PYD terör örgütünün eski lideri konumunda bulunan ve Türkiye’de gerçekleştirilen birçok terör eyleminin talimatını veren Salih Müslim’in Türkiye’ye iade edilmemesi hakkında neler söylersiniz?
Terör örgütü PYD/PKK’nın kırmızı bültenle aranan eski eş başkanı Salih Müslim için 13 Şubat’ta kırmızı bülten çıkarılmıştı. Çekya mahkemesinin kararı, hukuka aykırı bir karar olduğu kadar iki ülkenin dostluk ilişkilerine, NATO müttefikliğine sığmayan bir karardır ve daha da önemlisi teröre destek olmaktır. Suçluların iadesine yönelik uluslararası anlaşmaya göre 16 gün ila 40 gün arasında bir geçici tutuklama süresi var. Bu süre içerisinde Türkiye iade evraklarını, talepnamesini göndermiş olacaktı. Bu evrakların gelmesi, ilgili savcı ve hâkimlerin konuyu evrakları incelemesi bile aylarca sürecek iken Çekya mahkemesi ilk duruşmada bir terör örgütü liderini serbest bırakmıştır. Görüldüğü gibi bu karar hukuki değil, siyasi ve dostça olmayan bir karardır. Bu kararın alınmasında, sadece Çekya hükümetinin değil, bir bütün olarak onlarca yıldır Avrupa’da bölücü terörün arkasında olan; terör örgütünün sözde Parlamento kurmasından, TV yayınlarına ve diğer tüm illegal faaliyetlerine izin veren bir mekanizma olduğunu düşünüyorum. Başını Almanya, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerin çektiği mekanizma özellikle siyasi alanda Türkiye’ye yönelik bölücü faaliyetlerin planlayıcısı ve destekçisidir. Türkiye ile ilgili özellikle Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde bölücü terör örgütünün isteklerini dayatan ve ABD ile birlikte son on beş yılda bölücü terör örgütü faaliyetlerini siyasallaştıran da bu mekanizmadır. Bu mekanizmanın ana çekirdeği Almanya İçişleri Bakanlığı içindeki Kürt masasıdır. Bu mekanizma düzenli aralıklarla bir araya gelerek, Türkiye’ye yönelik stratejilerini gözden geçirmekte, örgütü yönlendirmektedir. Salih Müslim, bir anda Çekya’da ortaya çıkmamıştır. Öncesinde Belçika, Fransa ve İngiltere’de geziyordu.
İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan bir teröristin Türkiye’ye iade edilmemesi karşısında ülkemizin izlemesi gereken diplomatik yol ne olmalıdır? Uluslararası hukuk açısından ülkemizin müracaat edebileceği üst merciler/mahkemeler var mıdır?
Türkiye ve Çekya, suçluların iadesine dair 1959 tarihli Avrupa Sözleşmesi ve Terörizmin Önlenmesine dair 1977 tarihli Avrupa Sözleşmesi’nin tarafları olduğu için Müslim’in Türkiye’ye iade edilmesi gerekiyordu. Her iki anlaşma da ‘siyasi suç’ dışındaki eylemlerin zanlı ve hükümlülerinin, ‘idam’ edilmemeleri koşuluyla talepte bulunan ülkeye iade edilmesini öngörüyor. Çekya’nın da aynı anlaşma kapsamında Türkiye’de mahkûm iki kişinin iadesini istediği ve olumsuz kararını buna dayandırdığı söyleniyor. Yani mütekabiliyet söz konusu mu, buna bakmak lazım. Ayrıca yapılan anlaşmada, anlaşmazlık durumunda hangi üst mahkemeye başvurulacağı da yazılıdır. Bunu da bilmiyoruz. Sonuçta iki ülke arasındaki bir anlaşma olduğu için, Uluslararası Adalet Divanı’na gidilebilir ama bir sonuç alınabileceğini sanmıyorum.
