Söyleşiler

BU NÜFUS SAYIMI, BÜTÜN IRAK’IN HUZURUNU BOZACAK Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var
Yaşadığımız durağanlık geçmiş krizlerden çok daha fena durumda

Yaşadığımız durağanlık geçmiş krizlerden çok daha fena durumda

KÜBAK Baş Ekonomisti Halil İbrahim Bayrakçı ile doların 4 TL bandının üzerine çıkmasının sonuçlarını ve Türkiye ekonomisinin bugünkü durumunu konuştuk.

Dolar 4 liranın üzerinde seyrediyor ve ekonomi yönetimi ısrarla doların yükselişinin Türkiye’ye bir etkisi olmadığını söylüyor. Sizce doların yükselmesinin Türkiye’ye bir etkisi var mı, varsa etkileri neler olacaktır?

Öncelikle yerel paranın değer kaybetmesinin Türkiye’ye illaki bir etkisi olur. Dolar dünya piyasalarında da değer kazanıyor ama bizim konuşmamız gereken şey, Türk parasının değer kaybetmesi. Türk Lirası doların karşısında değer kaybettiği gibi, doların karşısında değer kaybeden ruble, yen gibi paralar karşısında da değer kaybediyor. Bu anlamda Türk Lirası negatif ayrışmış vaziyette. Doların başka bir özelliği daha var. Dünyadaki bütün ticaret, hatta ülkelerin kendi içerisindeki ticaretleri de hep dolarla belirleniyor. Şimdi bir memleketin bir devletin milli parası dolar karşısında değer kaybettiği zaman bu şu anlama gelir; dolar cinsinden yükümlülükler varsa bunlar da kendi milli parası cinsinden katlanarak çoğalıyor demektir. Bunu basit bir misal ile açıklayayım, şu anda Türkiye’nin 485 milyar dolar civarı büyük borç stoku var. 485 milyar dolar dışarıya karşı döviz yükümlülüğümüz var. Dolar son birkaç gün içerisinde 3.95’lerden 4.03 yükseldi. Yaklaşık 50 kuruşluk bir değer kaybı var. Matematik çok basit; 50 kuruş ile 485 milyar doları çarptığımız zaman yaklaşık 25-26 milyar liralık son beş on gün içerisinde döviz cinsinden borçlu olan insanların Türk Lirası para bulması gerekiyor bunun karşılığında. Şimdi bu ne demektir? A şirketi düşünelim. A şirketinin 10 milyar dolar borcu olsun. Bu şirket bu borcu için 40 milyar liralık satış yapacak şimdi 10 milyar dolar karşısında 30-40 milyar liralık bir satış yapmak zorunda ki bu borcuna karşılık borç servisini yapabilsin. Şimdi bizim sıkıntımız şu, bu borçlanma devam ediyor, döviz cinsinden dış kaynak kullanımı devam ediyor. Geçen sene yaklaşık 48 milyar dolarlık net dış borç kullanımı yapmışız. Yani dışarıdan 48 milyar dolar daha fazladan borç almışız. Burada bir artıştan bahsediyorum. Bu borç servisine karşılık, bu borcu ödeyebilmek için bir gelir yaratmanız lazım. Gelir yaratamıyoruz. Uluslararası yatırım pozisyonu diye bir şey var. Uluslararası yatırım pozisyonu hem dış borç stokunu hem de ülkenin kendi içerisinde uluslararası para cinsinden yükümlülüklerini belirtir. Mesela siz kira kontratı yapmışsınızdır dolarla veya alıcıda Türk’tür satıcıda Türk’tür veya kiralayanda Türk’tür fark etmez. Bu da uluslararası yatırım pozisyonunun içerisine girer. Çünkü dolar cinsinden bir alışveriş yapıyorsunuz. Diyelim ki Türkiye’de yassı çelik alacaksınız, ödemelerinizi TL yapsanız bile dolar cinsinden mukavele yapıyorsunuz, bu da bunun içerisine girer. Şu anda Türkiye’nin uluslararası yatırım pozisyonunda net ihtiyacı 680 milyar dolar. Bu çok ciddi bir rakamdır. Bu rakamı da sağlayabilmek için Türkiye’nin gelir yaratması lazım. Bizim en büyük sıkıntımız bu. Biz gelir artıramıyoruz. Nedeni çok basit. Mesela 2017’ye baktığımız zaman, 2017’de İstatistik Kurumu’muz yüzde 7,2’lik bir büyüme açıkladı. Yüzde 7,2’lik bir büyümenin olduğu memlekette, geçen sene aynı zamanda yüzde 12-13 civarı dolar bazında, yüzde 20 civarı da euro karşısında Türk Lirası değer kaybetmişti ve normalde bir ülkenin yerel parası değer kaybettiği zaman ihracatının pozitif etkilenmesi gerekiyordu. Çünkü sizin mallarınız artık iç pazarda ucuzlamıştır. Adam bir dolarla eskiden sizden 3 liralık mal alabilirken şimdi 4 liralık mal alabilecek. Haliyle daha çok talep etmesi gerekirdi. Böylece ihracatın daha çok artması beklenirken, teori bunu söylerken, Türkiye’de bu olmadı. İhracat çok az arttı ve yine artış hızına bakarsak 3 kat ithalatımız arttı. Buna karşılık ihracattaki artış bunun 3’te biri kadar olabildi ancak. Burada bir sorun var. Bu yapısal bir sorun demek ki.

