Söyleşiler

BU NÜFUS SAYIMI, BÜTÜN IRAK’IN HUZURUNU BOZACAK Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var
Ülkemizdeki restorasyon çalışmaları rezâletin örneğidir

Ülkemizdeki restorasyon çalışmaları rezâletin örneğidir

İç Mimar Senem Karabulut ile son dönemde ülkemizde sıkça yaşanan restorasyon rezaletlerini ve yapılması gerekenleri konuştuk.

Son zamanlarda sürekli karşımıza çıkan restorasyon rezaletleri ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bulunduğumuz Türkistan coğrafyası pek çok tarihi olaya şahit olmuştur. Pek çok devlete konuşlanma imkanı sunan Türkistan coğrafyasının batı kanadında çok fazla tarihi eser görmekteyiz. Alacahöyük, Çatalhöyük, Ahlat mezarlığı ve Göbeklitepe gibi pek çok örnek, bulunduğumuz vatan toprakları içinde yer almaktadır. Bunlar, bizim için geçmişten iz taşımaktan öte olduğu bilinmektedir. Kültürümüze sahip çıkmanın önemini bu yapılara verilen değerle gösterilebiliriz.  Kültürel miras veya kültür mirası daha önceki kuşaklar tarafından oluşturulmuş ve evrensel değerlere sahip olduğuna inanılan eserlere verilen genel bir isimdir. Belirttiğim gibi bu mirasa sadece bu yapılar nasıl yapıldı sorusuyla yetinilmemelidir. Bu yapıları kimin yaptığı da bizim için önem arz etmektedir. Kültürümüz sadece bin yıllık temele dayanmamaktadır. Yegane hedeflerimizden biri de Ulu Önder Atatürk’ün Türk Tarih Tezi’nin gerçeğe dökülmesi yönünde olması gerekmektedir. Günümüzde restorasyon çalışmalarına baktığımızda asla yeterli olmadığını görmekteyiz. Pek çok restorasyon tekniği olmasına, pek çok restoratör yetiştirdiğimiz güzel ülkemizde neden hala ‘rezalet’ derecesinde restorasyonlar çıktığı her zaman tartışılmaktadır. Doğru bir adım olarak yapının mimari ölçümlerinin ve teknik detaylarının belgelenmesi olan ‘rölöve’, yapının bugünki konumu, varsa değiştirilmiş kısımlarının belgelenmesi, kayıp kısımlarının tespit edilmesi olan ‘restitüsyon’ ile yeniden kullanıma açılması çok ufak bir adımdan öte olmamaktadır. Özgün malzemelerin öğrenilmesi ve yapım tekniğinin araştırılması ise günümüzdeki bazı restorasyon çalışmalarında görüldüğü üzere sadece belgelerde kalmaktadır. Şile’deki Ocaklı Ada Kalesi, Süheyl Bey Camii, Tekfur Sarayı, Anamus Mamure Kalesi (Unesco Dünya Mirası Geçici Listesinde yer almıştı), Mesnevihane Camii, Urfa Kalesi, 5. Murat Av Köşkü hamamı pek çok yerde görebileceğimiz örneklerdir. Bu örneklere baktığımızda yapılan restitüsyon, rölöve ve restorasyon çalışmalarının yeterli olmadığını hatta rezalet olduğunu söylemek bitabii mümkündür. Tarihi Büyük Valide Han’ın çatısındaki çökmenin ihmalden başka açıklaması mümkün değildir. Bunların bizi gönülden yaraladığını söylemek mümkündür. Çünkü ülkemizde restorasyona ihtiyacı olmadan ayakta duran pek çok yapı görmekteyiz. Bunlara müdahale biçimleri olarak bakım, basit onarım, esaslı onarım anlamında gerekli müdahaleler yapılmadığı takdirde pek çok kötü çalışmalar görmeye devam edeceğimiz aşikar.

Bu restorasyonları kimler yapıyor ve bu konuda ehli yeterlilikleri varmı?

Koruma kavramından yola çıkarsak, bu konuda karar alma, görevlendirme yetkileri de Kültür Bakanlığı’nda toplanmıştır. Anıtlar ve Müzeler Genel müdürlüğü, müzelerin ve ören yerlerinin yönetimini, kazı izinlerinin verilmesi ve denetimiyle ilgilenen birimidir.

Restorasyon işi tek bir mimara, iç mimara ya da restoratöre atfedilmemelidir. Süreç şu şekilde başlamaktadır. Öncelikle restore edilmek istenen yapı için belediyeye başvurulur. Eğer yapı tescilli değilse Anıtlar Kurulu’na yönlendirme yapmadan inşaat izni verebilir. Eğer yapı tarihi eserse kesinlikle Anıtlar Kurulu’na gitmek zorundadır. Anıtlar Kurulu izin verirse restorasyon projesi çizilir. Ruhsat alındıktan sonra uyumluluk için bazı belgelerin toparlanması gerekmektedir. Bu konuda ehli yeterliliklerinin olması için mimarlık ve benzeri bölümlerde eğitim görmüş kişilerin Vakıflar Genel Müdürlüğü, Anıtlar Kurulu gibi kurumlara alınması gerekmektedir. Kısacası işi bilene vermek bu sorunu çözmek için güzel bir adım olacaktır. Nitekim bu durumda mimarlık disiplini eğitimi veren fakültelere de epey iş düşmektedir. Fakültelerde, ‘rölöve’, ‘restorasyon’ derslerinin temelden verilmesi şarttır; çünkü daha sonra restorasyon ‘rezaletleri’ karşımıza çıktığında şaşırmamız doğru olmayacaktır. Bu fakültelerde verilecek dersler yapıya yaklaşırken ‘yapıların korunmaya değer olma ölçütlerini’ bilerek yaklaşacak ve müdahale biçimlerini bilip gereken ilgiyi ve alâkayı yapıya gösterecektir.

