Türk Dünyası’nın şarkılarını sizin gönül telinizin ahengiyle tekrardan dinleme fırsatı bulan bizlere, kısaca kendi hayatınızdan ve Türk Dünyası’na olan ilginizin ne zaman başladığından bahsedebilir misiniz?
Manisa’da 1957’de doğdum. İlkokulu ve ortaokulu köyümde ve köyümün civarında bir ilçede okuduktan sonra o zaman lise seviyesinde dört yıllık yatılı olarak öğretmen okulunu kazandım ve Edirne’ye gittim. Edirne’de öğretmen okulunu okuduğum yıllar 1971 ile 75 arası. Çocukluktan beri şarkı, türkü söylüyoruz ama sadece söylüyoruz ve bu hevestir, ezberlediğinizi söylemektir. Ne yaptığımızı bilme noktasına öğretmen okulundan itibaren başladık. Orada çok iyi öğretmenler yetişiyordu. O yıllarda öğretmen okullarından çok iyi eğitimciler yetişiyordu. Arıca çok iyi müzik eğitimi de veriliyordu öğretmen adaylarına. Edirne’den 1975’te mezun olup Türkiye’nin en batısından en doğusuna, Kars’a öğretmen olarak tayin oldum. İşte öğretmen okulu yıllarında hep sınıfın en çok türkü söyleyeni, en gevezesi iken ne söylediğimizin farkına da varmaya başladık, nota öğrendik ve o farkındalıkla yavaş yavaş inancımız, kültürümüz şekillenmeye başladı.
Türk Milliyetçiliğine gönül verdik bütün her şeyiyle. Türk Milliyetçiliği kavga etmek, şunu yapmak, bunu yapmaktan öte; kendi kültürünü, kendi dilini, kendi benliğini tanımaktır. Ve biz, o zamanlar Azerbaycan şarkılarını, türkülerini tanıdık yavaş yavaş. TRT’den duyduklarımız kadardı. Birkaç Kerkük türküsü öğrendik. Balkanlardan birkaç türkü biliyorduk. Hepsi buydu. Edirne’den mezun olup Iğdır’a gidince, Kars’a gidince orada Azerbaycan türkülerinin orijinallerini Bakü radyosundan dinliyorduk. Bakü radyosu bir tek orada çekiyordu. O zamanlar televizyon filan çok yaygın değildi hatta hiç yaygın değildi; ama radyo da duyulmuyordu, dinlenmiyordu. Sadece Iğdır’da Bakü radyosunu duyabiliyordunuz. Yarım saat bir türkü programı. Herkes evinde pencerelerine koyar, sonuna kadar açardı o çantalı radyolarını. Yolda giderken dinlerdiniz. O kadar trafik gürültüsü de yoktu o zamanlar ve pek çok türkünün gerçek sözlerini, gerçek müziğini orada öğrendim. O müzik açılımı biraz daha hız kazandı benim dünyamda. Ertesi yıl, 1976 yılında bir buçuk yıllık öğretmenlikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Türkoloji bölümüne girdim. Oradaki eğitimi çok önemli hocalardan aldık: Faruk Timurtaş, Mehmet Kaplan, Necmettin Hacıeminoğlu, Muharrem Ergin, kimler kimler… Onlardan ders aldığımız yıllar siyasi yönden, öğrenci hareketleri yönünden çok talihsiz yıllardı. Terörün çok üst seviyede olduğu yıllardı. Her gün birkaç kişi hayatını kaybediyordu. İşte bir çıkış, bir şey yapmaya çalışıyorsunuz, okuyorsunuz, bir şeyler öğrenmeye çalışıyorsunuz derken Oruç Güvenç’le tanıştım ve orada yeni bir oluşum başlıyordu.