Şimdi ekonomi şu şekilde etkilenir. Net bir şekilde söylemek gerekirse, cari açık bu şekilde büyümeye devam ederse, yaklaşık 60 milyar dolarla dünyada gelişmekte olan ülkelerde birinciyiz şu anda cari açıkta. Yani ticaret açığımızdan bahsediyorum, dünyaya sattığımız malla, satın aldığımız mal arasında yaklaşık 60- 70 milyar dolarlık fark var ve bu kalıcı hale gelmiş vaziyette. Bu şekilde devam ederse ve gelirde yapamıyoruz, satışta yapamıyoruz, dışarıya karşı bu şekilde devam ederse bu işin sonu ödemeler dengesi krizidir. Ödemeler dengesi krizi dediğimiz nedir? Türkiye’nin 80’de girdiği 95’de girdiği 2001’de girdiği krizin esas sebebi işte bu ödemeler dengesi krizidir. Ödemeler dengesi krizi dışarıdan aldığımız borçların karşısında artık ödeyemeyecek duruma gelmeniz demektir. Artık borç servisi yapamayacağınız, borcunda dış kaynakların kullanımında size kapandığı bir dönemden bahsediyoruz. Bu topyekûn bir krize eşittir. Bu işin sonu buraya gider. Türk özel sektörünün etkilenmesi kaçınılmaz. Neden Türk özel sektörü özellikle etkilenecek? Çünkü tarihimizde hiç olmadığı kadar özel sektör borçlanmış vaziyette. 2001 krizine girdiğimizde dış borç bölü milli gelir oranı dediğimiz oran yaklaşık yüzde 55’ler civarındaydı. Ama orada şöyle bir olay vardı milli gelirimiz aşırı düştüğü için mevcut dış borç stokumuz aynı kalsa bile o oran yükselmişti yüzde 55-56’lara kadar. Geçen hazinenin açıkladığı istatistiğe göre bu sene yüzde 53,3’e  yükselmiş. Yani 2001 krizindeki seviyeye yükselmiş vaziyette milli gelir bölü dış borç stokumuz. O dönemki 2001 krizinde milli gelirimiz de çok büyük bir düşüklük vardı ve bundan dolayı o oran yükselmişti. Şimdiki olay çok farklı, şu anda milli gelirimizin geçen seneye göre yüzde 7,5 arttığından bahsediliyor.  Demek ki bir milli gelir düşüklüğü yok, buna mukabil borçlarda inanılmaz bir artış var. Borçluluk yükseliyor ve bunda da aslan payını özel sektör almış vaziyette. Tarihimiz boyunca ekonomimizde özel sektörün bu denli dış borç oranı yok. Şu an 330 milyar dolara varan bir orandan bahsediyoruz. Bunun cinsi dolar. Ve bu insanların borç servisi yapabilmeleri için Türk Lirası ile satış yapmaları ve Türk Lirası ile iş yapmaları gerek.

