Yazar hakkında bilgi henüz girilmedi.
Bu yazı yayımlandığında İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı seçilmiş olacak. Hayırlı olsun!
‘Tarihî İstanbul Buluşması’ geçen hafta yapıldı. Böyle bir ortamı özlemişiz. Moderasyondaki eksikliklere, amatörlüklere rağmen demokrasimiz adına mühim bir adım oldu. Bunun bir başlangıç olmasını, bundan böyle genel seçimlerde yarışacak adayların da canlı yayın münazaralarına çıkma cesaretini göstereceklerini ümit ediyoruz. Nitekim 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda bu çeşit canlı yayınlar yapılırdı.
Geçen haftanın münazarasını seyrettikten sonra ABD’de yıllardan beri seyrettiğimiz başkanlık seçimi münazaralarını düşündüm.
Amerika’da her seçim döneminin en önemli faaliyeti adayların televizyonda yaptığı münazaralardır. İngilizce’de ‘Debate’ diyorlar buna ve halkın sandığa gitmeden önce kararını vermesinde büyük rol oynuyor.
Adaylar öyle her Allah’ın günü onbinlerin, yüzbinlerin toplandığı meydan mitingleri yapmaz, ahali oralara yığılmaz. Milletin işi gücü var ve televizyon diye de bir alet var. Herkes ilân edilen gün, akşam saatinde televizyonun karşısına geçer, kahvesini yudumlarken canlı yayınlanan debate’te adayları seyreder, oyunu kime atacağını belirlemeye çalışır.
Önce, her iki partinin (Cumhuriyetçi ve Demokratik) kendi içinde, başkanlığa adaylığını koyanlar arasında münazaralar yapılır. Her münazarada kamuoyunun ve parti organlarının fikirleri biraz daha netleşir. Sonunda seçim senesinden bir önceki yaz (temmuz veya ağustos) her iki parti kurultayını toplar, o aday adayları arasından bir ismi partinin ‘başkan adayı’ olarak ilân eder. Ardından başkan adayları arasında münazaralar başlar. Esas olarak seçimler Cumhuriyetçi Parti ve Demokratik Parti arasında geçtiği için, gözler bu iki adaya çevrilir. ABD’de erken seçim kavramı yoktur. Seçim günü her yılın takvimlerinde baştan işaretlidir: Kasım’ın ilk salı günü. Genel, mahallî, kim seçilecekse o gün seçilir.
Başkan adayları seçimlere kadar televizyonda canlı yayında üç münazara yaparlar. Bu münazaralar, hele sonuncusu büyük bir merakla beklenir, adaylar seçimden önce son kozlarını orada oynar. Kararsız seçmenler bu son oyunda kararlarını verir.
Ayrıca başkan yardımcılığına aday olan isimler de kendi aralarında, aynı usûl dairesinde canlı yayında farklı günlerde debate yaparlar.
Ekrandaki manzara şöyledir: Münazara mekânı olarak ABD’nin herhangi bir eyaletinde bir üniversitenin, bir kongre merkezinin büyük bir salonu seçilir. Seyirciler gelir, koltuklarına yerleşir. Soru soracak olan ekip masada yerini alır. (Bazen tek kişi olur, tek bir moderatör). Münazaraya çıkan adaylar salona girer, karşıda sahnede sıralanır. Önlerinde birer kürsü vardır. Ayaktadırlar! Asla oturmazlar. Adayların ayakta durması önemlidir. Halka hizmet diye yola çıkılıyor ya, hizmet edecek olanlar ayakta, hizmet bekleyenler oturmakta! Böyle bir mecazî mânâ vardır. Ayrıca ayakta konuşmak konuşmacının beden dilini kullanmasına fırsat verir, enerjik, dinamik görünmesini sağlar, bu da Amerika’da üzerinde çok durulan bir husustur. Soru ekibinin arasından biri moderatördür, kuralları açıklar. Önce her aday birkaç dakikalık açış konuşması yapar. Ardından sorular başlar, cevap süresi iki dakikadır. Sürenin bittiğini duyuran bir gong sesi vardır. Süresi biten konuşmacı cümlesini tamamlayıp susar. Adayların birbirleri ile diyalogları sınırlıdır. Arada sataşmalara, lâf atmalara, iğnelemelere izin vardır, fakat esas olarak her aday moderatörü muhatap alır. Sorular konulara göre birkaç bölüme ayrılmıştır. Sorulardan sonra onar dakika serbest konuşma süresi tanınır. Salondaki seyircilerin alkışlaması, yuhalaması yasaktır. Seyirciler arasından önceden belirlenmiş birileri de moderatörün söz vermesi üzerine kalkar soru sorar. Son seçim döneminde sosyal medyadan da görüntülü olarak birkaç soru alındı. (Kim olduğu belli olmaksızın tweet göndermek değil!) Reklam arası verilmez, program belirlenen saatinde biter, uzatma filan yaşanmaz. Ardından adayların performansları medyada yorumlanır, puanlanır, kamuoyu yoklamalarına, anketlere yansımaları incelenir. Soruların önceden adaylara verildiği gibi bir dedikodu dolaşır bazen ama Münazara Komisyonu asla böyle bir şeyin olmadığını, soruları sadece soru ekibinin bildiğini açıklar.
Bu demokrasiye yakışan bir usûldür. Tam bir hodri meydandır. Bir adayın kendi yandaşlarının toplandığı meydanlarda esip gürlemesine yahut kendine yakın televizyonların ekranlarında, kendine yakın gazetecilerle oturup, önceden tesbit edilmiş ‘uygun’ sorulara cevap vermesine benzemez.
Seçimlere girecek parti başkanlarımızı yıllardır aynı ekranda, beraber göremiyoruz. Hep birbirlerinin arkasından konuşuyorlar. Gıyaplarında konuşuyorlar. Bu meydandan o meydana, bu salondan o salona lâf yetiştiriyorlar. Aynı mekânda, yüz yüze, yan yana ve milletin önünde sorulara cevap vermekten kaçınıyorlar. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adaylarının yaptığı ortak program, yıllar önce bizde de olan, sonra terkedilen bu usulün yeniden ihdasına kapı açar umudundayım.
Amerika’daki formatı da yabana atmayın! Yani oy isteyen siyasetçiler, halka hizmete soyunanlar, iyi bir konuşmacıdan da beklendiği şekilde yan yana ayakta dizili, soru soranlar sandalyelerinde ve salonda seyirciler…