Söyleşiler

BU NÜFUS SAYIMI, BÜTÜN IRAK’IN HUZURUNU BOZACAK Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var
Türkçüler, 3 Mayıs olaylarını Türkçülüğün aksiyona geçişi olarak kabul ettiler

Türkçüler, 3 Mayıs olaylarını Türkçülüğün aksiyona geçişi olarak kabul ettiler

Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun ile 1944 Milliyetçilik Olaylarını, 3 Mayıs Türkçülük Bayramı’nı tarihî köklerini ve yeni kaleme aldığı “Atsız: Türk Milliyetçiliğinin Mistik Önderi” kitabını konuştuk.

Her yıl 3 Mayıs gününü biz “3 Mayıs Türkçülük Bayramı” olarak kutluyoruz. 3 Mayıs’ı neden Türkçülük Bayramı olarak kutluyoruz?

3 Mayıs günü çok bilinen bir hadise oldu. Hüseyin Nihal Atsız’ın 1944 yılında, o zamanki Orhun dergisinde zamanın başvekili Saraçoğlu Şükrü’ye yazdığı iki açık mektubun sonunda Sabahattin Ali, Atsız hakkında bir dava açtı. Daha doğrusu dönemin Milli Eğitim Bakanı’nın, Falih Rıfkı Atay’ın kışkırtmaları ile Sabahattin Ali dava açtı. Sabahattin Ali neden dava açtı? Çünkü Atsız bu mektuplarda özellikle Maarif Vekâlet’inin komünistleri himaye ettiğini, kendi teşkilatında çalıştırdığını söylüyordu. Örnek olarak da Sabahattin Ali ile birkaç kişiyi söylüyordu. Sabahattin Ali bunun üzerine dava açtı. 3 Mayıs bu davanın ikinci buluşmasının olduğu gündür. Mahkeme günü, mahkemenin olduğu yer çok kalabalık oldu. Mahkemeye, duruşmaya giremedi birçok genç. Gençler, Sabahattin Ali’yi ve hükümetin komünistleri milli eğitimin çeşitli kademesinde çalıştırmasını protesto etmek için Ulus’ta büyük bir gösteri düzenlediler. O zamanın Ankara Üniversitesi’ndeki gençleri, aşağı yukarı üç-beş bin genç (ama o tarihler için bu sayı önemli), büyük bir gösteri yaptılar. O zaman şimdiki gibi panzerler yok, motosikletli ve atlı polisler var. Bunlar gençlerin arasına daldılar. Gençler fazla bir taşkınlık yapmadılar. Ama gençlerden yüzden fazlasını gözaltına aldılar. Hükümet bu gösteriyi, hükümeti devirmeye yönelik bir kalkışma olarak algıladı veya öyle düşünmek işine geldi. Hatta bunların gizli örgütleri olduğunu ve bu gizli örgütle hükümeti devirmek için çalıştıklarını düşündü. Sabahattin Ali-Atsız davasının üçüncü duruşmasında, 9 Mayısta, Atsız az bir ceza aldı ve cezası ertelendi. İstanbul’a dönecekti. Aynı gün tutuklandı. Bu defa yeni bir dava başladı. “Irkçılık-Turancılık” davası diye bilinen dava başladı. Yani bu gösteri ile bunların gizli bir örgütün sonuçları olarak bu gösteriyi yaptıkları, maksatları hükümeti, meclisi devirmekti gibi sıkıyönetim mahkemesinde yargılamalar oldu 1944’ün eylülünde. Netice olarak bir buçuk yıl 23 Türkçü tutuklu olarak kaldı. Nihal Atsız, kardeşi Nejdet Sancar, Zeki Velidi Togan, Alparslan Türkeş, Fethi Tevetoğlu, İsmet Tümtürk, o zamanın tanınmış Türkçüleri tutuklandı, bir buçuk yıl mahkemeler sürdü. Türkçüler bu 3 Mayıs olaylarını Türkçülüğün aksiyona geçişi olarak kendi aralarında kabul ettiler. Hatta birinci yıl dönümünde daha askeri ceza evinde iken bir masa başında çay içerek “Türkçüler Günü” olarak kutladılar. O günden beri bu hadise Türkçüler Günü olarak kutlanıyor. Sonuç olarak Türkçülüğün şahlanışı, ayağa kalkışı, Türkçülüğün fikir alanından aksiyon alanına geçişi olarak düşündüler.