Türk Lirasının değer kaybetmesi de şunu gösteriyor; Bizde diyor bu kadar borç servisleri ile yapabilecek bir şey yok, kaynak ve rezervimiz yok. Eninde sonunda bu bir noktada artık borç ödeme kapasitesinin kalmadığının işareti olarak algılanır. Ve bir ödemeler dengesi krizine doğru Türkiye gider. Bu ne zaman olur bunu bilemeyiz. Çünkü bu trend bu şekilde devam ediyor, hem aşırı borçluluk oranlarımız yükseliyor hem Türkiye’nin kaynak yaratma kapasitesi çok düşük, gelir üretemiyoruz, bu gelirsizliğin de bir yerde sonu olacaktır. Bir de başka bir problem daha var. Amerika’da Trump’ın yönetimi ile beraber bir ticaret savaşları dönemine girmiş bulunmaktayız. Bu gelişmekte olan bizim gibi ülkeler için dış piyasalarda daha az iş daha az satış daha az ihracat demek. Bunun da etkisi faizlerin yükselmesi şeklinde olur. Çünkü bizim gibi ülkeler artık riskli görüneceği için, Türkiye’nin özel koşullarından bağımsız olarak, dünyada da faizlerin yükselmesi, enflasyonun yükselmesi anlamına gelecektir. Böyle bir dönemde dış kaynak bulmak da haliyle zor olacaktır. Eskisi gibi 2009’larda 2010’larda olduğu gibi aşırı likitideye boğulmuş bir dünya piyasaları ile karşı karşıya olmayacağız. Bu bayağı zorlaştırıcı bir faktör. Bütün faktörler bir araya geldiği zaman artık nihai olan kaçınılmaz sona doğru gideceğiz. Kaçınılmaz son da ödemeler dengesi krizidir.

Sürekli açıklanan kredi paketleri ve esnaflara sağlanan kolaylıklar dikkat çekiyor. Kredi Garanti Fonu (KGF)’nun da yüksek meblağlarda para dağıttığını biliyoruz. Sizce bu bir ekonomik darboğazı işaret ediyor olabilir mi? Bu kredileri nasıl değerlendirirsiniz?