Sevgili Oruç ağabeyi -Allah rahmet eylesin- birkaç yıl evvel kaybettik. Oruç ağabey TÜMATA diye bir grup kurdu. 5-6 kişiydik. Ben çok gerilerdeydim ama 5-6 kişinin içindeydim. Küçük bir kitleye Türk Dünyası’nın müziklerini duyuruyorduk. Türk Dünyası’nın müzikleriyle yeni tanışıyorduk daha doğrusu. Azerbaycan dedim, Kerkük dedim, Balkanlar dedim ve tabi ki Anadolu, Türkiye. Kırım şarkılarını tanıdık: Seyit Osman’dır, Bostorgay’dır. Daha ileri gittik, yukarı çıktık. Tatar ve Başkurt şarkılarını tanıdık: Sandugaş’tır, Galiyevanu’dur (10.59). Daha uzağa gittik, doğuya açıldık. Doğuda Kazak şarkılarını, Özbek şarkılarını Güzel Türkistan’ı tanıdık. Efendim, Jıldızım’ı tanıdık, Kırgız şarkılarını tanıdık derken dünyamız zenginleşti ve karşımızdaki insanlar ilk defa Türk Dünyası müzikleri ile karşılaştıkları için esir Türklerin müziği gibi ve heyecanla dinliyorlardı. Yanlış söylüyorduk, eksik söylüyorduk ama gönlümüz güzeldi. O insanlar da bizim hatalarımızı pek fark etmiyorlardı. Bir şey söyleyeyim mi size? 1981 yılında Tercüman Gazetesi’nin açtığı yarışmada Ege bölgesi birincisi oldum. Hangi şarkıyla? Kazak Türklerinin Kamacay şarkısıyla. Türk halk müziğinin önemli insanları jürideydiler. Onlar sazlarıyla gelmişler. “Hangi türküyü söyleyeceksin? Hangi yöreden söyleyeceksin.” dediler. “Kazakistan yöresi” dedim. “Ha?” dediler. Kazakistan’ı duymamışlar, onu bile bilmiyorlar. “Neyi söyleyeceksin?” “Kamacay”. “İyi, söyle bakalım.” Sazımla kendim çaldım, kendim söyledim. Adamlara bakıyorum, ağızları açık. Çünkü Edirne ile Kars’ın dışında bir şey bilmiyorlar. Çok kıymetli hocalar, onlar da halk müziğimizin önemli insanları ama o kadar. Türkiye’nin dışında bir birikim yok ve düşündüm ki onların gözlerinin parlamasından “Ben kazandım.” dedim. Halbuki ben o kadar yanlış söyledim ki… Heyecanla kelimeleri karıştırdım, pek çok şeyi karıştırdım. Ama onlar için öyle değil. Onlar ilk defa duydukları için hataları görmüyorlar. Sonra açıkladılar ben birinci olmuşum. Bir hafta sonra da büyük jüri İstanbul’da değerlendirmiş. “Ya, İzmir’de seçtikleri adam Türkçe söylememiş.” demiş. Oysa Kazak şarkısı, Kazak Türkçesi de, Türkçedir. Hasılı, o küçük kitleye duyurduğumuz yıllar, samimi aile havası içindeki yıllardı. Ama bu arada dünya değişiyordu. 85-86’dan sonra Glasnost’tur, Perestroyka’dır, Sovyetler Birliği dağılmaya başladı. İsmini dahi duymadığımız yeni Türk boyları duyduk. Udmurdlar kim, Mariler kim, Kreyşinliler kim, Kırımçaklar... Hani diğerlerini biliyoruz; Özbekleri, Kazakları, Kırgızları, Uygurları biliyoruz da Televütlüler kim? Şoryalılar, Tuvalılar, Hakasyalılar derken çok zengin bir Türk Dünyası’yla, tabi onların da şarkılarıyla, müzikleriyle genişledi bizim repertuarımız. Ağırlığın altındayız ve ilgilenen çok insan yok. Siz burada tambura çalarken dombrayla karşılaştık. Rubabla karşılaştık. Kemanemiz varken rebabla karşılaştık, gıcekle karşılaştık. Değişik Türk sazlarıyla da karşılaştık. Hiçbir öğretenimiz yok. El yordamıyla çaldığımız gibi çalıyoruz. Yıllar sonra oralara gidince ne ustalar olduğunu gördük. Bizim yaptığımızın devede kulak bile olmadığını gördük ama Türkiye için yeniydi, ilkti. Bugüne kadar böyle geldik.