Atsız’ın Maarif Vekiline açık mektupları olduğunu söylediniz. Bundan dolayı da Sabahattin Ali, Atsız’a bir dava açıyor. Sabahattin Ali-Atsız ilişkisini bize anlatabilir misiniz?

Sabahattin Ali ile Atsız başlangıçta çok samimi arkadaşlar. Atsız’ın 1931 yılında ilk çıkardığı “Atsız Mecmua” dergisinde Sabahattin Ali’nin hem şiirleri hem de hikâyeleri var. Atsız, yüksek öğretmende yatılı olarak kalıyor. Sabahattin Ali, yüksek öğretmenli değil ama arkadaşları orada. O kadar çok yüksek öğretmene gidiyor ki zaman zaman da geceleri orada kalıyor. Dolayısıyla Sabahattin Ali ile Atsız arasında bir yakınlık var. Hatta Sabahattin Ali daha o zamandan Hasan Ali Yücel ile ahbap oluyor. Hasan Ali Yücel ile Atsız’ı tanıştırıyor. Bir diğer arkadaş Pertev Naili Boratav. O da Atsız’ın sınıf arkadaşı. Yani bu üçü çok yakın arkadaş. Fakat sonradan Sabahattin Ali ve Pertev Naili, Nazım Hikmet’in tesirinde kalıyor. Özellikle Almanya’ya gidip geldikten sonra komünizme kayıyorlar. Sabahattin Ali ile Atsız’ın münasebetleri 1937-38 yıllarına kadar devam ediyor. Atsız’ın 1937 yılında Sabahattin Ali’ye yazılmış bir mektubu var. Mektupta “Oğlum Sabahattin, ben şimdi Kürşad’ı romanlaştırıyorum. Sana haber veriyorum ama vaktiyle senin yaptığın gibi Kürşad’ı aşağı göstermeyeceğim. Onun gerçek hakkını vereceğim.” diyor. Sabahattin Ali’ye daha 1931 yılında Kürşad konusunu vermiş. Sabahattin Ali’ye tarihi bir tiyatro yazdırmak istemiş. Sabahattin Ali tiyatro olarak yazmış, başlangıçta pek yankı uyandırmamış, sonra Varlık dergisinde 1936 yılında yayınlamış. Atsız tiyatroyu okuyunca çok canı sıkılmış. Çünkü tiyatro eserinde Kürşad’ı çok kötü gösteriyor.

Atsız, Sabahattin Ali’nin komünizme kaymasını önlemek ister gibi “Nazım Hikmet gibilerine aldanma” diyor. Ama Sabahattin Ali çok erken bir vakitte maalesef o tarafa kayıyor. Aslında çok yetenekli bir edebiyatçı olduğu halde o tarafa kayıyor biraz şahsiyetinde de sıkıntı var, zaaf var. 1939-40 yılında yazdığı “İçimizdeki Şeytan” romanında Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan gibi Türkçüleri çok kötü gösteriyor. Ona karşı da Atsız “İçimizdeki Şeytanlar”ı yazıyor.

Yani sonuç olarak 1930-31 yıllarında Sabahattin Ali’nin “Atsız Mecmua”da hikâyeleri var, şiirleri var. Sabahattin Ali ile Atsız’ın 1927 yılından beri arkadaşlıkları var. Hatta 1926’da Türk Ocağı’nın Kızıl Elması şubesini kuruyorlar. Ama 1932-33’den sonra Sabahattin Ali öbür tarafa kayıyor.

