Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Corona virüsü salgını nedeniyle Türk milleti olarak yaşadıklarımıza yönelik açıklamış olduğu ekonomik tedbirler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Cumhurbaşkanı ve bakanlar belirlenen ihtiyaçlara yönelik çeşitli paketleri zaman içinde açıklıyorlar. Şimdiye kadar açıklananlardan daha fazlasının yapılabileceğini düşünüyorum, belki de yapılacak, bunu zamanla göreceğiz. Ancak desteklerin kısım kısım gelmesi ve kamuoyuna iyi anlatılamaması nedeniyle belli kesimlerde endişeli bir bekleyiş olduğunu görüyorum.
Yardıma muhtaç kavramı toplumda yanlış yorumlanıyor. Bir kişinin ihtiyaç sahibi kabul edilmesi için barınacak bir yerinin, hiçbir eşyasının, yiyecek ekmeğinin olmaması; bir firmanın ihtiyaç sahibi kabul edilmesi için de tamamen batmış olması gerekiyor. Hâlbuki bu süreçte özellikle de istihdam sağlayan alanları canlı tutmamız gerekiyor.
Yaşadığımız bu zorlu günlerde hükümet tarafından yapılan bağış kampanyası ile halkımızın seferber edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önce belediyeler sonra Cumhurbaşkanlığı bir bağış kampanyası başlattı. Akabinde belediyelerin kampanyası bağış değil yardım kampanyası olarak değerlendirildiği için durduruldu. İlk başta herkes ne toplayabilirse toplum yararına sunsun şeklinde bir bakış açım vardı. Ancak gördüm ki hem hükümet hem muhalefet örnek bir tavır sergileyip Covid-19’un hayatımızda oluşturduğu tahribata karşı el birliği ile mücadele etmeliydi. Bunu da kamu kuruluşları üzerinden değil, kamuya bağlı dernek ve vakıflar üzerinden yürütmeliydiler. Böylece bugün yaşamış olduğumuz tartışma ve ayrışma noktasına gelmeyecektik. Bu tür özel durumlarda dahi bir araya gelemeyeceksek ne zaman bir araya geleceğiz?
Korona virüsünün neden olduğu salgın devletleri gün geçtikçe farklı tedbirler almaya mecbur bırakıyor. Bu süreçte önemi daha da artan gıdaya ulaşamama ihtimali gündeme gelmektedir. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Türkiye için şuan bir gıda riski söz konusu değil ancak bu olmayacağı anlamına gelmiyor, tamamen virüsün yayılma durumuna bağlı. Birçok ülkenin sınırları kapalı, pandemi durumu nedeniyle yeri gelir parasını vermenize rağmen ürünü size satmak istemeyebilirler. Ayrıca, Türkiye’de ortalama çiftçi yaşı yüksek, bu kişiler de üretime zorunluluklar nedeniyle ara veriyorlar. Bahar ayları bunun önlemini almak için doğru zaman, riskleri azaltmamız lazım.
Ülkemizdeki sosyal alanların tamamına yakınının kapanması ve bazı firmaların yapmış olduğu işçi çıkarmalarıyla birlikte ortaya çıkan işsizlik rakamları neler ifade etmektedir?
Sosyal hayatın eski haline dönmesi zaman alacak, bu nedenle hizmet sektörü için durum iç açıcı değil. Türkiye için önemli bir sektör olan turizm durma noktasına geldi. İnsanlar virüsün geleceğini göremedikleri ve evde kaldıkları için para harcamıyorlar, bu da bazı sektörlerin durağanlaşmasını getiriyor. Benim temel beklentim, olumsuz yönde etkilenen firmaların sürecin sonuna kadar ayakta tutulması. Yoksa işsizlik oranı yükselecek, işverenler zarar görecek ve sürecin sonunda bu firmaların yenilerini inşa etmek zor olacak.
Sürecin gözden kaçırılan bir yönü de var. Çalışma hayatı artık eskisi gibi olmayacak. Uzaktan çalışma amacı ile geliştirilen uygulamalar vardı ancak firmalar fiziksel olarak bir arada bulunmaya yine de önem veriyorlardı. İşlerini şuan uzaktan sürdürebilen firmalar belki bunu kalıcı bir hale getirecekler. Bunun oluşturacağı sektörel bir domino etkisi var. Üç ay önce Zoom diye bir firma var dediğimde çoğu kişi bunu ilk defa benden duymuş oluyordu. Bugün dijital çağdaki yeni evrenin yıldızı olacağı konuşuluyor.
Evdeki sosyalleşme ihtiyacımızı besleyecek birçok şey devreye sokuldu. Açık erişim kaynaklar, sanal müzeler, dizi-film platformları… Bugün biz hala bir araya gelip sosyalleşmenin önemli olduğunu düşünüyoruz ama gelecekte belki de yeni normlara adapte olacağız. Bu durum iş yapış şekillerini, meslekleri temelden sarsacak bir gelişme ve gördüğüm kadarıyla ülkemizde göz ardı ediliyor. Çünkü bunu konuşabilecek kişilerin sayısı az ve kamuoyunda bu kişilere gereken önem verilmiyor. Halen virüsün bilmem kaçıncı gününde maske tartışması yapıyor, virüsü laboratuvarda mı yapıldı diye teoriler üretiyoruz. Üzgünüm ki faydasız tartışmalar ile vakit ve enerji kaybediyoruz.
İçinde bulunduğumuz ve ne zaman atlatılacağı meçhul olan bu sürece karşı ekonomik anlamda kısa ve uzun vadeli ne gibi tedbirler alınmalıdır?
Kısa vadede yapılacak en iyi şey yaşatmak. İnsanlarımızı ve işletmelerimizi ayakta tutmalıyız. Kamuya düşen yükler olduğu gibi bizim de vatandaşlar olarak yapmamız gerekenler var. Bildiğimiz, tanıdığımız ihtiyaç sahibi kişilere kimseden bir şey beklemeden biz destek olabiliriz. Firmalar fiziki olarak bir arada bulunma baskısını ortadan kaldırabilir. Çözüm, tüm dünya tarafından kabul ediliyor. Virüsün etkisini azaltırsanız virüs kaynaklı riskleri de azaltırsınız. Bu konuda devlet ne yaparsa yapsın insanlar sorumsuz şekilde davrandıkça risk sürecek. Hastaneden kaçmaya çalışanlar, tedaviyi reddedenler, karantina şartlarına uymayanlar, halen sorumsuz şekilde sosyal hayatına devam edenler var.
Uzun vadede paradigma değişimine hazır olmalıyız. Süreç gösterdi ki bilgi ve iletişim teknolojilerini (ICT) kullanmada ve dijital okuryazarlıkta kötü durumdayız. Eskiden okuma-yazma bilmeyen belli yaş gruplarına akşam eğitimleri yapılırdı. Şimdi yeni bir seferberlik başlatmamız gerekiyor. Hiçbir şey eski usul ilerlemeyecek, ekonominin itici gücü bu artık. Paul Romer bunu anlattığı için 2018 yılında Nobel Ödülü aldı. Umarım farkına varılır, mevcut çalışmalar geliştirilir ve yaygınlaştırılır.