Öncelikle yeni çıkan ve aynı zamanda ilk çalışmanız olan Canan Uykuda albümünüz hayırlı olsun. Çıkaracağınız üç albümünüz hakkında, hangi parçaları niçin ve nereden seçtiğiniz gibi hususlarda bizi bilgilendirebilir misiniz?
Sizin de söylediğiniz gibi 39 eser hazırladım. Kayıtlar aşağı yukarı bitti bitecek. 13’er tane albümlere koyuyorum. Az önce bahsettiğim bütün Türk yörelerinin şarkılarından örnekler seçtim. Herkesin yeni yeni bildiği, hani bizim insanlarımızın Türk Dünyası’nın şarkıları diye bildiği, mesela ‘Ey Güzel Kırım’ , ‘Güzel Türkistan’ı almadım albüme. Çünkü onlar biliniyor. Çok güzel şarkılar ama benim repertuarımda 7500’ü aşkın Türk Dünyası’na ait şarkı, türkü var. Bunun aşağı yukarı yarısı Türkiye’ye ait ama yarısı da Türkiye’nin dışında yaşayan kardeşlerimize ait ve o şarkıların içerisinde beni ağlatanlar çok. Beni sarsanlar, titretenler, beni hikayesini dinlediğim zaman, hikayesini bildiğim zaman ayrı bir dünyaya götürenler çok. Onlar olunca onların içinden seçme yaptım. Herkesin beğenmesinden ziyade beni titreten şarkılar onlar, yani biraz da kendim için yaptım. Ama ben bir şeyleri seviyorsam eminim ki duyarak söylediğim için sevgili dinleyenler de sevecektir. Çünkü hepsinin özelliği var. Ortak müzik kültürümüzün eserleri onlar. Stüdyoda iki tane şarkının kaydı sırasında kendimi tutamadım, sesimi kaybettim, ağladım. Mesela şarkılardan bir tanesi Doğu Türkistan’dan Uçraşkanda diye bir şarkı, karşılaşınca, buluşunca diye. O şarkıdan dolayı o şarkının bestecisi bugün hapiste biliyor musunuz? 8 yıl hapiste… Dergimiz aracılığıyla da bir kampanya oluşsun inşallah.
Abdurehim Heyit... Sağ çıkabileceğine dair bir ümidimiz yok. Çin hapishanelerinde Çin işkenceleri… Akla hayale gelmedik işkence türleri var. Terbiye adı altında eğitim adı altında insanlar yok edilmek üzere, yok edilmeye doğru gidiyorlar. Özellikle de halkın sıradan insanları değil, yetişmiş aydınlar yok ediliyor. Toplumunun önünde olup toplumu etkileyebilecek durumda olanlar. Tiyatro oyuncusundan önce tiyatro yazarını… Mesela Ablikim Kelkün, Abdulhekim Kelkün diyoruz. Ablikim Kelkün de geçen yıl gitti, karısı iki kızı burada. Haber hiç alamıyorlar ailesi. O da hapiste şu anda. Abdurehim Heyit geçen yıl mart ayından itibaren hala hapiste ve ölü mü, sağ mı o konuda da bilgi alınamıyor. Allah onların yardımcısı olsun. Doğu Türkistan’da çok büyük işkence var. Birazcık onların sesini de duyuralım istedim o şarkıyı söylerken. Abdurehim Heyit ile ben hem Urumçi’de hem de Ankara’da konuştuk. Bir kere gelmişti, orada konuştuk. İyi dost olduk. Ben o şarkıyı söylerken onun yaşadıklarını hissettim. Ona sordum mesela; Ay’a benzetiyor sevgilinin yüzünü, Yıldız’a benzetiyor gözünü. “Nedir bu ay-yıldız?” dedim. Biliyorum ne olduğunu. Ay yıldızlı bir rozet takmak, ay yıldızlı bir tişört giymek, defterinize ay yıldızlı bir şey çizmek 4 yıldan başlayan bir hapsi gerektiren terör suçu Doğu Türkistan’da. Doğu Türkistan’da ‘Türkistan’ demek 3 yıldan başlayan bir terör suçu. Türkistan demek yasak ve buradan giderken -2015’te gitmiştim- oradaki kardeşlerimiz arasında asla Türkistan kelimesini kullanmamamı söylediler. Çünkü onların başını yakabilirdim. Beni