Geçtiğimiz ay bir kitap yayınladınız, “Atsız: Türk Milliyetçiliğinin Mistik Önderi” adındaki kitabınız gerçekten dolu dolu bir kitap olmuş. Kitabın söz başı kısmında şu ifadeleri kullanıyorsunuz: “Birkaç yıldır günlerim Atsız’la dolu. Okuyorum ve yazıyorum. Bütün kitaplarını ve dergilerini masamın kenarına yığdım. Atsız Mecmua’yı, Orhun’u, Orkun’u, Millî Yol’u, Ötüken’i kaç defa baştan sona karıştırdığımı bilmiyorum. Yüzlerce sayılık dergi koleksiyonları defalarca elimden geçti. Okudum, altlarını çizdim, yanlarına işaretler koydum. Her birinin içindekilerini ayrı ayrı bilgisayarıma geçirdim. İlgili konu gelince tekrar gereken sayıyı elime aldım, çizdiğim, işaretlediğim yerlere bir daha baktım. Çok defa da yazıyı yeniden okudum. Kitapları da aynı şekilde tekrar tekrar okundu, çizildi, işaretlendi. Atsız hakkında her şeyi yazmalıydım.” Kitap üzerine çok titizlikle durduğunuzu buradan anlıyoruz. Peki, bu kitabı yazmaya iten güç neydi? Bize bundan bahsedebilir misiniz?

Bu, Milli Düşünce Merkezi’nde aldığımız bir kararın sonucudur. Aşağı yukarı iki yıl önce “Türkçülük ve Türk milliyetçiliğiyle ilgili önemli kişiler, önemli kavramlar” konularında küçük kitaplar yazalım dedik. “Millet nedir, Türkçülük nedir, Türkçülüğün başlıca isimleri Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Nihat Atsız kimdir? Bunları yazalım dedik. Türk tarihini ana çizgileriyle birkaç bölüm halinde küçük kitaplar halinde verelim, Türk edebiyatını verelim dedik. Bunda çok başarılı olduğumuz söylenemez Milli Düşünce Merkezi olarak ama buradan birkaç kitap çıktı. Ethem Ruhi Fığlalı’nın “Laiklik” kitabı ve İskender Öksüz’ün “Millet ve Milliyetçilik” kitabı çıktı. O da millet ve milliyetçilik konusunu üzerine almıştı tabi küçük olamadı İskender Bey’in kitabı. Ben de Atsız’ı üzerime almıştım. Ben de 60-70 sayfalık bilemedin 100 sayfalık bir kitap yazmak niyetiyle ortaya çıktım. Ama işte böyle oldu. Yani Milli Düşünce Merkezi’nde alınan bir kararın sonucudur ama zaten Atsız benim bütün hayatımda var. Dolayısıyla onun hakkında daha önce kısa, uzun yazılar yazdım. Böylelikle bir kitap işi, çok da hoşuma gitti ve benim hayatımda bu kadar etkili olan bir şahsiyeti ben de böylece bir kitapla anlatmak istedim.

Bize kitabın yazılış sürecini biraz anlatabilir misiniz?

