Uzun süredir yavaş yavaş yükselme eğiliminde olan doların aniden yükselişinin ana sebebi nedir?
Doların yükselişi aslında tek bir sebebe dayanmıyor, iç ve dış sebepleri var. Türkiye üzerinde aniden demek çok doğru değil gerçi ama geçen haftaki hareket biraz hızlı oldu. Zaten dolar bir süredir, devamlı olarak yükselme eğiliminde. Ocak’tan itibaren yaklaşık yüzde 25 civarında bir artış söz konusu oldu dolarda. Bunun dediğim gibi iç ve dış sebepleri var. Dış sebeplerden başlamak isterim. Amerika kaynaklı birtakım durumlar söz konusu bütün dünyada. Özellikle bizim gibi gelişmekte olan Brezilya, Hindistan, Güney Kore gibi ülkelerde dolar kuruna karşı kendi yerel paralarının değer kaybettiğini biliyoruz. Dolar endeksine baktığımızda dünyada dolar endeksinin güçlendiğini görüyoruz. Hatta euroya karşı bile dolar güçlenme trendinde. Bu da Amerika’da iç politik değişikliklerle ilgilidir. Onlar, biliyorsunuz bir 2008 krizi yaşamışlardı. 2008 krizinden sonra yurt dışına çıkan büyük bir dolar basmışlardı ve bunu yurtdışındaki bizim gibi ülkelere gidişi söz konusu olmuştu. Yaşanan 2008 krizinden sonra bunu niceliksel gevşeme diye birtakım enstrümanlar kullanarak programlamışlardı. Şimdi, özellikle 2014’den sonra niceliksel gevşeme döneminin sona erdiğini, artık bu saatten sonra Amerika’nın kendi iç dinamiklerini besleyerek yurtdışına zaman içerisinde, bizim gibi ülkelere gelen bu paraların geri dönmeye başlayacağı bir döneme girilmiştir. Bu yaklaşık 2014 sonrasında yaşanan bir durumdur. Tabi bunu yaparken de kendileri sürekli iç enflasyonunu kontrol edeceklerini ve buna karşılık buradaki dengelere göre faizleri, kendi ülkelerindeki faizleri arttırma eğilimine gireceklerini piyasaya sürekli söylüyorlardı. Geçtiğimiz yıl bunu yaptılar birkaç kere. Önümüzdeki dönemde tekrar faiz artışı beklentilerinin üst seviyeye çıktığı bir döneme giriyoruz. Çünkü enflasyon orada istenen düzeye geldi. Yeniden bir faiz artışı olur mu olmaz mı şeklindeki dünyadaki beklentiler, olumlu yönde yani faizin artacağı yönünde. Amerika açısından bir beklenti bu, yatırımcıların gözüyle tabi olumlu anlamda söylüyorum. Bu da doğal olarak yurtdışında yani Amerika dışındaki ülkelerden dolar kaçışına sebep veriyor. Çünkü orada faizler yükseldiği zaman daha az riskli olan ülke, dünyanın güvenliği limanı olarak nitelendirilen bir ülke teşkil ediyor ve yatırımcı yükselen faizle parasını oraya doğru götürme eğiliminde oluyor. Bu da bizim gibi ülkelerde daha önce bize gelmiş olan bir takım paraların tekrar yurtdışına çıkmasına yani Amerika’ya doğru yönelmesine sebebiyet veriyor. Doğal olarak bu da ülkedeki döviz kurunu yükselten bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Aslında bu yeni bir şey değil, beklenen bir şey. Uzun süredir üzerinde konuşulan bir durum. Geriye doğru gidersek üç dört yıl öncesinden biz bu günleri ekonomi çevrelerinde görüyorduk, bekliyorduk. Şu an da o süreci yaşıyoruz aslında. Amerika’daki ekonomik dengelerin iyileşmesi ile birlikte daha önce yurtdışında bizim gibi gelişmekte olan ülkelere gitmiş olan paraların tekrar Amerika’ya dönmesiyle dolar kurunda bir hareketlenme