sınır dışı ederlerdi ama onları… Burada bazı isimleri ister istemez sansür edeceğim. Çünkü onlar -yaşıyorlarsa başlarına hâl gelmesin diye söylemiyorum ama Abdurehim Heyit ile Ablikim Kelkün’ü özellikle söylüyorum- şu anda hapisteler. Dua edelim, duyuralım ki bıraksınlar, kurtulsunlar. Onun gibi birçok sanatçıyı da bıraksınlar. İşte, “Ay’la yıldız nedir?” dedim. “Sevgilinin yaşı mıdır, o orada 15 nedir dedi, yaşımdır diyor.” dedim. Omzuma dokundu hafifçe: “Siz bunları anlıyorsunuz, bunları konuşmayalım. Bu arada” derken masanın altını gösteriyor, tavan aralarını gösteriyor. Yani dinleme cihazı olabilir. Hayatları hep tedbir içinde geçiyor. Başka hangi yörelerden var? Kazak Türklerinin Ak Bulak’ı var. Ak Bulak halk türküsü gibi biliniyor ama bestedir. Bakir Tacibayev’in eseridir. Oğlu ile görüştüm. Oğlu gurur duyacağını söyledi okumamızdan. Kerkük’ten Osman Nevres’in yazdığı ‘Kâr Etmez Ahım’ var. Kazak şarkısı, vatanı anlatıyor. Ak Bulak doğduğu büyüdüğü yerleri anlatıyor ve hasret vatanına. Onu anlatan bir şarkı. Kâr etmez ahım sen gülüzâre, sevmiş bulundum gayrı ne çare” dediği Türkiye’dir. Türkiye’ye sitem dolu, Türkiye’ye hasret dolu bir Kerkük türküsü o. Ve Osman Nevres bize “Kesseler başım senden ayrılmam” dediği sevgili Türkiye. Kırım Türklerinin başına onlarca sürgün geldi. Çok büyük ısdıraplar çektiler. Hala ızdırap içindeler. Kırım Türkleri, sadece bildiğimiz 1944’te 18 Mayıs’ta Orta Asya’ya sürüldüler. Hayır. O, son sürgün. Ondan önce 1800’lü yıllardan günümüze kadar defalarca sürüldüler, defalarca kırıldılar. 1933 sürgününü anlatan bir belgesel şarkı bu: Ural Dağı. Ural Dağlarına sürülüp oralarda açlıkla, soğukla boğuşa boğuşa hatta vahşi hayvanlar tarafından parçalanmış bir kısmı, binlerce insan… Onu anlatan bir şarkı, acı bir şarkı. Özbekistan’dan bir eser koyduk ki o Özbekistan’dan koyduğumuz eserin ismi bir atasözü: “Özge yurtta şah bolgenden öz yurtunda geda bol.” Ne demek, diyeceksiniz. “Başka vatanlarda sultan olacağına, şah olacağına kendi vatanında dilenci ol.” Niye? Biz diyoruz ki: “Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah vatanım demiş.” diye. Vatanı da gitmişler bakmışlar ki bir çakır dikeninin üzeri. Çok güzel değil ama vatan. İşte bu bütün Türk Dünyası’nda yaygın olan bir atasözü: “Özge yurtta şah bolgenden öz yurtunda geda bol.” Doğu Türkistan’da da aynı şekilde söyleniyor. Türkmenistan’da aynı atasözü “Özge diyarda sultan bolgandan, öz diyarında ultan bol.” Yani kendi vatanında ayakkabının altlığı ol ama başka yerde sultan olmaktan daha kıymetlidir. Tataristan’a ve Başkurdistan’a gidiyorsunuz; “Şed ilde sultan bolgançe öz ilinde ultan bol. ” Böyle güzel bir söz taşıyan ve içinde nasihatler barındıran şarkıyla ben orijinalini dinleyerek iki aydan fazla ağladım. Ve sevgili dinleyiciler bu şarkıyla ilk defa karşılaşacaklar. Burada Akbulak’ı belki duymuş olabilirler. Kâr Etmez Ahım’ı biraz duymuş olabilirler. Türkiye’den olan Bozdoğan Zeybeği’ni duymuş olabilirler. Uçraşkanda’yı son dönemde dinlendiği ve çalındığı için hatırlarlar. Bir de Mağusa Limanı Kıbrıs’tan onu bilirler ancak bunların dışındaki şarkıların hepsini eminim ilk defa dinleyecekler ve sevecekler.