Yazılış sürecini biraz önce okudun sen. Bu kararı aldıktan sonra birçok kitabı, dergisi ben de zaten vardı ama olmayanları da arkadaşlardan edindim. Bu konuda bana yardım eden arkadaşlara da teşekkür ediyorum. Mesela Ötüken dergileri 1964’de başlayıp 1975’in sonuna kadar çıkıyor. Yani son sayı Kasım 1975’te çıkıyor. Onların birçoğu bende zaten vardı ama eksikti. Neden bende eksikti? Ben onları 1964 yılında çıkmaya başladığı andan itibaren alıyorum. 1966 yılına geldiğimizde koleksiyon duruyordu. Beraber arkadaşlarla bir evde kalıyoruz. Selçuklu Çal diye bir arkadaşımız var, almış benim koleksiyonu götürmüş sosyoloji bölümü öğrencilerine dağıtmış, anlayacağınız benim koleksiyon böyle gitti. Ben koleksiyon bozulunca tekrar üzerinde durmadım ama zaman zaman eksikleri tamamlamaya çalıştım. Fakat hala çok eksikti. Sahaf arkadaşımdan eksikleri aldım ben de iki yıl kaldı o dergiler, hatta onun dergilerinin de altını çizdim. Onda da eksikler vardı, bendeki eksikler derken sonuçta tamamladık. “Millî Yol” dergisi bende zaten vardı. 1950’lerde çıkan Orhun da bende vardı.  1962’de çıkan Orkun’u da o sahaf arkadaşımdan aldım. 1930’lara ve 40’lara ait Orhunları ve Atsız Mecmuaları bana yardım eden arkadaşlardan rica ettim. Onlar tıpkıbasım fotokopi olarak yaptılar, onlar bende duruyor. Eksik olan kitapları tamamladım ve kitapta anlattığım şekilde önce bütün dergilerin içindekileri çıkardım, bu kitaba göre bir içindekiler kitabı çıkardım. Sonradan genç bir arkadaşın Ötüken Neşriyat’ta 50 yıllık Türkçülerle ilgili bir kitabı çıktı. O daha önce olsaydı belki bu işi yapmayacaktım. Çünkü Türkçü dergilerin Atsız Mecmua’dan, Ötüken’e kadar Türkçükle ilgili makalelere ve şahıslara göre her türlü dizinini yapmış. Ama o dizini yapmadan bu işe başlamıştım ve ben bu kitaba girmesini düşündüğüm her şeyi bazı özel şeyler de dâhil olmak üzere bilgisayarıma girdim. “Ötüken’de neler var, Orkun’da neler var, Orhun’da neler var, Atsız Mecmua’da neler var?” bunlar benim bilgisayarımda halen duruyor. Oraya bakıyorum konu geldikçe tekrar o dergiyi buluyorum okumuş, altını çizmişim yazının, tekrar okuyorum.

Birinci dereceden kaynak Atsız’ın kendi yazıları ve kendi kitaplarıdır. Mesela sanatını değerlendirirken romanlarını tekrar tekrar okudum ve bir edebiyatçı gibi eserlerini tahlil ettim. Uzun özetler koydum. Çünkü tahlil etmek için tekrar romanı okumak ya da uzun bir özet okumak şart. Ben uzun bir özet koydum, o özeti okuduktan sonra tahlili rahat bir şekilde anlayabiliriz. Mesela Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt gibi eserleri tarihi olaylarla ne derece örtüşüyor, bunu dönemin tarih kitaplarıyla da karşılaştırarak, onları da ortaya koymaya çalıştım. Ben romanlarını, Atsız’ın ilmi yayınlarını bu derece ayrıntılı bir şekilde derecelendiren başka bir çalışmanın olduğunu sanmıyorum. Romanlarıyla ilgili Cihan Özdemir arkadaşımız doktora tezi yaptı, şu anda Yunus Emre’nin Bakü’deki temsilcisi. Orada iyi çalışmalar yapıyor. Bu konu ile ilgili daha önce yazılmış eserlere de baktım. Yağmur Atsız’ın kitabı, Atsız’ın özel hayatıyla ilgili son derece önemlidir. Yücel Hacaloğlu’nun Atsız’ın mektupları toplaması son derece önemli. O da yine hem özel hayatı için hem de diğer ilişkileri için son derece önemlidir. Altan Deliorman’ın yine özel hayatıyla ilgili özellikle “Tanıdığım Atsız” kitabı son derece önemlidir. Bunlar da elbette elimin altındaydı. Atsızla ilgili ne varsa elimin altındaydı. Son zamanlarda Atsız’la ilgili pek çok kitaplar da çıktı. Nergishan Tekin, Serkan Akgöz, Ozan Karabulak’ın eserlerine de baktım, önceden Sakin Öner’in çıkardığı kitaplara da baktım. Hepsi Atsız için neler demişler hatta makalelerde de neler denmiş, onlara da baktım. Ama öncelikle birinci dereceden kaynak Atsız’ın kendi yazdıkları, böylece bu çok geniş bir inceleme ortaya çıktı.

