Türk ordusu Afrin’e girdi. Bundan sonraki ilerlemesi hangi hat üzerine olacaktır?
Öncelikle Afrin’in içerisinde yapılacaklar var ve Afrin’de her şey henüz bitmedi. Çünkü terör örgütü çekilirken geride bıraktığı bir kısım uyuyan hücreler olabilir ve Afrin’deki nüfusun en azından belli bir bölümünün örgütle etkileşimini korumaya çalışacaklardır. Bunun için de bazı eylemler planlamış olabilirler. Yani bazı saldırılarla örgüt Afrin’deki varlığını hissettirmeyi sürdürmek ister. O yüzden tüm bu ihtimallere karşı bölgede tam güvenlik tesis edilene kadar belli bir zaman geçecektir. Bazı arama tarama faaliyetleri de yapıldıktan sonra bölgede yeni bir düzenin kullanması lazım. Yine bölge insanından oluşan yerel yöneticiler ile bir bölge düzeni oluşturulacaktır. O yüzden Afrin’de mesele bitti diyebilmek için belli bir zamana ihtiyaç var. Tabi bunun arkasından ne gelecek? Türkiye’nin bu harekâta başlarken hedefi yalnızca Suriye ile de sınırlı değil. Terör örgütünün, Irak’taki kampları da dâhil olmak üzere İran sınırına kadar olan bölgede, yuvalandığı her yerden sökülüp atılması hedefleniyor. Bunu devlet yetkilileri bize söylüyorlar. Şimdi Türkiye’nin önünde üç tane ana bölge var diyebiliriz. Bunlardan bir tanesi Münbiç meselesi, en hızlı ve en sıcak olarak gündemimizde bu var. İkincisi Fırat’ın doğusu ve ondan sonra da Kuzey Irak bölgesindeki PKK kampları yer alıyor. Bununla da hem Türkiye sınırına yakın bazı kamplar var, Sincar bölgesi var, Suriye Irak sınırına yakın ve bir de meşhur Kandil var. Bu bölgelerin hepsi Türkiye’nin yeni terörle mücadele stratejisi bakımından hedeftedir. Peki, öncelik hangisine verilecek? Bu biraz da yürütülecek olan diplomasi faaliyetleri ve sahadaki gelişmelerle cevabı verilebilecek bir husus. Şunu kastediyoruz: Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri üzerinde diplomatik baskı kurmaya çalışıyor ve devam eden müzakereler var. Münbiç ile ilgili sıcak bir krizin eşiğinden dönülmüştü. Şimdi Amerikan tarafında bir yönetim değişimi var. Muhatap değişiyor, yeni bir Dışişleri Bakanı geliyor ve bu müzakerelere devam edilecek. Belirli alanlarda bazı anlaşmalara varıldığı söyleniyor, henüz bunların mahiyetini ve iç yüzünü bilmiyoruz. Ama her ne olursa olsun eğer bir anlaşma varsa ilk etapta YPG unsurlarının Münbiç’ten çekilmeleri beklenir. Bir anlaşmanın olabilmesi için asgari şart bu çekilmenin gerçekleşmesidir. Fırat’ın doğusu için Türkiye’ye bir takvim veya bir kısım güvencelerin verilmesi veya Amerika’nın, Suriye’nin doğusuyla ilgili planlarını değiştirdiğini gösteren somut adımlarının görünmesi lazım. Fakat bunlar bizim için henüz meçhul. Masada bir şeyler konuşuluyor ama ne konuşulduğunu bilmiyoruz. Başka taraflara baktığımızda Irak’la ilgili meselenin bir hayli