Kesinlikle bir darboğazı işaret ediyor. Zaten bir darboğaz olmasa bu tip bir ihtiyaç olmasaydı hiçbir hükümet kredi genişlemesi ve diğer benzer politikalara gitmezdi. Demek ki bir sıkıntı var. Ekonomide darboğaz var ki bu tip bir ihtiyaca veya bu tip bir teşvik paketine ihtiyaç duyulmuş. Bizim olayımız şu, Türkiye’de şu an gelir yaratma modellerimiz kötü. Katma değersiz işler yapıyoruz, özel sektörümüz katma değersiz işler yapıyor. Özel sektörümüzün katma değerli işler yapabilmesi için hem dışardan know-how ( üretim yapma becerisi) getirebilecek yabancı yatırımcıya ihtiyaç var. Biliyorsunuz net doğrudan yatırımlar 8 milyar dolar civarına düştü. Bunlar da zaten daha önce yapılan yatırımların devamı niteliğinde olan yatırımlar. Aslında büyük katma değerli şeyler oluşturacak yatırımlar değil. En büyük sıkıntılardan bir tanesi de özel sektörün dışarıya satış imkânları ile ilgili pazar genişlemesini sağlayacak imkânlardan, hükümet desteğinden veya devlet imkânlarından yararlanamaması hadisesi. Şimdi bunlar üst üste binince ihracatta çok kısmi bir kıpırdama oluyor, otomobil sektöründe ve diğer sektörlerde. Bunlar zaten büyük oranda ithalata bağımlı sektörler,  ithalat yapamadan ihracat yapamayan yapılar. Sorumuza gelecek olursak bu ortamda gelir yaratamamış bir sektörden bahsediyoruz. Bizim yaptığımız şey, hükümetimizin yaptığı şey, bu insanların borçluluk oranlarını çoğaltmak. Bizim yapmamız gereken bu insanlara  gelir modeli yaratmak, gelirlerini arttırabilecek faaliyetlerde bulunmak. Bu insanlara bir teşvik verilecekse, yatırımlara ve katma değerli ar-ge yapılacak işlere yöneltilmesi ve bu paraların ona göre verilmesi gerekiyordu. Şimdi biz bu insanlara geçen sene yaklaşık Kredi Garanti Fonu’ndan 250 milyar TL’lik KOBİ’lere destek paketi sağlandı. Artı önümüzdeki dönemde, Binali Yıldırım açıkladı, 120 milyar liralık yeni bir ek paketin müjdesini verdi. Şimdi 2017 yılında dağıtılan 250 milyar TL’nin akıbetine bakalım. 250 milyar TL’lik bir paketten bahsediyorsak bunun muhakkak ve muhakkak ekonomide çok pozitif etkilerinin olması lazım. Eğer bir gelir yaratma modelinden bahsediyorsak, makine teçhizat alımlarında veya doğrudan yatırımlarda bir etkisinin olması lazım. Bakıyoruz, doğrudan yatırımlar 8 milyar düzeyine gerilemiş. Demek ki bu insanlara verilen kredilerle kobilerimiz doğrudan yatırımı çekememişler. İkinci olarak başka bir sıkıntı var. 2016 yılında 860 milyar dolar civarında bir ekonomimiz var demiştik. 2017 yılında 851 milyar dolara düşüyor bu ekonomi. Yani siz 250 milyar TL’lik bir kredi genişlemesi yaratıyorsunuz ama dolar cinsinden ekonomimiz 851 milyar dolara düşüyor. Bununla birlikte ekonomi 851 milyara düşerken 48 milyar dolarlık da dışardan net kaynak kullanılmış. Demek ki bu dağıtılan kredilerin hiçbiri yatırıma gitmemiş. Çünkü eğer oraya gitseydi yatırımlar, büyümenin çok daha yüksek olması ve de sağlıklı bir büyümeden bahsediyor olmamız gerekirdi. Tekrar özetleyecek olursak koşulsuz olarak dağıtılan bu paralar hiçbir yatırıma veya pazar genişlemesine yol açmamış vaziyette.

Kredi Garanti Fonu’nu kullanan bazı iş adamlarıyla da görüşmelerimin neticesinde (tabi bunlar şahsi görüşmeler geneli yansıtmayabilir) bu verilen paraların çok büyük bir çoğunluğu mevcut borçların ödenmesine, mevcut banka kredilerinin kapatılmasına ve büyük bir kısmı da işletme sermayesi olarak kullanılmaya gitmiş. İşçi paraları, tazminatlar, bunlar ödenmiş. Bu da aslında niçin 2017’deki büyümenin, reel sektör bazında konuşuyorum, güdük kaldığının net bir göstergesi. Ama biz bu arada çok kötü bir şey yaptık zaten aşırı borçlu olan özel sektörümüzü daha da borçlu hale getirdik. Daha da içinden çıkılamaz bir hale getirdik. Mevcut kaynaklarımızı da yatırımlara gitmeyerek, araştırma-geliştirme yoluyla katma değerli işler yapmalarına imkân sağlamayacak şekilde bu paraları kullanmalarına sebep olduk. Bu sıkıntıyı yine yapacaklar. 100 veya 120 milyar TL’lik yeni bir kredi genişlemesi sağlanacak. Ama bu kredi genişlemesi sağlanmasının çok daha kötü bir sonucu olacak; aşırı borçlanma.10 lira borçlu adamı 20 lira borçlu hale getiriyorsunuz ama bu adamın hala 5 lira geliri var. Bizim yapmamız gereken bu insanların gelirini yükseltmekti. Tabi geliri yükseltmenin de koşulları belli. Geliri yükseltebilmek için Türkiye ekonomisinin öncelikle OHAL’den kurtulması gerekiyor. Ülkenin güvenliği, hem siyasi hem sanayi anlamında güven ile yatırım yapılabilecek bir hale getirilmesi gerekiyor. Buna mukabil biz de biliyorsunuz enflasyon şu an çift haneli noktalara çıkmış vaziyette. Yüzde 12, yüzde 13 bandında hareket etmekte. Artık tek haneli enflasyonlar Türkiye’de hayal.