söz konusu oluyor. Ayrıca dünya ekonomisine geneli itibariyle baktığımızda dolarda zaten bir değerlenme söz konusu. Dış etkenin özellikle buradan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bizimle kıyaslanabilir ülkelerle kendimizi değerlendirdiğimizde bizim bunlardan biraz daha farklı bir negatif ayrışma içerisinde olduğumuz görülüyor. Yani herkesin yerel parası dolara karşı değer kaybederken bizim değer kaybedişimiz diğerlerinden önderliği almış durumda. Bu da bizim kendi iç meselelerimizden kaynaklanıyor. Bunun nedeni nedir diye baktığımızda, ekonomik nedenleri, tabi ekonomideki bir takım şeyler tek sebebe dayalı değildir. Türkiye’de özellikle borçlanmada, özel sektör borçlanmasında önemli bir açığımız söz konusu. Özellikle bu yıl içerisinde yaklaşık 90 milyar dolar civarında bizim bir dış borcumuz var ülkece ödememiz gereken. Bunun da ağırlıklı olarak bu aylar içerisinde, nisan, mayıs ayları içerisinde, önemli bir kısmını ödememiz gerekiyor. Bunun 20 milyar civarında kamu, 75 milyar dolar civarında özel sektör borcu olduğunu biliyoruz. Bu yıl içerisinde ödememiz gereken rakamlardır. Şimdi böyle bir dış borca sahip olduğumuz için ödememiz gereken doların biraz önce bahsettiğim dış sebeplerle yükselme trendi söz konusu olduğunda, doğal olarak psikolojik etkilerle de ve bizim finans dışı özel sektör dediğimiz finans dışında kalan reel kesiminde bunların haricinde 220 milyar dolarlık bir açık pozisyonları var. Şimdi doların yükselme eğiliminde olduğunu gören aynı zamanda hane halkını da buna ekleyebiliriz yani siz, biz, sokaktaki vatandaş, doların biraz önce bahsettiğim gibi dünya genelindeki artış eğilimini görenler, bir de bunun üzerine bahsettiğimiz gibi borcu varsa, kamu ve özel kesimde içine aldığımızda borcu varsa, yarınki borcunu artan dolar karşısında daha da fazla bir zarara kendisini getirmeyecek şekilde bugünden düşük kurla alma eyleminin arttırdığı bir talep durumu söz konusu. Yani burada artan talep ülke içerisinde üzerimizde bir kambur olan borcumuzun yükselen dolar endişeleri ile birlikte bu borcumuzu daha düşük maliyetle ortadan kaldıralım şeklindeki bir hareket tarzı dolara olan eğilimi arttırıyor. Bunun zaten bir anda böyle bir dalga halinde ortaya çıkması da işte buradaki birbirini geri beslemeleri ile söz konusu oluyor. “Dolar yükseliyor, aman bu treni kaçırmayalım” bu belki biraz pozitif bir ifade oldu, “Aman başımız yanmasın, küçükken alalım” şeklindeki bir yaklaşımla yurtiçinde böyle bir eğilimi besliyor, tetikliyor. Bu da haliyle kurun artışında önemli bir oluyor. Tabi bunlar ekonomik olarak açıklayabileceğimiz şeyler. Yani ekonomik olarak neden dolar böyle bir anda arttı veya işte son üç ayda neden sürekli artıyor? Ekonomik olarak bu hikâyeyi, bu artış hikâyesini bu verilerle açıklayabiliyoruz. Tabi bunun dışında Türkiye’nin söz konusu olan bir politik durumu da mevcut. Seçim atmosferi içerisine girdik. Bu bir belirsizlik demektir. Her seçim ortamı ülke için bir belirsizlik durumudur ve yatırımcıları bir anlamda tedirginliğe düşürür. Dolayısıyla bunun etkileri de söz konusu. Bir de bahsettiğim ekonomi anlamında, borçlar