telaffuz edilmeye başlandığını görüyoruz. İşin bu kısmı da önemli çünkü Sincar bölgesi yeni bir Kandile dönüştürülmeye çalışılıyor terör örgütü tarafından. Bu bölgenin birçok yere yakın olmak bakımından önemli bir özelliğe sahip olduğunu biliyoruz. Hem Suriye’ye hem Türkiye’ye çok yakın. O yüzden buradaki terör hedeflerine yönelik bir harekât da görebiliriz veya tam bunlar konuşulurken de Münbiç’in hareketlendiğini görebiliriz. Türkiye’nin değişik gerekçeler göstererek Fırat’ın doğusundaki harekâtını başlatabilecek noktalar var. Bunlardan bir tanesi Süleyman Şah Karakolu’nun bulunduğu yer. Bildiğiniz gibi burası Türkiye toprağıydı. Güvenlik gerekçeleriyle boşaltılmış olsa da orası hala Türk toprağı. Fırat’ın doğusundan batısına doğru önemli bir köprü özelliğine sahiptir. Onun dışında Türkiye’ye çok mülteci gönderen, PYD-YPG baskısıyla yerlerini, yurtlarını terk ederek Türkiye’ye gelen nüfusun yaşadığı bölgeler var. Tel Abyad bunlar arasında ve PKK’nın diğer iki kantonu arasında yer alıyor. Dolayısıyla bundan sonraki adımda harekâtın başlayabileceği birçok nokta sayabiliriz. Ama dediğim gibi bunu tayin edecek şeylerin en başında diplomasi gelecektir. Zeytin Dalı Harekâtı’nı başarılı kılan hususlar arasında Türkiye’nin askeri caydırıcılığını, diplomasi alanındaki adımlarıyla da uyumlaştırması geliyor. Şimdi bu ikinci safha için ve diğer safhalar için de benzer bir diplomatik hazırlık sürecine ve bu girişimlerden sonuç alınmasına ihtiyaç var.
Amerika “Münbiç’e giremezsiniz” derken, Türkiye, Münbiç’in de kesinlikle terörden arındırılacağını söylüyor. Bu aşamada ABD ve Türkiye arasındaki ilişkiler hangi yöne doğru evrilir?
Eğer Amerika Birleşik Devletleri bu pozisyonunda hiçbir esneme göstermezse o zaman Türk-Amerikan ilişkileri tarihindeki en büyük krizlerden birini yaşar. Çünkü Türkiye’nin terörden ne kadar çok çektiğini tekrar söylemeye gerek yok. Bu sefer büyük bir kararlılıkla terör meselesini, terör örgütünün üzerine giderek çözmek için bir seferberlik halinde çok büyük bir kamuoyu desteği var. Türkiye tarihte çok az konuda böyle bir mutabakat sergiledi. O yüzden bu kararlılık muhakkak sahada eyleme dönüşmeye devam edecektir. O yüzden Amerikalıların terör örgütünün yanından çekilmemeleri, bu örgütle iş birliğini korumaları, Münbiç’te bu terör örgütünü tutmaları, Fırat’ın doğusunda bu örgüte kol kanat germeleri, tüm bu adımları devam ettirmeleri iki ülke ilişkilerine tamiri çok zor, çok ağır hasarlar verecektir. Ve bunlar sıcak krizlerle karşımıza her an çıkabilecek olan hadiselerdir. Yani hayali senaryolar değil çok önemli, hemen karşımızda bulabileceğimiz krizler.
Türkiye’nin, Afrin ve Münbiç üzerindeki ilerlemesi İran ve Rusya’yı ne derece rahatsız etmiştir? Onlar açısından durum nedir?