Devlet bu konuya nasıl yaklaşıyor?

Bu konuda net bişey söylemek pek de doğru olmayacaktır; çünkü muazzam derecede iyi restorasyon örnekleri de varken, rezalet derece kötü örnekler de gün yüzüne çıkmaktadır. Hatta hiç ilgilenilmeyen harabeye dönmüş tarihi mekanlarımız da bulunmaktadır.

Kılıç Ali Paşa Camii gibi muazzam restorasyon örnekleri de görüyoruz. Europa Nostra Ödülü alan bu yapı bizi muazzam derecede etkilemektedir. Çünkü bunu yapan mimar tarihin dokusuyla hemhal olduğunu benzer harç tekniğine kadar detaylı düşünerek göstermiştir.

5. Murat Av Köşkü’ne baktığımızda o dönemin şartlarıyla yapılmış bir eserin, alelade sıva ve alakasız bir renk boyayla boyanması gözümüze de gönlümüze de hakaret etmektedir. Demekki yetkililerin bu konuda projeyi yapmak isteyen mimarlık ofisi’ne karşı çok daha fazla donanımlı mimar, iç mimar, peyzaj mimarı, sanat tarihçisi, arkeolog vb. gibi ünvanda kişiler, bakanlık bünyesinde bulunmuş olsaydı bu rezalet kavramı ortaya çıkmayacaktı. Devlet bünyesine girdikten sonra ‘tasarım’ disiplini eğitimi görmüş kişilerin işlerine yeteri kadar önem vermesi için bazı dikteler uygulanması gerekmektedir ki bu tarz görüntüler ortaya çıkmasın.

Aslında şu anki resme baktığımızda vatandaşlarımızın tepkisini çeken pek çok yapı oldu. Bu yüzden daha iyisini yapmak için mimarlık şirketlerinde de yarış haline girilmeye başlandı. Bunu tetikleyen bitabii bakanlık olmuştur; ama asla yeterli değil. Beyazıt Devlet Kütüphanesi muazzam bir örnek olmasına karşın bu tarzda yapılan örnek bir elin parmağını geçmemektedir. Demek ki bu konuda bakanlık çok daha fazla çalışmak zorundadır. İyi yapılan örneklerin çokça haberi yapılırken kötü örneklere ise ceza verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bu rezaletleri önlemek için neler yapılmalıdır?

Bunun için herkese iş düşmektedir. Eğitim temelde başlar. Roma’daki tarihi çeşmeye yazı yazan bir Türk ceza aldı. Sebebi ilkokul yıllarında verilmeyen tarih bilinci. Kayseri’de pek çok kümbetin üzerinde sprey boyayla yazı yazıldığı, kesici ve delici aletlerle oyulduğunu görmek mümkündür. Sebebi tamamen yeteri eğitimin verilmemesidir. Temelden başlayan bu ‘tarihe saygı’ eğitimi ileride sağlıklı ve bilinçli nesil yetişeceğini göstermektedir.

Üniversite eğitimlerinde mimarlık fakültelerinde yinelemem gerekiyor; restorasyon ve rölöve derslerinin en az 1 dönem verilmesi ve bu derslerin birbirinin devam dersi niteliğinde işlenmesi gerekmektedir. Çünkü bir öğrenci rölöve çalışmasını bilmeden restorasyon yapamaz. Okulda uygulamalarla bu projeler desteklenmelidir. Restorasyon anabilim dallarına alınan yüksek lisans/doktora öğrencilerinin sayısı artırılmalıdır. Bu lisansüstü eğitim alan öğrenciler yurtdışında eğitim alıp aldığı ilimle iyi örnekler çıkarmaya teşvik edilmelidir.

Bununla asla bitmemektedir. Belediye, Anıtlar Kurulu, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Kültür Bakanlığı gibi kurumların bünyesinde çalışacak bu tür çalışanların sadece KPSS -yapılıyorsa mülakat- puanına bakılarak alınmamalıdır. Özellikle okul projelerinde iyi puanlar almış, koruma derslerine katılmış, restorasyon projesinde çalışmış ve o alanlarda ilgili stajlarını tamamlamış kişiler alınarak kadro hazırlanması gerekmektedir.

Sadece bu kadroyla da iş bitmiyor. Bakanın da bu konuda milli hars ve fikir duygusu gelişmiş şekilde hareket edecek, ilgili bölümlerden mezun ve kendini geliştirmiş, çalışan kadrolu elemanlardan çok daha iyi bilgiye sahip olması gerekmektedir. Böylece tarihi Kavimler Göç’ünden öteye geçmeyen, hala kimlikleri sorgulanan milletlerin tarihi eserlerine hayran hayran bakmayı bırakıp, şanlı ecdadımızın bize bıraktığı Türkistan coğrafyasında bulunan tarihi eserleri gezerek kültürümüzle hemhal olmanın zevkine varabiliriz. Aksi takdirde sloganlardan oluşan ‘40 asırlık tarihe sahip olan Türkler’ diye kalırız. 40 asırla sınırlı kalmadığına emin olduğumuz bu tarihimizin yalnız ‘ırkçılık’ gibi adlandırılacak bu röportajda demek istediğim kültürümüzle hemhal olmanın zevkini yaşamanın tadını tüm nesillere aktarmaya davet ediyorum.

Diğer Söyleşiler