Geçtiğimiz günlerde İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Yunusi “Ülkede Türk yok, Azeriler Türkleşmiş Farslardır.” diye bir açıklama yaptı. Bu açıklamaya İran Türklerinin yoğun tepkisi oldu. Bu laf nereden çıktı ve bu açıklamayı nasıl değerlendirmek gerekiyor?
İran 1925’e değin Gazneli, Selçuklu, İlhanlı, Selçuklu, Atabeglikler, Timurlu, Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi, Afşar ve Kacarlar gibi Türk devletlerince yönetilmiştir. Bugünkü modern, merkeziyetçi ve Fars kimlikli anlayışa sahip olan İran’ın doğuşu 1925’tir. Yine bu devletin kurulmasında başta İngilizler olmak üzere diğer Batılı ülkelerin de ve hatta Rusya’nın da kısmen rolü vardır. İngilizlerin ve Rusların anlaşması sonucu İran coğrafyası Türklere teslim edilmek istenmedi. Biliyorsunuz İran coğrafyası, Türkistan coğrafyası ile Türkiye coğrafyasını birbirine bağlayan en önemli köprüdür. Bu nedenle de bu coğrafya Türklerin elinde bulunsaydı herhalde Batılıların stratejik çıkarları açısından ciddi sorunlar ortaya çıkabilirdi. Bir de Osmanlı ordularının İran’ın kuzeybatısına ve aynı zamanda Azerbaycan’a doğru hareketlerini de göz önünde bulundurursanız bu ister istemez Batılılar için Türklere bırakılacak bir coğrafya olarak düşünülemezdi. Bu nedenle de farklı bir devlet anlayışına sahip olan yeni bir İran oluşturuldu bu coğrafyada ve o tarihten itibaren modern İran’ın savunduğu yeni kimliği esaslandırmak için tarih yazıldı. Bir kimlik inşasına başlanıldı ve bu kimlik inşasında ister istemez Türkler ciddi bir sorundu. Çünkü ülke nüfusunun nispi çoğunluğu Türklerin elindedir. Ve Türkler İran coğrafyasında diğer etnik unsurların aksine yöresel bir dağılıma sahip değildirler. Tam tersine ülkenin her yerinde yaşamaktadırlar. Bu bağlamda, bu anlayışı savunanlar ister Pehlevi döneminde ister İran İslam Cumhuriyeti döneminde olsun, İran’daki Türkleri kendi kimliğinden kopararak hayali bir Azeri kimliğiyle istedikleri tarzda Farslığa perçinlemek istiyorlar. İran’daki Türkleri kendi kimlikleri açısından sorunlu bulmakta ve onları bir türlü etkisiz hale getirmek için Azeri ismini veyahut Azeri adında İrani bir kimliği dayatmaya çalıştılar. Bununla da Türklerin İran’daki asimilasyon sürecini hızlandırarak kendi lehlerine tabloyu değiştirmek istediler. Yunusi’nin açıklamaları da bu yönde bir açıklamadır.
Hocam yine Yunusi’nin bu açıklamasından sonra Ruhani’den müspet ifadeler de geldi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İran’da devlet bünyesinde bu konuda ılımlı bir biçimde mi yoksa radikal tarzda mı bu sorunu çözelim diye farklı görüş ve yöntemler uygulanmaktadır. Ama Ruhani’nin kendisi de Türklerle ilgili olumlu şeyler söylemiş olsa da Cumhurbaşkanlığına gelmeden önce verdiği sözler vardı, Türk Dil Kurumu’nun açılması gibi ama bunların hiç birisini uygulamadı. Türkleri sadece bir oy potansiyeli olarak değerlendirdi. Yani bu açıdan, bu sözler birkaç hoş ifadeyle işi geçiştirmektir. Başka bir şey değil.
Rusya ve İran’ın anlaşması üzerine Rusya’da Farsça, İran’da ise Rusçanın ikinci eğitim dili olarak kabul edileceği konuşuluyor. Ve bu durum Türklerde yoğun tepkilere sebep oldu çünkü Ruhani’nin seçim öncesi verdiği vaatleri tutmadığını biliyoruz. İran’ın bu adımı hakkında ne söylemek istersiniz?