Bir taraftan bir rahatsızlık meselesi var. Bir taraftan da bir başka planın ve stratejinin de olduğunu görüyoruz. Onu da şöyle izah etmek mümkün, bu eski kadim strateji biliminin meşhur ustaları arasında malumunuz Çinli Sun Tzu vardır. Savaşmadan savaş kazanmanın yöntemlerini anlatırken şunları söyler: Savaşmadan savaş kazanmak için temelde iki şeyi yapmak gerekir; düşmanın müttefiklerine saldırmak ve düşmanın planlarına saldırmak. Şimdi Rusya açısından bakıldığında Suriye’deki büyük rakibi Amerika Birleşik Devletleri. Amerika ile doğrudan çatışmaları iki büyük nükleer güç açısından risk eşiği yüksek bir durum. Bu yüzden de birbirlerinin müttefiklerine ve planlarına saldırmayı tercih ediyorlar. Şimdi Amerika planını PYD-YPG’yi kullanarak kurdu. Bunun üzerine bir plan inşa etti. Ama bir taraftan da Türkiye ile olan bağlarını koparmak istemiyor. Rusya, Afrin operasyonunun önünü açarak Türkiye ile Amerika arasındaki bağları sınadı. Çünkü Türk devleti ve kamuoyu şu karşılaştırmayı yaptı: Ruslar hava sahasını açık tutarak Türkiye’nin PKK’ya karşı operasyon yapmasına izin verirken, Amerikalılar bu örgütü koruyorlar. Dolayısıyla Türkiye’nin Batı ile olan bağlarının gevşemesini sağladı. Rusya açısından başarılı bir hamle... Aynı zamanda da Amerika’nın diğer müttefiki yani PYD-YPG’ye saldırılmasını da sağladı. Dolayısıyla bunun üzerinden de Amerika’nın kurduğu planın sarsılmasını temin etmiş oldu. O yüzden Rusya açısından Afrin’deki gelişmeler başarılı. Tüm bunları yaparken PYD-YPG ile tüm köprüleri atmamaya da gayret etti. Türkiye’nin baskısıyla Afrin’i rejime terk etmelerini telkin ettiler. Bu tür görüşmelerin yapıldığını biliyoruz.
İran’ı da resme eklediğimizde hadisenin bir başka boyutu da şöyle: Türkiye’nin Afrin’de başarılı olması demek, Fırat Kalkanı bölgesiyle İdlib bölgesinin, oradaki muhaliflerin bulunduğu bölgenin birleşmesi anlamına geliyor. Ve orada ulusal ordu denilen ÖSO gücünün kuvvetlenmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla Suriye içi dengeler açısından bunu, geleceğe dönük olarak bir tehdit kabul ediyorlar. O yüzden de Türkiye, Afrin’de harekâta devam ederken bir taraftan da rejimle barışmasını, rejim ile doğrudan temasa geçmesini isteyen telkinlerle karşılaştık. Aynı zamanda İran’ın eğittiği, İran’la bağlantılı ve Suriye rejiminin doğrudan uzantısı konumundaki milislerin Afrin’e doğru yönlendirilmesine şahitlik ettik. Ve o yüzden üzerindeki Amerikan baskısı artmaya başladığı için onu da hesap ederek davranan bir İran var. O yüzden çok yüksek dozdan Türkiye’ye çelme takmasa bile, gelişmelerden fazla da memnun olduğunu söyleyemeyiz.
Astana görüşmelerinin vadesi sizce ne kadardır? Astana’da toplanan ülkeler, sonuna kadar beraber kalabilirler mi? Yoksa masa dağılır mı?
