Ülkemizi etkisi altına alan Covid-19 virüsü salgını sebebiyle gündemimiz de yoğun bir şekilde salgın merkezli ilerlemekte. Lakin salgın öncesinde çok önemli adımların atıldığı ve hala önemini koruyan bir Doğu Akdeniz meselemiz var. Doğu Akdeniz’de son durum nedir? Türkiye’nin bölgede attığı adımları neticesi ne oldu?
Türkiye’nin korona virüsü ile mücadelede, dünya üzerinde diğer devletlerin maruz kaldıkları iç problemlere ve bu iç problemlerden ötürü yaşadıkları kriz sürecine baktığımızda; Türkiye’nin diğer ülkelere nazaran bu süreci çok başarılı bir şekilde yönettiğini ve bunu yaparken bulunduğu coğrafyada da herhangi bir boşluğa mahal vermediğini görüyoruz. Türkiye, Karadeniz’deki, Ege Denizi’ndeki ve Akdeniz’deki mevcut haklarını ‘Mavi Vatan’ kavramı içerisinde koruduğunu ve bu alanlarda etkin bir şekilde askerî, hidrokarbon ve diğer faaliyetlerini yürütmekte olduğunu görmekteyiz.
Doğu Akdeniz meselesinde son duruma baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gösterdiği kararlılık neticesinde kimsenin bu süreçte Türkiye’nin karşısında bir refleks gösterme arzusunda olmadığını net bir şekilde görüyoruz. Dünyada cereyan eden petrol krizi ile enerji anlamında batının yaşadığı şok ve dalga dalga gerçekleşen siyasi artçı şoklara baktığımızda Türkiye’nin, tam anlamıyla bölgedeki hâkimiyetini tesis etmiş durumda olduğunu görüyoruz. Özellikle de enerji faaliyetlerini devam ettirme konusunda gösterdiği kararlılıkla zaten bunun net bir şekilde ortaya koymuştur. Tabii Türkiye’nin bölgede attığı adımların neticesinde ne oldu diye bakmak lazım. Türkiye, Güney Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 2000’li yıllardan sonra ortaya koyduğu özel münhasır ekonomik bölge çabalarının karşısında bugüne kadar net bir duruş sergilemiştir ve bu net duruş Doğu Akdeniz’de herhangi bir oldubitti yaşanmasına müsaade etmemiştir. Bu kararlılığı sergilerken bütün taraflara çok hüsnüniyet içerisinde uzlaşı ve iş birliği çağrısında bulunmuştur ki bunu yaparken herhangi bir şekilde bölgede bir çatışma çıkarıcı değil, barış inşa edici adımların atılması gerektiği yönünde çağrılarda bulunmuştur. Türkiye, Kıbrıs Türklerinin ve kendisinin, deniz yetki alanlarında hakları bulunduğunu ilgili taraflara; GKRY’e, Mısır’a, Yunanistan’a, Avrupa Birliği’ne, Amerika’ya çok net bir şekilde ifade etmiştir ve kendi yetki alanları içerisinde, bu en önemli husus, herhangi bir surette hiçbir yabancı geminin izinsiz bilimsel araştırmada bulunmasına müsaade etmemiştir. Bu, Türkiye’nin hem Kıbrıs Türklerinin hem kendisinin haklarını korumakta kararlı olduğunu göstermektedir. Bu adım, boru hattından kablo projelerine kadar bütün hayali projeleri tarumar etmiştir. Neticede bölgede Türkiye olmadan, hiçbir kıyıdaş ülkenin ve hatta küresel güçlerin plan yapamayacağını ortaya koymuştur. Türkiye, hassasiyet göstererek kendi yetki alanlarımızda ‘Mavi Vatan’ kavramı içerisinde hiçbir surette bir oldubitti oluşmasına da müsaade etmeyecek bir Türkiye olduğunu gösteren bir liderlik sergilemiştir ve bu yüzden özellikle Batı tarafından çok eleştiri almıştır, “hukuka aykırı davranıyor” gibi lanse edilmiştir. Oysa bu süreçte tamamen algı operasyonu gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.
Türkiye bugün Doğu Akdeniz’de her türlü anlamda hâkimiyetini bütün taraflara kabul ettirmeyi başarmıştır.