Bir ülkeye yönelik sağlıklı bir siyaset uygulanacaksa, o ülkedeki bir takım doğrular üzerinden hareket etmek gerekiyor. Hayallerimize kapılarak “bu ülkede Türk yoktur” demek işi uçuruma götürmek demektir. İran’daki Türklüğü işin sonunda İran devleti de Fars aydınları da kabul etmek zorundadır. Çünkü bu bir gerçekliktir, bunu inkâr edemezsiniz. Rusçanın İran’da bir ikinci dil olarak okutulması, dış politikada Rusya ile İran’ın işbirliği ile ilgilidir. Ama bunun karşılığında Farsçanın da Rusya’nın genelinde bir ikinci dil olarak okutulması bana göre mümkün değil. Zaten bu iki durumda hoş karşılanmaz. Çünkü bu, İran için Rus kültürünün yayılması demektir. Aslında bu da İran devletinin nasıl bir çıkmazda olduğunu gösteriyor. Bir şeyi daha göz önünde bulundurmak lazım, Farsça kabuğunu kırarak global dünyaya çıkmak istiyor. Oysa ki Farsçanın konumu, nüfus yüzdeleri ve İran dışındaki bu dili konuşan nüfusun Afganistan ve Tacikistan gibi çok uç bölgelerde yaşaması aslında Farsçanın global bir dil olmasını da ciddi bir biçimde engelliyor. Farsça bulunduğu jeo-stratejik konumdan dolayı dünyaya açılabilecek bir dil değildir. Ama Türkçe tam tersidir. Büyük bir coğrafya olan Türk dünyasında olduğu gibi Avrupa’nın da içine kadar girmiş bir dildir. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nde modern dünyadaki düşüncenin, felsefi metinlerin ve değişik sosyal, siyasal alanlardaki kitapların kavramları ile birlikte tercüme edildiği, onlara Türkçe karşılıklar yapıldığını görüyoruz. Oysaki Farsça bu açıdan Türkçe’nin çok gerisindedir. Farsça bu açıdan global dünyaya asla açılamaz. İran’daki değişik etnik grupları da, bunun yanında Fars dillilerde eğer global dünyaya açılmak istiyorlarsa bunun yolu sadece ve sadece Türkçe öğrenmekten geçer. İran devleti eğer global dünyaya katılmak istiyorsa Türkçeyi resmileştirmelidir.
Genel bir durum değerlendirmesi yapacak olursak şu an İran Türklüğü sosyal ve siyasal olarak ne durumda?
Biliyorsunuz Türkiye’den sonra en fazla Türk nüfusuna sahip olan ülke İran’dır. Öte yandan dünyada İstanbul’dan sonra en çok Türk nüfusa sahip olan ikinci şehir başkent Tahran’dır. Bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin hiçbirisinde bu kadar Türk nüfusu bulunmamaktadır. Bu, ister istemez Türk kimliğini İran coğrafyasında kabul etmeyenler için ciddi bir sorundur. Ancak her şeye rağmen İran’daki Türklük özellikle halk tabanı da dâhil olmak üzere kendi doğal kimliğinin farkındadır. Başka dayatılmış isimleri ve kimlikleri kesinlikle kabul etmemektedir. Hatta yurt dışından ithal edilen bir takım bölgesel kimlik anlayışlarının bile bence İran’daki Türk toplumu içerisinde ciddi bir yansıması yoktur. Özellikle yurt dışında böyle gruplar çoktur. Herkes de İran’daki Türklerin sanki lideri gibi, sanki sözcüsü gibi konuşmaya başlar ama bunun toplum içerisinde bir karşılığı yoktur. İran’daki Türkler içerisinde tarihsel bir derinlikten de gelerek İran coğrafyasının her yerinde yaşadıkları için bilinçli bir Türklük var ve bu hızla da günden güne güçlenmektedir. İran’daki Türklerin İran’ın iki başat siyasi akımına, reformistlere ve tutuculara katılmadığını, ciddi bir katılım göstermediğini görüyoruz. Bu da neyi gösteriyor? İran Türklerinin kendi kimliklerine olan farkındalığı artmaktadır ve artık İran siyasetinde ve sosyal dokusunda üçüncü bir güç olarak ortaya çıkmaya başlamışlardır. İran’ın siyasi tablosunun bu önemli nüfusu göz ardı ederek tamamlanması mümkün olmayacaktır.
Peki, bundan sonrası için İran Türkleriyle ilgili yapılması gerekenler neler? Hangi siyasi sistem, İran Türkleri için en iyisi olacaktır?
İran, ülkesinin parçalanmamasını istiyorsa eğer, İran’daki yöneticiler veya aydınlar ister Türk olsun ister başka kökenden gelsin, İran’daki Türklerin nüfusunun büyük bir çoğunluğunu elinde bulundurduğu için ve ülkenin her yerinde yaşadığı için artık İran devletinin Farsçanın yanında aynı eşit haklara sahip düzeyde Türkçenin resmi dil olması gerektiğini kabul etmeliler. Bütün düzeylerde devletin değişik kademelerinde, eğitimde, radyoda, televizyonda, her alanda yansımasını artık bulması gerekiyor. İran artık kabul etmeli ki tek parça olarak yola devam etmek istiyor ise İran’ın iki resmi dili olmalıdır, Türkçe ve Farsça. Tabii ki bunun yanında nüfus oranına eşit ve uygun bir biçimde mecliste de yansımasını bulmalı ve milli gelirin paylaşımı hususunda da nüfus yüzdeleri kesinlikle göz önünde bulundurulmalıdır.