anlamında bir kırılganlık var ve bu bilinmeyen bir şey değil. Yani gizli saklı olan bir durum değil. Sonuçta tüm ekonomi çevrelerince Türkiye’nin ödemeleri, ödeme durumu, neyi, ne zaman, ne şekilde ödeyeceği, bütün pozisyonları ve bunların verileri sabittir, bilinen şeylerdir. Bunlar haliyle bizim üzerimizde bir kırılganlık oluşturuyor. Dolarda dünya genelinde artış söz konusu olduğu zaman, bir kur artışı söz konusu olduğu zaman sadece bunu ödeyecek olan borçlu açısından bir anlam ifade etmiyor, aynı zamanda ülkeye yatırım yapacak, ülkeye para getirecek yatırımcının da baktığı bir takım veriler bunlar. Yani dış yatırımcı da bir anlamda bize elimizde ne var ne yok şeklinde bizi dışarıdan değerlendiriyor, görüyor. Ve bizim ödemelerdeki bu açık pozisyonumuz, onların da farkında olduğu bir durum. Dolayısıyla onların yatırım eğilimleri veya Türkiye’de bir yatırıma sahipse burada yarın daha belirsiz bir durum söz konusu olur mu, Türkiye bir ödeme güçlüğü içerisine düşer mi, şirketler bir problem yaşayabilir mi korkularıyla parasını dışarıya çıkartma eğiliminde olabiliyorlar. Buna artı bir şey olarak da ülkeyi hazır böyle bir pozisyonda yakalamışken ülkeyi bazı isteklere doğru zorlama şeklinde bir saldırı hareketine de dönüşebiliyor. Manipülatif saldırılar diyoruz biz bunlara. Yani ülkeyi daha fazla kendisine kar getirecek şekilde… Mesela ne oldu dolar artışı, bizim Merkez Bankası’nı faiz artışına yöneltti. Bunu zorlayan ve bu harekete yöneltecek bir saldırı hareketiyle de karşı karşıya olduğumuz doğrudur. Bu da bir gerçektir. Ekonomik veriler bizi buraya getiriyor, bu işin doğal sonucu fakat bu ekonomik verilerdeki zaafımızı görenlerin de daha yüksek kar elde etmek amacıyla yaptığı bir takım manipülatif hareketlerde söz konusudur. Bunlar da doları arttıran sebepler olarak sayılabilir.
Peki sizce faiz artırımı bu sorunu çözecek mi? Hangi ilave tedbirler alınmalı?
Kur hareketleri bu denli yukarılara çıktığında veya kur ile ilgili bir mücadele kararı aldığınızda bunun en keskin çözümünü ekonomi bilimi faiz artışı olarak söylüyor. Rezervlerin kullanılması da söz konusu olabilir ama o daha riskli olur. Çünkü rezervlerimizin bitme noktasına geldiği anlaşıldığında bu saldırıların daha da artması söz konusu olabilir. Özetle şunu söyleyeyim, Merkez Bankası’nın aldığı faiz artırımı kararı benim bakışım da doğrudur ama faiz artışı belki biraz da geç kalınmış bir adım. Beklenmeyen durumlar değildi bunlar. Üç ay önce yapılabilecek, iki ay önce yapılabilecekken, gerçi bir miktar arttırmışlardı ama düşük kaldı. Bir de piyasalarda ters bir algı oluştu. Malumunuz işte “Merkez Bankası’na müdahale ediliyor, Merkez Bankası kendi bağımsız kararlarını alamıyor, hükümetin inisiyatifi doğrultusunda hareket ediyor” şeklinde bağımsız karar alamayan bir Merkez Bankası konumuna düştüğü yönünde bir algıya da sebebiyet verdik. Bu da bizim ülkemize olan bakışta birtakım negatif durumların oluşmasına yol açtı. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın kendi kararlarını alabileceğini ve herhangi bir parasal durumundaki bir çalkantıda müdahale edebilecek bir pozisyonda olduğunu hem yurt içine hem yurt dışına gösterebiliyor olması lazım. İnsanların kafasındaki bu yanlış algının da ortadan kalkmış olması lazım. Sadece bu algının oluşmaması bile kur üzerinde belirli bir hareket kabiliyeti sağlayacaktır bize. Merkez Bankası’nın faiz artırımını doğru buluyorum. Faiz artırımı, belki önümüzde 7 Haziran’da bir toplantı olacak, belki düşük kalmış olabilir, tekrar bir artırımı zorlanacak olabilir. Kurla mücadele konusunda yani kurun bu denli arttığı bir ortamda elimizdeki en etkili silah faizlerdir ve bunu da arttırarak bu yolla baş edebilirsiniz. Diğer ekstra önlemler alınacaktır. Para politikasının çeşitli araçları vardır. Bunları Merkez Bankası zaman içerisinde uyguladı da. Geçtiğimiz dönemlerde hükümet bir takım ihalelerin Türk Lirası ile yapılması şeklinde bir takım önlemler aldı. Bundan sonra da alacaktır ama bunların hepsinin etki alanı sınırlıdır. Buradaki en etkili silah faiz artırımı. Bu kanalı kullanarak bu döviz artışını durdurabileceğini düşünüyorum, yetmezse bir basamak daha arttırır. Ama şöyle bir durum var; bu aslında paradoksal bir durumdur, kur artışını engelleyeceğim derken faizleri yukarıya çekmek de bir taraftan ülkedeki yatırımları ciddi anlamda sıkıntıya sokan bir süreç olacaktır. Dolayısıyla bunu sürekli bir unsur gibi kullanmamak da gerekiyor. Bizim acilen bu faiz artırımı ile acil kanamalı hastanın kanını durdurmak için değerlendirebileceğimiz bir şey olarak görmemiz gerekiyor. Onun haricinde kanamayı durdurduktan sonra da ülkeyi uzun vadede tekrar bu kırılganlıklara yol açmayacak şekilde yeniden konumlandırmak ve tüm ekonomi politikamızı ona göre belirlemek gerekiyor.
Faiz de doların ateşini almazsa, ne yapabiliriz? Büyük bir krizle karşı karşıya kalma ihtimalimiz var mı?
Faiz doların ateşini alır. Yani bu seviyede almazsa bir barem üstte alır. Önemli olan piyasayı durdurabilecek oranda ve etkinlikte, yani genel saldırıyı durdurabilecek etkinlikte hareket ediyor olmaktır. Mesela dün bir faiz artışı gerçekleşti, hep birlikte yaşadık bunu. Anında kur, gevşeme trendine girdi. Bugün bir miktar yine yükselme eğiliminde. Muhtemelen yine 7 Haziran toplantısında yeni bir faiz artışı beklentisi söz konusu olacaktır. Öyle de çıkacağını düşünüyorum. Merkez Bankası “Bu kararları, yani kuru ben bu seviyede tutacağım. Ondan daha fazlasını yukarısına çıkartmasına hiçbir şekilde izin vermeyeceğim.” hissiyatını uyandırdığı anda, bunun için de gerekli olan önlemi alacağım ve ne gerekiyorsa yapacağım şeklindeki tedbirlerini ortaya koyduğunda, bu faiz artışı konu olamıyordu. Bir süredir bunları koyduktan sonra bu dövizin ateşini alacaktır. Dolayısıyla bu baremde almıyorsa bir barem üstünde alacaktır. Bunun ekonomide başka da çok fazla bir şeyi yok açıkçası. İş buraya geldikten sonra yok. Tabi daha öncesinde işi hiç bu noktalara getirmeden farklı önlemler alınabilirdi. Bunun genel dengesi üzerinde hareketle halledilebilecek şeylerdi. Ama bu noktaya bugün geldiği zaman bunun en etkili çözümü, en kısa sürede çözümü faizlerdir. Bu duruma bir çözüm olacaktır.
Yakın veya uzak vadede bir krizi ön görmediğinizi anlıyorum. Doğru mu?