Doğu Akdeniz’de tek taraflı olarak doğalgaz arayan Rum Kesimi yaptığı açıklamasında, “Yavuz’un çalışmalarının yasa dışı olduğu ve derhal durdurulması gerektiği” iddia etti. Ardından, Yavuz’un Doğu Akdeniz’e yeniden gönderilmesine ilişkin Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ve AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Josep Borrell ve Yunanistan hükümeti ile görüştü. Bölgede yeniden bir hareketlilik söz konusu mu?
Yavuz’un bölgeye tekrar gönderilmesinin ardından Rum Yönetimi, gerek Avrupa komisyonu gerek Avrupa Birliği gibi taraflarla istişareye başladı. Rum lider, Yavuz’un Doğu Akdeniz’e gönderilmesinin değerlendirilmesini yapacak birtakım programlara eşlik edecek. Bölgede yeniden hareketlilik söz konusu mu diye baktığımızda; yeni bir hareketlilik şu an için mümkün değildir. Çünkü biliyorsunuz ki tüm dünya korona virüsü ile mücadele ediyor ve Batı ülkeleri şu an kendi içerilerinde çok daha ciddi problemlerle uğraşmaktadır. Bütün bu problemlere ve Türkiye karşıtlığına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti uluslararası alanda yankı uyandıran insanî duruş sergilemiş ve bütün mağduriyet yaşayan Batı ülkelerine tıbbî yardım göndermiştir. Bu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, insan haklarına ve etik değerlere ne kadar ehemmiyet verdiğinin bir göstergesidir. Bu Türk halkının binlerce yıllık geleneğinin ve İslam ahlâkının getirdiği bir duruştur. Bu duruşu bütün dünyaya yansıtmak önemlidir. Tabii ki burada yeniden bir hareketlilik olması fiilî olarak sondaj gemilerinin bölgeye gelmesi mümkün değildir. Gemiler takriben 2021-22 gibi bölgeye gelme ihtimalleri söz konusu olabilir ama o da henüz kesin değil çünkü bu parsellerle ilgili uzun süreli öteleme söz konusudur. Bu da şunu ortaya koymaktadır: Rum yönetimi veya Yunanistan hiçbir surette Türkiye’nin karşısında bir adım atamayacaktır. Burada nasıl bir hareketlilik olabilir diye baktığımızda ise hareketliliğin tamamen siyasi nitelikli mesajlardan ibaret olacağını belirtmek gerekmektedir. Zira Avrupa Birliği, Rum liderliğinin bir şımarık çatısı gibi her fırsatta deniz hukukunda uygulanması gereken prensipler var olmasına rağmen bunları göz ardı ederek, bölgeye kıyısı en uzun olan ülkenin Türkiye olduğunu gerçeğini dikkate almayarak, Türkiye’ye karşı eylemde bulunma çabası içerisine girmiştir. Bütün bunlara bakınca yapılacak olanlar hiçbir surette sonuç doğurmayacaktır çünkü Türkiye için bu işin şakası yoktur. Türkiye, gelinen süreç her ne olursa olsun ne Doğu Akdeniz’de ne Adalar Denizi’nde herhangi bir surette tavize müsaade etmez. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ne hareket yapılırsa yapılsın hem siyasî yollarla hem askerî yollarla gereken refleksi göstermekte kararlıdır. Tabii ki Türkiye her zaman uluslararası alandaki çatışmaları barışçıl yollarla çözmeyi kendisine görev edinen ve bu yönde ilgili taraflara diyalog çağrısında bulunan bir ülkededir. Fakat her zaman gerek Yunanistan gerek Avrupa’daki kimi temsilciler bunu görmezden gelerek Türkiye’yi bu konularda pasifize etme çabası içerisindedir. Fakat şu var ki özellikle belirtmek gerekiyor: Güney Kıbrıs şu an enerji faaliyetlerini durduruyor olsa bile komşu bölgelerde; Lübnan’da, İsrail’de, Mısır’da hidrokarbon faaliyetleri sürüyor ve Güney Kıbrıs’ın elini kuvvetlendirmek adına Batı dünyasının ve ABD’nin Vasilikos Limanı’nda enerji tesisi yapma çabası içerisinde olduğunu görüyoruz. Sonuçta Güney Kıbrıs’ın bir enerji merkezine sahip limanlara sahip olması yönünde bir destek var. Zaten Güney Kıbrıs’ın hâlihazırda ciddi ihtilaflara sahip konuları da var. Örnek vermek gerekirse: sömürüden kaynaklanan 12. parsel (Afrodit Sahası) ihtilafı. Bu çetrefilli olarak nitelendirebileceğimiz konular içerisinden bir tanesiydi.
Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın bu hukuk dışı ve gayriahlaki tutumlarına baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 1 değil 10 adım öndedir. Çünkü Türkiye’nin kimseye ihtiyacı yoktur ve bugün bölgede 3 tane sondaj gemisi, 2 tane yüksek donanımlı sismik araştırma gemisi mevcuttur. Bunların destekçi gemileri ve kendi personelini yetiştiren bir Türkiye vardır. Zira hidrokarbon faaliyetleri uzun süreli faaliyetlerdir. Yani “Hadi şimdi gidiyorum sondaj yapıyorum, hadi gazı buldum köşeyi döndüm” uygulaması değildir. Mısır yaklaşık 10, İsrail 15 yıldır sismik araştırma yaparak yeterli gaza ulaşmaya çalışmıştır. Bölge ülkelerinin geçmiş hidrokarbon faaliyetlerine baktığımızda aşağı yukarı 15 yıl geçiren ülkeler vardır. O yüzden bu uzun soluklu bir süreçtir ve Türkiye tarafından, bu süreç içerisinde araştırmaların aralıksız devam ettirilmesi herhangi bir şekilde başkasına muhtaç olunmaması fevkalade önemlidir. Bu hem jeoekonomik hem jeostratejik hem jeopolitik olarak denizcilik faaliyetlerimizde Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin elini güçlendiren bir durumdur. Bölgede deniz ticareti ve deniz ulaşımı hususunda bölge devletlerinde yaşanan gelişmelere baktığımızda en güvenilir kıyıya olan ülke Türkiye’dir. Dolayısıyla böyle bir ülkenin varlığı sadece bölge coğrafyası için değil Batı coğrafyası için de çok ciddi bir konudur.
Tüm bu yaşananlardan yola çıkarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgedeki politikası hakkında neler söylemek istersiniz?
Türkiye Cumhuriyeti, her zaman hakkaniyet esasına dayanan, uluslararası barışı ve güvenliği destekleyen, çatışmaları diyalog yoluyla çözme yönünde adımlar sergileyen, gerçekten de insanî olarak ayrım yapmaksızın bölge halkına elini uzatan, bizzat kendi bağrımda besleyen ve bunu net bir şekilde ortaya koyan bir ülkedir. Politika açısından baktığımızda gerek Kıbrıs konusundaki sergilenen ciddi duruş, Suriye konusunda atılan adımlar, son dönemlerde öne çıkan adaların silahlandırılması hususu ve aynı zamanda virüsle mücadelede uluslararası dayanışma organlarıyla birlikte hareket gibi meselelere baktığımızda Türkiye, gerek bölgede gerekse uluslararası alanda prestij sahibi güçlü bir ülkedir. Türkiye, bölgede yaptığı hamleler ile yeni dünya düzenine eli güçlü girecektir. Ayrıca bölge liderliğinden, yavaş yavaş küresel bir aktör olmaya doğru ilerleyen bir ülkedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bölge politikası son derece yerindedir. Daha önce de dediğim gibi gerek donanmasıyla gerek bu tür faaliyetleriyle herhangi bir oyuna müsaade edilmeyeceğini de net bir şekilde göstermiştir. Türkiye bundan sonra gerek kendisi gerek Kıbrıs Türkleri aleyhine olan tüm projelerin karşısında olacağını göstermektedir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde son günlerde bir ilaç krizi söz konusu. Bu krizi bizlere anlatabilir misiniz?
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ilk vakalar başladığı zaman Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Sağlık Bakanı Ali Pilli’yi arayarak bizzat yakından ilgilenmiş ve herhangi bir şekilde bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını dahi sormadan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne tıbbî malzeme desteklerini başlatmıştır. Bununla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, kendi bakan yardımcısını Kıbrıs Türklerine yardım için görevlendirmiştir. Bakan Yardımcısı zaten daha sonra Ankara Büyükelçisi ile iki ülke arasında bir hibe anlaşması yaparak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ciddi anlamda tıbbi malzeme ve ilaç göndermeye başlamıştır. Herhangi bir surette ihtiyaç olduğunda doğrudan Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın aranması imkânı sağlanmıştır. Tabii bunlar devam ederken Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Ersin Tatar’ı sürecin başında telefonla arayarak gereken hassas duruşu ve dayanışmayı, Kıbrıs Türklerinin her an yanında olduğunu belirten bir mesaj vererek yine ihtiyaç olup olmadığına bakmadan gereken desteğin verileceğini net bir şekilde ortaya koymuştur.