Büyümede rekor kırdığımız sürekli dile getiriliyor ancak sizin de bahsettiğiniz üzere reel ekonomide enflasyon, faiz, döviz oranları ve istihdam sorunları devam ediyor. Büyüme rakamlarında bir sorun mu var yoksa problem Türk ekonomisinde mi?

İkisi de doğru. Büyüme oranları bir kere kesinlikle sorunlu. Eskiden beri Türkiye İstatistik Kurumu’nun bütün istatistiki verilerinde bir kalite sorunu vardı. Ama bu son dönemlerde kalite sorunu aşırı kalitesizlik haline çevrilmiş vaziyette. İstatistik Enstitüsü’nde veya genel anlamda Türkiye’de üretilen kamu istatistiklerinde bu temel sorun var. Büyüme örneğine gelelim. Şimdi diyorsunuz ki 2016 yılında 860 milyar dolarlık bir ekonomim var. 2017’de bir anda yüzde 7,5 büyüdük diyorsunuz ama bir bakıyorsunuz 850 milyar dolara düşmüş, 850 milyara düşerken de 40- 50 milyar dolarlık dışarıdan net kaynak kullanmışsınız. Sonra bir de diyorsunuz ki yüzde 7,2 büyüdük. Evet, bunun yüzde 3,5’i stok çalışmalarından gelmiş diyorsunuz. Yani stok yapmak ne demektir? Özel sektör için gelecekte satış beklentisi demektir. Bakılıyor öyle bir durum da yok Türkiye’de. Ayrıntılarına giriyorsunuz %7,2’lik büyümenin 3 buçuğunu stok yönetimi oluşturuyordu ya o stok alanı da inşaatmış. Burada demek ki sıkıntılar var, yani bu %7,2 pek akla uygun değil.

Türkiye’deki bütün bağımsız ekonomistler birleşmiş vaziyette. Bu veri son derece sıkıntılı. Şimdi ikinci noktaya gelelim, evet verilerde sıkıntı var, peki ekonomide sıkıntı var mı? Evet, zaten olay o. Bu büyümenin gerçek dışı olmasının en büyük sebebi ekonomimizin aşırı kırılgan bir yapıda olması. Ekonomimiz niçin aşırı kırılgan bir yapıda bunun sebeplerini daha önceki röportajımızda uzun uzun açıklamıştım. Çünkü bir ekonominin sağlıklı olabilmesi için, öngörülebilir olması lazım. En azından beş senelik, on senelik, geleceğe yönelik projeksiyon yapılabilecek bir yapıya sahip olması lazım. Para parayı çeker diye halkımızın bir sözü var. Para parayı çektiği gibi ekonomide de güven parayı çekiyor asıl. Benim ömrüm ekonomik çalışmalarla geçti. ben Türkiye’nin 5 sene sonra ne olacağını bilmiyorum. İyi olur inşallah diyoruz da bu iş öyle olmuyor. Bir yabancı yatırımcı için veya Türk yatırımcı için fark etmiyor, 5 sene veya 10 sene sonra ne olacağı hakkında daha iyi bir fikrinin olması lazım ki müteşebbis ruhu canlansın. Risk alabilsin, risk iştahı artsın. Ne yazık ki Türkiye’de böyle bir durum söz konusu değil. Bu kısa vadede de gelişebilecek bir şey değil. Çünkü bu yapısal kriz. Bu sadece hükümetin günlük arızi sıkıntıları değil. Uzun zamana yayılmış bir sıkıntı. Bunun da en büyük sebebi ithalata yönelik Türk Lirasını aşırı değerli kılarak, döviz kurunu ucuz tutarak Türkiye ekonomisini ithalata aşırı bağımlı hale getirdik. Öyle ki şu anda düzeltme yapılıyor, Türk Lirası değer kaybediyor, değer kaybetmesine rağmen normalde otomatik düzeltme mekanizmalarıyla ihracatımızın artması lazım ama ihracatımız artmıyor, aksine ithalat patlıyor. Bu, dışarıya satacak malımız kalmamış demek. Bu kırılganlık kısa vadede çözülebilecek bir şey değil. Peki, yapılacak şey nedir? Bu ithalata ve borçlanmaya yönelik politikalarımızın değiştirilmesi, yapısal adımlarımızı bu manada atmak, sanayileşmeyi, sanayileşmekten de öte artık dünyada katma değer yaratacak işlere yönelecek bir yapıyı kurmak gerekmektedir.  Bu yapının kurulabilmesi için de bu tip bir zihniyet devriminin yapılması gerekiyor Türkiye’de. Zaten yakında bunu yapmak durumunda kalacağız diye düşünüyorum.