Hocam kitabın ismini “Atsız: Türkçülüğün Mistik Önderi” olarak koymuşsunuz. Bize Atsız’ın Türkçülük konusundaki mistik önderliğini biraz anlatabilir misiniz?

Kitabın son bölümü Atsız’ın fikirleriyle ilgilidir. O bölümün adı kitabın adı olmuştur. Atsız’ın fikirleriyle ilgili bölümün başlığı da “Türkçülük Düşüncesinin Mistik Önderi”dir. Özellikle onun düşüncesini, fikriyatını alt başlıklara ayırdım. Birincisi Ülkü, Mefkûre; ikincisi Türk, Türkçülük, Milliyetçilik; üçüncüsü Irk, Soy, Soyculuk; dördüncüsü Turan, Turancılık bu şekilde devam ediyor. Atsız ve Atatürk, Atsız ve din, dil, edebiyat, tarih anlayışı vesaire. Özellikle mistik tarafını ilk iki bölümde göreceksiniz. Yani Ülkü, Mefkûre bölümü ile Türk, Türkçülük, Milliyetçilik bölümünde mistik tarafını göreceksiniz. Ona göre ülkü hayal gibi bir şeydir. Din gibi bir şeydir. Hatta dindir diyor ama din gibi manasında kullanacağız. Gibileri sevmiyor Atsız, üslubu bu. Ülkü, can ister, kan ister, şehitler ister yani adeta dini bir akımın fanatik bir taraftarı gibi.  Onun yazılarından örnekler aldım ama kitaba bakarsanız onları daha net görürsünüz. Dolayısıyla bu ülküye adeta dini veya tasavvufi dediğimiz mistik insanların bağlandığı bir bağlanış vardır Atsız’da. Bunu bütün yazılarında ve hayatında görmek mümkündür. Bundan dolayı mistik dedim. Yoksa dini ve tasavvufi anlamında mistik değildir.

Hüseyin Nihal Atsız, 1930’lu yıllardan 1960’lı yılların sonuna kadar Türkçülük hareketinin lideri olarak görünüyor. Bize bu liderliği hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz? O dönemin milliyetçi, Türkçü insanlarını nasıl toparladı, neler yaptı?

1931’de Türk Ocağı’da kapatılınca sivil hayattaki milliyetçilikte bir boşluk ortaya çıktı. İşte bu boşluğu Atsız’ın, Atsız Mecmua’daki, Orhun’daki yazıları doldurdu. Atsız’ın çok kuvvetli bir üslubu var. Okuyan insanı çarpıyor. Atsız’ı okuyan çarpılır. 1931’den itibaren o boşluk Atsız tarafından dolduruldu. Yani Atsız’ın ismi Türk milliyetçileri arasında 1931-34 yıllarında öne çıktı. Bundan sonraki dönem bir suskunluk evresidir. Dergileri kapatıldı hatta Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullarında kendisine görev verilmedi. Ancak Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı bir okulda görev yapabildi. 1940’tan itibaren tekrar bir canlanma var. 1940’tan itibaren çıkartılan Türkçü dergilerde yine Atsız ön planda. Doğrudan doğruya kendi çıkardığı Orhun dergisi ile yine ön plana çıktı.