Albümünüzü ismi olan Canan Uykuda’nın ayrı bir önemi var mı? Albümün adı neden Canan Uykuda?
Elbette var. Doğu Türkistan’da bu şarkıyı birçok yerde dinledim. Ben Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türklerine ait iki yüzden fazla şarkı biliyordum, repertuarımda onlar vardı. Ama oraya gittim, 11 günlük seyahatten sonra repertuarıma 500 kadar şarkı eklenmiştir. Oradan bir sürü doküman getirdim. CD, albüm ve birçok şeyler getirdik. Birçok şeyler dinledik, yazdık ama bunlardan bir tanesi beni çok etkiledi. Adı da Canan Uykuda. Bizde de Canan Uykuda sözlerini yazan şairlerimiz var. Yahya Kemal var, Faruk Nafiz Çamlıbel var, yanılmıyorsam Fuzuli’de de vardır. Ama burada kastedilen canan ‘sevgili’ anlamındadır. Ancak bu canan Türk milleti... Dedim ki “Bu canan nasıl bir canan ki sizi böyle bağırtıyor?” Baştan fısıltı gibi sanki nazlı nazlı uyuyor ve saçlarını okşadığını düşünüyorsun yani dizinde uyuyan bir sevgili gibi hissediyorsun ve uyanmasın diye fısıldar gibi söylüyor. Ama sonuna doğru canı acıyor. Çünkü cananın kendisini görmesini istiyor, gözlerini açsın da onun için her fedakârlığa hazır, ölmeye bile hazır. O kadar çok seven ben varım başka kimse yok, benim de nasıl sevdiğimi görsün, hissetsin istiyor. O yüzden de açmadıkça gözünü uyanmadıkça da feryat ediyor. “Açmaz gözünü nida eylesem” yani feryat etsem de açmıyor gözünü, canımı bile feda eylesem diye yırtınıyor. Bana söyledikleri, “Abi canan halk”, “Ah! Canan hep uykuda ki siz Türkiye’ye gelin de cananları görün.” Hayatımın bir 50 yılı yalnız benim değil, sizlerin de muhtemelen çünkü Türk kültürü için savaşıyorsunuz, Türk kültürüne mensup olup kendinizi geliştirmek yolundasınız. Bu yolda birçok çileler çektiğinizi biliyorum, biz de çektik. Çektiğim 50 yıl ve Türk Milliyetçilerinin çektikleri, geçmişten günümüze kadar, cananı uyandırmak için yaşadığı çileler, ızdıraplar hep gözümün önünden bir anda geçti. Onun için beni yürekten yaraladı. Dedim ki sen Türkiye’ye gel, Türk Dünyası’nın neresine gidersen git cananlar hep uykuda. Sadece uykuda olsa iyi. Horluyorlar, horulduyorlar... Horuldamaları kendilerini ilgilendirir ama horuldamakla kalmıyorlar. Cananını ölümüne seven bizler varız, o Türk yiğitleri, Türk Milliyetçileri var, Türk ülkücüleri var. Onları da horluyorlar. Milletimizle bir türlü ortak nokta bulamayışımızda belki kusur bizde, belki dilini bulamadık ama cananı uyandıramadık. Canan boyalı, yaldızlı birilerinin peşinden gidiyor. Bir evlenme programının yahut topun peşinden ya da dizilerin peşinden gidiyor ama kendi kültürünün, kendi kimliğinin peşine asla düşmüyor. Düşen çok az sayıda insan, onlar da bizim insanımız. Aynı kültüre mensubuz, aynı dili konuşuyoruz ama niye bir araya gelemiyoruz. Bizim kadar seven olduğunu zannetmiyorum Türk milletini ama maalesef gerek siyaset meydanında gerek kültür meydanında gerek ekonomik alanda hep geri planda, gerek sevgi alanında hep geri planda kalıyor. Bunda bizim de çıkarmamız gereken dersler vardır belki ama mazur olduğumuz taraflar da var. Çok kolay aldatılabilen bir cananımız var son dönemde, Allah bu zilletten kurtarsın milletimizi. Kendi kültürüyle ilgilenemeyecek kadar hayat kaygısına düşmüş, “Çocuklarım yarın işe nasıl girer?” derdine düşmüş, ben yarın çocuklarıma, evime ne götürürüm derdine düşmüş bir milletimiz var. Kültür çok geri planda kalıyor, kendi kültür kimliği çok geri planda kalıyor. Onları dünya nimeti ile dünya yaldızıyla gözünü boyamak isteyenler var.