Evet, büyük bir krizi ön görmüyorum. Yani şöyle söyleyeyim. Aslında 15-20 gün öncesine kadar görüyordum. 15-20 gün de demeyeyim yani krizden kastım şu: Şimdi bazı şeylerle cebelleşerek bir yere varmaya çalışmakla oradan nasıl sonuç alınabilir? Şimdi ekonominin birtakım kuralları var ve o kuralları yerine getirmediğiniz zaman birtakım başka sonuçlar doğabilir ve onlar sizi daha içine çekilmez bir noktaya getirebilir. İşte Merkez Bankası bir süredir artık ne sebepten sayarsanız yapması gereken şeyi yapmıyordu ve dünkü noktaya geldik. Bu böyle sürekli gidecek miydi korkusu veya düşüncesi açıkçası beni endişelendiriyordu. Çünkü kurun aşırı derecede yükselmesinde kriz beklentisi söyle oluşuyor bende, kurun durdurulamaz bir şekilde yükselmesi ve önüne geçilememesi bizim maliyetlerimizi inanılmaz derecede arttırıyor. Bu hem kişisel maliyetlerimizi arttırıyor hem ülkemizin kamu sektörünün maliyetlerini arttırıyor hem de yatırımcılarımızın şirketlerinin maliyetlerini arttırıyor. Biraz önce verdiğimiz rakamsal ödemeler var, bekleyen borçlar var. Şimdi bu dolar arttığı zaman şirketlerimizin ödeyeceği borçlar da durduğu yerde yükselmiş oluyor. Yani aslında son bir haftada yüz milyar dolar civarında bir yükselme söz konusu oldu. Bu kur artışından dolayı, şirketlerin borçları çevrilebilecek bir şey değildir. Kontrol edilebilecek bir şey değildir. Eğer kur bu denli yükselmeye devam ederse bir süre sonra şirket iflasları ile karşılaşabiliriz. Bu şirket iflasları da haliyle işsizlik ve ülke içi kaosa kadar götürebilecek kötü sonuçlara yol açabilir. Ama ben buraya müdahale edilmemesinin de bu sonuçlara götürebileceği korkusunu yaşıyordum. Dünkü hareketler sonrasında buna izin verilmeyeceğini düşünüyorum. O yüzden yakın vadede bir kriz beklentisine, yani bu anlamda bir kriz beklentisini yaşamıyorum. Yaşadığımız şeyler krizi midir değil midir o da ayrıca bir tartışma konusudur. Ama yüksek dereceli şirket iflaslarına, büyük oranda iş kayıplarına yol açabilecek bir krizi kısa vadede beklemiyorum açıkçası. Yani bu dünkü yapılan önlemle birlikte bunun önüne geçilebileceği fikri bende uyandı. Buna üç gün önce vakıf değildim ve korkutuyordu da açıkçası. Ama bu hareketin önüne geçerler diye düşünüyorum.
Bundan sonra Türkiye güçlü ekonomi için neler yapmalı?
Aslında şunu söyleyeyim oraya geçmeden önce, şimdi böyle bu durumun açıklamalarını yaparken çok piyasacı, çok faizci bir pozisyona düşmüş gibi hissettim kendimi. İşin realitesi bu. Bu noktaya kadar dördüncü soru ile alakalı olduğu için de bunu söylüyorum. İş buraya geldikten sonra kol kesmek gerekiyorsa kol kesilir. Burada tedavisi budur, burada bu ilaç kullanılmalıdır artık. Mesele buraya getirmemekti. Buraya gelmeden önce bu işlerin önlenmesiydi. Biz çok bol paralı bir dönem yaşadık. Türkiye yaklaşık son yaşadığımız 2000-2001 krizinden sonra arta gelen dönemde özellikle 2004-2005’ler ile birlikte ve biraz önce bahsettiğim o 2008’deki Amerika’daki yaşanan krizin bizim gibi gelişmekte olan ülkelere yansıttığı fon akımlarıyla biz çok bol ve refah içerisinde bir dönem yaşadık. Bu dönemde ülkemize gelen bu bol parayı açıkçası doğru yerlere kanalize edemedik, doğru kullanamadık. Dolayısıyla bu bol paralı, bol tüketimli geçen dönemlerin şu anda faturasını ödüyoruz bir anlamda. Bu da bize bir anlamda faiz olarak, yüksek kur olarak geri dönüyor maalesef. Ülke ne yapabilir? Tabi ki acil olarak biraz önce bahsettiğimiz bu işleri stabil hale getirmeli. Yani kurduğu enflasyonda