her nedense Amerika’da olup bitenler insanımızı çok ilgilendiriyor. İyi veya kötü olup bitenler… Bu mesainin yarısını Doğu Türkistan’da zulüm gören soydaşlarımıza vermelerini boşuna mı bekliyoruz? Orada da devlet eliyle, devletin güvenlik kuvvetleri eliyle işlenen suçlar var. Var mı yok mu? Konuşulmazsa, araştırılmazsa nasıl bileceğiz? Zulüm, kapalı kapılar ardında, duvarlar ardında, Çin Seddi ardında, gözlerden uzak, gizli yapılırsa “yok gibi” mi oluyor? Ekranlara dizilen, her şeyi bilen âkil adamlarımız, iyice âşinası olduğumuz “uzman” çehreler bunu niye gündeme getirmez? Uzun uzun ve iştahla Amerikan adaleti üzerine fikir yürütürlerken arada bir Uygur Türklerini de hatırlamalarını, orada olup bitenleri masaya yatırmalarını daha ne kadar bekleyeceğiz? Belki orada Amerika’dakinden çok daha çetin bir ırkçılık var.
Sadece siyahlar için değil herkes için adalet!
ABD’de her şey ayan beyan ortada. Olup bitenler anında dünya medyasında. Gizli, saklı yok. Gizleme, saklama niyeti ve çabası da yok. İyisiyle, kötüsüyle… Amerika söz konusu oldu mu, mal meydanda. Çürük, çarık, ne varsa… Üzerinde konuşmak, fikir yürütmek kolay ve serbest. Sonuçta bir emniyet müdürünün başkana “Kapa çeneni!” dediği bir ülke! (Cümlenin başında “Lütfen!” dedi ama…) Ne olacak bu Amerika’nın hali? Çin oldu mu, önünüzde Çin Seddi! Aşamazsınız! Sahiden ne olup bitiyor Doğu Türkistan’da? Neden her şey gizlilik perdesi altında, hep bölük pörçük, “kaçırılmış” haberler geliyor?
Gözden nihan olan gönülden de nihan olurmuş!
Adaletin bu mu dünya?
Adalet üzerine en doğru söz belki de bu!