Bahsettiğiniz bu verilerle bir ekonomik krizden söz edebilir miyiz? Eğer söz edebilirsek, bu kriz daha ne kadar derinleşebilir? Söz edemezsek, gelecekte bir kriz tehlikesi ile karşı karşıya kalacak mıyız?

Şöyle anlatalım, siz kalp spazmı yaşıyorsanız biz buna ekonomide resesyon diyoruz. Sürekli bir kalp ağrısı, kondisyon düşüklüğü, efor kaybı yaşanıyorsa bunun ismi resesyondur. Türkçesi durgunluk diyelim. Şu an Türkiye ağır bir durgunluk içerisinde. Kriz dediğimiz zaman, aynı kalp örneğinde olduğu gibi kardiyak bir krizden bahsediyorsak bir anda ağır sarsıntıların, titremelerin olduğu durumdan bahsediyoruz. Mesela 2001 yılında yaşadığımız gibi. 2001 yılında yaşadığımız kriz gibi bir kriz yaşamak; Türkiye için bugün de olabilir yarın da olabilir onu bilemeyiz. Ama Türkiye’nin ağır bir kalp sorunu olduğu, efor kaybı olduğu ve bunun ağır bir durağanlık, durgunluk, resesyon içerisinde olduğu kesin ama 2001 krizindekine benzer bir şekilde semptomları ağırlaştırılmış bir kriz içerisine girer miyiz girmez miyiz, bunu bilemiyorum. Çünkü 2001 krizi hakkında tekrar tekrar hatırlatmakta fayda var: IMF programında 2000 İstikrar Programı’nda, o dönem Türk Lirasını döviz kuru karşısında belli bir bantta sabitlenmişti. Bu da, bu tip bir krizle mücadele edecek gücümüzü azaltan bir çapaydı. Nihayet o bir sertleşme idi ekonomik anlamda ve kırıldı. Kırılınca da ağır krize girdik. Şimdi Türkiye’de şu andaki mevcut uyguladığımız ekonomi politikası açısından kur esnek bir yapıda. Esnek olduğu için de tepki veriyor. Belki yüzde dört, dört buçuk sürekli değer kaybediyor. Şöyle söyleyeyim, 2001 krizinde yüzde 30-35 civarı Türk Lirası yabancı paralar cinsinde değer kaybetmişti. Son 2 senede de aynı şekilde biz de euro karşısında aynı değeri kaybettik. Ama yavaş yavaş kaybettik, bir günde değil. Bir günde kaybetmediğiniz içinde krize etkisi oluşmuyor. Ama şu var, bizim 2001’deki yaşadığımız o krizin çok çok daha yapısal, çok çok daha tahripkâr etkileri olacak bir resesyon, durgunluk yaşıyoruz. Yani keşke o krizi yaşasaydık, bu durgunluğu, durağanlığı yaşamasaydık diyebilecek haldeyiz çünkü. Demin de ifade ettim, dış borç stoku bölü milli gelir oranlarından, o dönemde milli gelirimiz yüzde 20-25 civarında azaldığı için %55’lik bir dış borç stoku oranı büyümesi bahsetmiştik. Şimdi milli gelirimiz artıyor aynı rakamlara geldik bu bir. İkincisi, o dönem kısa vadeli çözümlerle hızlı bir şekilde 2001 krizine karşı tedbir alabilmişti hükümet. Şu anda bu tip bir kısa vadeli krize karşı önerebilecek paket yok. 2001 krizine girdiğimiz zaman bizim sıkıntımız kamudaydı özellikle. Kamunun borçları ve yükümlülükleriydi. Bu bankacılık sektörüne yansıdı ve kısmen bankacılık ve kamu, bu krizin yükünü ve tahribini taşıdı. Şu anda tam tersine bütün borçluluğu özel sektöre devretmiş vaziyetteyiz. Bu tip bir krizi yaşayacak veya mevcut durağanlığın sonuçlarını yaşayacak ve ağır bir şekilde hissedecek olan özel sektörümüz olacak, özel sektörümüz de bu memlekete parayı getiren, bu memlekete katma değer yaratan, bu memleketin döviz ihtiyacını sağlayan tek kaynak. Hükümetimiz ihracat yapmıyor. Özel sektör yapıyor. Özel sektör turizm hizmetlerini veriyor. Şu anda yaşadığımız durağanlık eskiden yaşadığımız bütün krizlerden çok daha fena durumda. Hiçbiriyle mukayese edilecek kadar bile değil.