Astana’nın mantığı şuna dayanıyor: Suriye İç Savaşı çok büyük bir yıkım getirdi. Yıkım yeni savaşların kapısını açtı ve Suriye’deki istikrarsızlık herkese zarar veriyor. Yani iç savaşın hangi tarafında olursanız olun. O yüzden de bu meselenin bir siyasi çözüme gidilebilecek bir biçimde çatışmaların dondurulması lazım. Bunun üzerinden de bir siyasi çözüm aranması lazım. Şimdi böyle bir genel çerçeve var. Bu bize şunu ifade ediyor; diyor ki Suriye’de herkesin terörist saydığı unsurlar var, DAEŞ var, El-Kaide türevi unsurlar var. Astana masasının tamamı, Cenevre masasının tamamı bu unsurları terörist olarak görüyor. Ancak diğer tarafta ise muhalifler var, rejim var ve rejimi destekleyen güçler var. Bu ikisi arasında çatışmaları durdurmak ve bir çatışmasızlık iklimi yaratmak, onun üzerinden de müzakerelerle bir çözüm sürecinin önünü açmak. Fakat tabi masada aktörlerden bir kısmının çıkarları bununla tam örtüşürken, diğerleri daha fazlasını istiyorlar. Örneğin Türkiye, Astana masasına oturarak krizin belli bir siyasi çözüme doğru evirilmesini istedi. Çünkü Amerikalıların başka bir şeye çalıştıklarını gördü. Amerikalıların yapmaya çalıştıkları şeyin, doğrudan Türkiye’nin güvenliğine tehdit olduğunu fark etti Türkiye. Fakat İran, özellikle Suriye tarafından bakıldığında ise bir mutlak zafer arayışının karşımızda olduğunu görüyoruz. Yani müzakere ile biraz karşı tarafa da alan açarak bir çözüme ulaşmaktansa, Suriye’de askeri olarak Suriye’nin tamamını önce kontrol etmeyi hedefleyen bir yaklaşım tarzı var. Rusya bu ikisinin arasında bir yerde duruyor. Gitmek istediğinden fazla uzaklaşmıyor Esed ve İran’dan. Ancak Suriye’de bir askeri çözümün mümkün olmadığını, Suriye’de askeri olarak Suriye’nin tamamının kontrol edilemeyeceği yönündeki mesajlarını vermeyi de sürdürüyor. Bu pozisyon Türkiye’ye yakın ama fiilen, sahada da müttefiklerini desteklemeyi sürdürüyor. Rejimin Doğu Guta harekâtını sürdürmesini destekledi ve Birleşmiş Milletler’de bazı kararları veto etti. Şimdi bir taraftan siyasi çözüm deyip bir taraftan da büyük sivil ölümlerine yol açan operasyonlar devam ederse, işte o zaman bu Astana masasının ayaklarının sarsılmaya başladığını ve taraflar açısından anlamsızlaşmaya başladığını görebiliriz. Doğu Guta’daki süreç bu bakımdan alarm veren bir süreç. Bunun İdlip safhası da görülmeye başladığında, Astana sürecindeki mutabakat daha da örselenmiş olacak. Buna rağmen aktörler süreci yürütebilirler mi veya yürütmeye çalışırlar mı? Bu da bir ihtimaldir ama o zaman masanın diğer tarafında makul bir aktör olarak durması beklenen muhalefetin içinden, bu sürecin dışına çıkmaya başlayan unsurların sayısı artacak ve Türkiye’nin makul muhalefet üzerindeki ikna edicilik kabiliyeti azalacaktır. Ve biz, en azından belirli bölgelerde, çatışmaların devam edeceğini görebiliriz.
Türkiye’nin askeri operasyonlardaki, siyasi beklentisi ne olmalıdır? Kurulacak hangi sistem Türkiye’nin en büyük kazancı olur?