O yıllarda genç Reha Oğuz Türkkan, 1938-39 yıllarında, 19-20 yaşlarında altında motosiklet dolaşıyor. O zaman şimdiki gibi araba yok. Babası da Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde bürokrat.  Son derece meraklı, hareketli bir genç ama liderlik peşinde koşuyor. Bir de gizli teşkilat kurmuş. Buna bir esrarengiz bir hava veriyor. Bizim, Avni Motun diye bir liderimiz var diyor. 3-5 arkadaşlar ama sanki 100 kişi imiş gibi havalar veriyor. O tarihte Türkçülüğün önderi kim? Atsız. O da Atsız’a gidiyor. Atsız’a anlatıyor. Atsız dinliyor. “Bizim liderimiz Avni Motun…” Tabi Atsız anlıyor bunun uydurma olduğunu. Netice itibariyle Atsız’ı da, dönemin geçmişten itibaren içinde olan kişileri, hareketine almak istiyor. Bazı gençler üzerinde de son derece etkili oluyor. Ondan etkilenenler daha sonraki zamanda onun bu tavrını fark ettikleri için ondan biraz uzaklaşmaya başladılar.

Reha Oğuz, o dönem son derece meraklı bir genç. O yaşta yazdığı şeyler gerçekten güzel ve derin. Yani çok enteresan bir kişilik. Ben ancak Amerika’dan döndükten sonra tanıdım. Neticede Atsız, Reha Oğuz ile bozuşmadan sonra kendi dergisini çıkarıyor: Orhun dergisi.

Orhun dergisinde devrin başbakanına açık mektupları yazınca, hele ki o devirde, tek parti döneminde, dönemin Milli Eğitim Bakanını istifaya davet etmek bugün için mümkün ama o gün için mümkün değildi, daha da çok sivrildi. Bir de 3 Mayıs hadiselerinin başkahramanıydı. Dolayısıyla ister istemez 1940’ların ikinci yarısında ve 1950’lerin başında Türkçüler-Milliyetçiler bir hareket yapacakları zaman mutlaka Atsız’a danışırlardı.

1953’ten 1960 kadar Türk milliyetçileri uyutulmuştur. Demokrat Parti, Halk Partisi kadar zararlı olmuştur Türkçülük, Türk milliyetçiliği üzerinde. Altan Deliorman bu dönemi iyi teşhis etmiş. Bu uyutulma döneminde komünistler büyüdüler, biz olduğumuz gibi kaldık. 1960’da ihtilal olduğu zaman pıtırak gibi komünist dergiler çıkmaya başladı. Türk milliyetçileri son derece zayıf kaldı. Alparslan Türkeş’in ortaya çıkışı, milliyetçileri örgüt olarak güçlendirdi. Türkeş de siyasi hayata girerken hep Atsız ile danışarak bütün hareketlerini ayarladı. Bu 1960’ların sonuna kadar böyle sürdü. Ama özellikle 1970’lerin başından itibaren, yani son 4-5 yıl MHP ve Türkeş ile Atsız’ın arasında bir açılma oldu. Onun ayrıntılarını kitaptan okuyabilirsiniz.

Hocam, Atsız’ı konuşmağa doyum olmuyor. Siz günümüz Türkçüleri-Milliyetçileri için Atsız Hoca özelinde neler söylemek istersiniz?

Günümüz Türkçüleri sadece Atsız’ı değil, Türkçülük tarihinin önemli isimlerini mutlaka öğrenmeli ve onların yazılarını, kitaplarını mutlaka okumalılar. Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Yusuf Akçura, Mehmet Eröz, Necmettin Hacıeminoğlu vb. hepsini okumalılar. Milliyetçiliğin içinde bazı fraksiyonlar var, Anadoluculuk vs. onları da okumalılar. Biz gençken Nurettin Topçu’yu da okuyorduk, Nihal Atsız’ı da. Tartışıyorduk. Anadoluculuk, Turancılık. Hepsini okusunlar karar versinler. Önemli olan dolmak. Yani biz Türkçüler olarak bir fikre inanıyorsak önce o fikrin tarihini iyi öğrenmeliyiz. Genel kültürümüzü de geliştirmeliyiz. Atsız okumalarından diğer Türkçülerin okumalarına geçebilirler.

Diğer Söyleşiler