Türk ekonomisi üzerinde, ‘dış güçlerin’ ya da yaygın adıyla ‘üst aklın’ bir operasyon yapmakta olduğunu düşünüyor musunuz?

Vallahi ben sadece gülüyorum bu tip iddialara. Neden gülüyorum? Bir, Türkiye dünya ekonomisinin eskiden beri yüzde birini kuruyordu. Hala da yüzde bir civarında. İstatistikte bir ifade vardır, ihmal edilebilir değerler gibi, o sebeple dünya ekonomisi için Türkiye ekonomisi ihmal edilebilir değerlerde. Bir anlamı yok. Mesela Almanya’ya bakalım, bizim ticari kapasitemiz yüzde 25 civarı Almanya’yla. Biz Almanya’nın bile yüzde biriyiz. Almanya için bile öyle, hiçbir önemimiz yok. Hatırlarsınız Merkel’e bir ambargo tehdidinde bulunmuştuk, Merkel de yaparsanız yapın dedi. Çünkü hayati değere sahip bir pazar değiliz ne yazık ki. Şimdi ikinci noktaya gelirsek de, siyasi açıdan bir şey yapmak için mi ekonomimizde oynuyorlar, denilebilir. Bunu yapabiliyorlarsa insanlar, demek ki bu bizim aptallığımız. Bu kırılgan yapıyı yaratan nihayetinde biziz. Bu ucuz dövizi kullanarak, düşük faizleri kullanarak dışarıdan ha babam borçlanarak ve bu paraları tüketime lüks yaşantımıza harcayarak çarçur eden yine biziz. O insanlar bize bunları hediye olarak vermiyorlar. Bu borçların karşılığını faiziyle isteyecekler ve bunu bile bile bu paraları yatırıma yöneltmeyerek, sanayileşmeye yöneltmeyerek, bilinçli geleceğe yönelik eğitime yöneltmeyerek çarçur edenler biziz. Bu manada bir üst akıldan söz etmek mümkün değil. Akılsızlıktan bahsedeceksek, kendi akılsızlığımızdan bahsetmek bence en doğrusudur.

Diğer Söyleşiler