Türkiye’nin kârına olacak olan durum, Suriye’de makul bir çözümün iç savaşı bitirmesi olacaktır. Bu çözüme bağlı olarak aynı zamanda Türkiye’nin kontrol ettiği bölgenin orta yere çıkardığı yapıların da söz sahibi olacakları bir çözümün bulunması lazım. Yani yeni Şam kurulurken o yeni Şam’ın paydaşları arasında Türkiye’nin güvenebileceği adreslerin bulunması icap ediyor. Zira Türkiye bu bölgedeki güvenliği emanet edebileceği güvenilir bir muhatap arayışında olacaktır. Bunun için de güvenebileceği bir iktidar yapısını Şam’da bulması icap ediyor. Bu da iki tane faktörle mümkündür. Türkiye’nin askerî harekâtını devam ettirmesi, Suriye içi dengelerde Suriye’de çözümü öngören masalardaki ağırlığını arttırıyor, söz hakkını ve gücünü arttırıyor. Böylece Türkiye’nin yanında bulunan gruplar da gelecekteki çözümün paydaşları arasına giriyorlar. O yüzden Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelerde ortaya çıkan örgütlenmelerin siyasi çözüm sürecine entegre olmaları Suriye’nin geleceği ile ilgili Türkiye açısından da önemli. Bu gerçekleşirse Türkiye en azından yakın vadede kendisine yönelik tehdidin hafiflediğini, azaldığını düşünebilecek. Orta vadede ise, tabi Ortadoğu’daki güç dengeleri çok kaygan, dışarıdan büyük güçlerin müdahaleleri var. Bunların daha da artabileceği bir döneme giriyoruz. O yüzden orta vadeli dinamikler de belirginleştikten sonra önümüze nihai bir formül çıkabilecektir. Hangi formül karşımızda olursa olsun tek başımıza biz bir kalıcı sistemi hayata geçirmekte zorlanabiliriz. Diğer aktörlerin de hesaba katılması gereken bir ideal formülü Türkiye, sahada olduğu kadar diplomasi masasında da inşaya ve savunmaya çalışmalıdır.
Suriye’ye düzenlediğimiz harekâtlarda, hükümet yetkililerinden Türk kamuoyuna yönelik aslında kendilerinden duymaya pek de alışık olmadığımız tarzda milli bir söylemin hâkim olduğunu görüyoruz. İçte durum böyleyken dışta, Suriye meselesiyle ilgili konularda, asla Türk ve Türkmen kelimelerinin ağızlara bile alınmadığını görüyoruz. Bu çelişkiyi nasıl değerlendirirsiniz?
ÖSO’nun içindeki Türkmen unsurlar Fırat Kalkanı bölgesindeki yeni Ulusal Ordu’nun çekirdeğini oluşturuyorlar. Şöyle bir şey belki düşünülüyor olabilir: Yeni Ulusal Ordu’nun büyümesi murad ediliyorsa buna tabi diğer birçok unsur da eklenecektir ama Türkiye ile bağını temelde bu Türkmen ana gövde oluşturacak. O yüzden de bu Türkmen ana gövdenin, nasıl diyelim, varlığı muhafaza edilirken az vurgulanmasında belki bir şey murad edilmiş olabilir. Bu bir ihtimal... Fakat şunun göz ardı edilmemesi lazım, PKK’nın ve Rejim’in propagandalarına karşı belki bir söylemde perdeleme görebiliriz ama bu hakiki bir unutuşa dönüşmüşse eğer, sahada ve yapılan uygulamalarda, o zaman tabi çok vahim bir yanlışla yüz yüzeyiz demektir. Türkiye bu yanlışları zamanında yaptı. Suriye Savaşı’nı başından itibaren Türkmenleri merkeze alan bir yapılanmayı inşa edebilmiş olsaydı sahada bir askeri güç olarak o zaman hadisenin gidişatına müdahil olma imkânı çok daha farklı olabilirdi. En azından bunun son dönemde fark edildiğini düşünüyoruz. Fırat Kalkanı bölgesinde eğitilen bir kısım gruplara bakıldığında ve nitekim sahadaki tecrübenin de ışığında, bu kazanımdan Türkmen unsurların eğitilmesi ile ortaya çıkan gücün değerinin görülmesi ve bilinmesi lazım. Aksi takdirde bazı disiplinsiz grupların sergiledikleri manzaralar, son dönemde yine gündemdeler, bunlarla bir yanda toplanan bir yanda dağılan grupların ahenksizliğiyle Türkiye tekrar yüzleşmek durumunda kalır. Türk milletinin Suriye’deki harekâta verdiği desteğin sebeplerden bir tanesi PKK teröründen kurtulmaksa, diğeri de Türkmenlerin veya Türkiye’ye dönük Türk kesimlerin güvenliğinin kalıcı olarak sağlanmasıdır. Bu denklemden Türkmenlerin çıkarılması, ihmal edilmesi, yok sayılması asla kabul edilemez.