Sizce Türkiye’de Türk Dünyası müzikleri yeterince ilgi görüyor mu?
Hayır, şöyle söyleyeyim bu benim gerçek hayatım. Bu albümdeki yazdıklarım albümün hikayesi ama benim de hikayem. İlgi görüp görmediğini siz buradan çıkarın. 61 yaşında albüm yapmak! 1971’den beri Türk müzikleri ile ilgileniyorum. Bu ilgi zaman içinde derinleşti ve konser, konferanslarla meyveler verdi ama ne yazık ki bugüne kadar bir albüm olmadı; çünkü canan uykudaydı. 1971-75 arasında öğretmen okulundaydım. Çok iyi müzik eğitimi veriliyordu ama içinde Türk müziği yoktu. Mesela daha dün annemizin kollarında yaşarken parçasını hepiniz ilkokulda öğrenmişsinizdir, Mozart’ın eseridir, birçokları öyledir. O okullarda mandolin, keman öğretiliyordu ama mesela ud yoktu, ney yoktu, birkaç tane bağlama vardı ama onlar okuldan değil memleketlerinden getirdikleriydi. Kendi kendilerine öğrenmişlerdi. İşte Türk devletinin Türk okullarında Türk çocuklarına Türk müziği öğretilmiyordu; çünkü canan uykudaydı. 2 milyonu aşkın öğretmen yetişti okullarda hepsi de iyi eğitimci, hemen hepsi de nota biliyor ve en azından mandolin veya flüt çalıyor ama içlerinden bir tane bile virtüöz çıkmadı. Çıkmaz mı? Çıkmadı işte; çünkü canan uykudaydı. Bunlar yerine öğretmenlerimize ve onların öğrencilerine kendi enstrümanlarımız ve kendi müzik dilimizi öğretilseydi, bir düşünün bugünkü kültür hayatınız nerelerde olurdu? Kendi sesleri ve kendi diliyle kendini ifade edebilen Türk milletinin bilim, teknik ve siyaset alanındaki yeri şüphesiz çok daha yukarılarda olurdu, olacaktı. Ama olamadı; çünkü canan uykudaydı. Zavallı milletim! Kendine ne verilirse itiraz etmeden aldı. Kaliteyi hiç talep etmedi. Medya, radyo ve TV’ler ha bire yabancı renk ve zevkleri pompalıyordu. Halk ne yapsın? İsyan etmedi, yerliyi, milliyi talep de edemedi, etmedi. Edemedi; çünkü canan uykudaydı.
Hocam okuyucularımız için Canan Uykuda’ya nereden ulaşabiliriz?
Ahenk Müzik IMC blokları 6. blokta Unkapanı’nda yaptık albümü, üzerinde onların telefon numaraları ve internet adresleri var. Onun ötesinde D&R mağazalarında internet yoluyla bulunuyor, Taksim’de Mephisto diye bir kitapçı var orada bulunuyor. Bunlar dışında internette satan sitelerden ya da hiç bulamazlarsa benimle iletişim kurarak ulaşabilirler yahut TDAV’dan temin edebilirler. Ankara’da Dost Kitabevi’nde satılıyor buralardan temin edebilirler.