birtakım dengeleri hızlı bir şekilde düzenlemeli ve bu oynaklığı ortadan kaldırmalıdır. Yüksekliği - azlığı bile bir yerde tolere edilebilir ama oynaklığı, sürekli inişleri çıkışları doğru işler değil. Çünkü karar alma mekanizmalarını oldukça zorlayan şeyler bunlar. Haliyle ilk etapta üstesinden gelinmesi gerekiyor. Bunları rahatlatan bir seviyeye getirmek gerekiyor ve normal tutmamız gerekiyor. Akabinde ülkenin acilen sürekli artık herkesin söylediği hani kahvelerde bile konuşulan noktaya geldiği şekilde, ülkenin acilen bir takım önlemler alarak ülkeyi üretim ekonomisine geçirmesi gerekiyor. Yoksa tüketim ekonomisiyle gidebileceğimiz yer işte buraya kadardı. Buraya kadar da geldik. Buradan sonra sürekli tüketerek yapabileceğimiz, ilerleyebileceğimiz daha büyük bir şey yok. Aslında ülkemiz güçlü bir ülke. Dünyanın ekonomik anlamda 17. ülkesindeyiz ilk 20 ülkesi içerisinde. Ülkemizde dönen para ciddi boyutlarda. Ekonomik büyüklüğümüz de ciddi boyutlarda. Sadece bu ekonomik büyüklüğümüzü etkin alanlarda kullanmamız gerekiyor. Bunun için de ülke içindeki üretimi, her anlamdaki üretimi yükseltmemiz gerekiyor. Bence, benim kişisel kanaatim öncelikle ilk etapta tabi ki yüksek teknoloji üretmeliyiz. Marka değerleri üretmeliyiz. Bu anlamda yatırımlarımızı geliştirmeliyiz. Ama ilk etapta ülkede refahı da yükseltebilecek ve verdiğimizin karşılığını hemen alabileceğimiz tarım sektöründe, hayvancılık sektöründe ciddi yatırımlar yapılması gerektiğini düşünüyorum. Onda da çok büyük teşvikler verilerek toplum nezdinde çok büyük bir rahatlama sağlanabilir. Bunun enflasyon değerleri üzerinde de bir etkisi olacaktır. Ve tabi ki bir taraftan da ülkenin daha uzun vadeli planlar yaparak, daha vadeli düşüncelerle hareket ederek kalkınma hamleleri gerçekleştirmesi gerektiriyor. Aslında milli savunma projeleri yapılıyor son dönemlerde, bayağı yaygın ve bunun gibi ağır sanayi ürünleri ve teknoloji bazlı ürünler ortaya koyabilecek yatırımlar yapmamız gerekiyor. Tabi bunlar yapacağız demekle olmuyor. Bunlar eğitim seviyesi istiyor. Bunların eğitim sistemi içerisinde yeniden yapılandırılması gerekiyor. Yatırımcı çekmek gerekiyor. Kendimizden buna özel bir kaynak istiyor. Çünkü kendi kaynaklarınızı yapamıyorsanız dıştan getirmeniz gerekiyor. Bunun için de yatırımcıyı getirebilecek bir takım önlemler almanız gerekiyor. Mesela ben bu anlamda bürokratik yani ülkeye gelip yatırım yapacak bir dış yatırımcının önündeki engellerin minimize edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun için ayrı bir bakanlık bile kurulabilir belki, böyle bir konseptle hareket edeceksek. Dar çerçevede söyleyebileceklerim bunlar. Zaten dediğim gibi artık sürekli konuşulan, herkesin dillendirdiği şeyler bunlar. Çok da detay girmeye gerek yok. Ama öncelikle şu anlayış, yani bu tabi ki sadece siyasal iktidarlar ile alakalı da değil vatandaşın da vereceği bir karar. Yani biz bundan sonraki sürece nasıl gideceğiz? Mevcut şu andaki refah düzeyimizle veya işte şu anda elimizdekilerle mi? Yine bolca tüketip, bulabildiğimiz borçla sürekli tüketime yatırarak rahat bir yaşamı mı? Yani daha doğrusu zevk içerisinde bir yaşamımı tercih edeceğiz; yoksa birkaç senemizi sürekli çalışmaya verip geleceğimize yönelik bir hareket tarzı mı bekleyeceğiz, önce buna karar vermemiz gerekiyor. Bu kararı verdikten sonra bu söylediklerim yapılabilir. Çünkü üç yaşındaki çocuklarımızın, beş yaşındaki çocuklarımızın ellerinde iPhone’larla gezmesi bu ülke için çok lüks.