Şimdi burada Mustafa Akıncı, Türkiye’ye yabancı bir ülke gibi muamele gösteren ve bunca yıllık var olan birliğimizi, soy bağımızı hiçe sayan ötekileştirme anlayışı içerisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir mektup göndermiş ve Kıbrıs Türkleri için yardım istemiştir. Mektup çok daha sonradan gönderilmiştir yani Ersin Bey ile Erdoğan’ın görüşmesinden sonra gönderilen bir mektuptur. Bu zamana kadar mektuba hiç gerek kalmaksızın Anavatan, Kıbrıs Türklerine gerekli desteği göndermeye zaten başlamıştır. Yani bu mektup çok gereksiz bir mektuptu ve bu mektubu Akıncı sadece Türkiye’ye değil, yine Avrupa Komisyonu’na da Dünya Bankası’na da BM’ye de göndermiş ama kimseden cevap almamıştır. Kendisinin muhatap alınmamasını içselleştirerek bunu çok hiddetli bir şekilde, “Erdoğan yazdığım mektuba dahi cevap vermedi” diyerek eleştirmiştir. Geçtiğimiz günlerde de Rum basını bunu çok net bir şekilde ifade etmiştir. Akıncı’nın, Rum lider Anastasiadis’i telefonla arayarak Kıbrıs Türkleri için yardıma ihtiyaçları olduğunu dile getirmiştir. Mustafa Akıncı kendi Cumhurbaşkanlığı bünyesinde kurdurduğu iki toplumlu teknik komiteler bünyesinde bu yardımları istişare etmesi için bir komite görevlendirmiştir ki gelecek yardım bu komite üzerinden adaya sokulabilsin. Akıncı bu ilaçları Güney Kıbrıs’ta imal ettiğini belirtmiştir ve Avrupa’nın vereceği yardım içerisinde olmadığından bu yardımın Rum tarafından gönderildiğini belirtmiştir. Bu klorakin denilen ilaçlar Güney Kıbrıs’ta üretilmektedir ve bu ilaçlar üretilmesine rağmen Kıbrıs Türklerine sadece 4000 hap gönderilmiştir. Yani sadece 20 paket hap ve tabii biraz da tıbbi malzeme gönderilmiştir. Tabii ki bu sebeple Mustafa Akıncı çok tepki çekmiştir çünkü Akıncı’nın, Lefkoşa Belediye Başkanıyla -Akıncı’nın kendi partilisidir çünkü- birlikte hareket ederek habersiz bir şekilde adaya ilaçları soktuğu Ersin Tatar tarafından açıklanmıştır. Bu gerçekten ülkede hoşnutsuzluk yaratan bir durum olmuştur çünkü halk çeşitli ekonomik sıkıntı ve kaygılar yaşarken Mustafa Akıncı sürecin en başından beri halka bir umutsuzluk verme çabası içerisinde, hep mağduriyet hep ajitasyon içerisindedir. Geçmiş döneme baktığımızda Mustafa Akıncı, korona virüsünün başladığı ilk dönemde “binlerce hasta olacak baş edemeyeceğimiz” gibi kötü senaryolar çizmiştir. Bundan sonraki süreçte de aynı şekilde “Kıbrıs Türkleri olarak ciddi sıkıntı içerisindeyiz” gibi halka negatif mesajlar verildiğini gördük. Tabii ki bu süreci çok iyi yöneten, Başbakan Ersin Tatar ve hükümetidir. Geldiğimiz noktada bütün imkânları kullanarak işsiz kalan insanlara dahi şu an 1500 TL yardım yapmaktadır ve bu süreç en başından beri çok az vakayla, çok iyi bir yönetimle, iyi bir kısıtlamayla, düzen sağlayıcı bir otoriteyle yönetiliyor. Bu çok önemlidir Kıbrıs Türkünün bugün en az şekilde mağduriyet yaşamasını sağlamıştır. Ümit ediyorum bundan sonra da bu şekildeki adımlar hükümet tarafından atılacaktır.