Malumunuz olduğu üzere 2015 yılında Millî Güvenlik Kurulu (MGK) kararıyla PYD’yi terör örgütü olarak ilan etti. Bu tarihten kısa zaman öncesine kadar ise Türk Dışişlerinin Salih Müslim’le olan ikili ilişkilerinin seviyesini okuyucularımızda hatırlayacaktır. Sizce Türkiye o günlerde PYD’nin ülkemize karşı potansiyel bir terör tehdidi olabileceği gerçeğini göremedi mi? Ya da başka saiklerle mi ‘dostane ilişkiler’ kuruldu? Ve geldiğimiz noktada o günlerde dış politikada yapmış olduğumuz hatalarımızla yüzleştiğimizi söyleyebilir miyiz?
2006 yılından Temmuz 2015’e kadar olan dönemde Türkiye, bölücü terör ile mücadelede barışçı yöntemlerle sonuç alabileceği gibi bir yanılgı içinde farklı bir yola girmiş, terörle mücadele arka plana itilerek, müzakere süreci başlatılmıştı. Bu da terör örgütü tabanının genişlemesine ve sempatizanlarının gittikçe artmasına, ülkede her gün bölünmenin şartlarının konuşulduğu bir döneme yol açmıştır. Bu dönem içinde PYD ve Suriye’deki terör yapılanmasına da aynı gözle bakılmış, sorunun siyasi yollardan çözüleceği düşünülmüştür. Temmuz 2015’den itibaren terör örgütü gerçek yüzüne göstermiş, bölünme planları için en uygun zaman olduğunu düşünerek tekrar eylemlerine başlamış, IŞİD’ten kopyaladığı taktiklerle Cizre’den Hakkâri’ye uzanan kuşakta hendek savaşlarını başlatmıştır. Türkiye o tarihten itibaren hem bölücü terör hem de IŞİD ile mücadeleye devam etmektedir. Buna FETÖ’yü de dâhil etmeliyiz. Bugün bu üç terör örgütü ile de geçmişte yaptığımız hatalardan dönerek, ciddi bir mücadele veriyoruz ama doğru stratejiler izlediğimizi söyleyemem. Terör örgütü ile mücadelede esas kuklaları değil, kuklacıları yakalamaktır. Salih Müslim ve benzerleri Türk istihbaratı tarafından yakalanmalı ya da etkisiz hale getirilerek, örgütlerin önce elebaşları koparılmalıdır. Öte yandan terör, terörist ve terörizm ile mücadele ayrı ayrı şeylerdir. Türkiye’de en çok konuşulan konulardan biri olmasına rağmen terörle mücadele bilinmemektedir. Terörle mücadele silahsız olmaz ama sadece silahla da kazanılmaz. Öte yandan, terörle mücadele ülke içinde kalırsa kaybedilir ancak ülke dışında kazanılır.
Son olarak Suriye krizinin başlangıcından bu yana Türkiye’nin izlediği siyaseti kısaca özetlerseniz satır başları halinde neleri hatırlatmak istersiniz?
Suriye’deki iç savaşın başlangıcından bu yana çok sular akmış, başlangıçtaki ittifaklar Türkiye için değişmiştir. Bununla beraber, Türkiye’nin Suriye’den beklentilerinin temelde değişmediğini, sadece günün şartlarına uydurulduğunu görüyoruz. PKK’nın Suriye uzantısı YPG’nin Akdeniz’e doğru ilerlemesini yani terör koridorunun Türkiye’nin güneyinde bir bataklık oluşturmasını önlemek için Fırat Kalkanı Harekâtı’nı yaptık, şimdi de Zeytin Dalı Harekâtı yapılıyor. Bununla beraber, Ankara’nın aklında İdlib’ten, Afrin ve Fırat Kalkanı bölgesini de içine alan bir Sünni Arap bölgesi kurmak ve Suriye’nin geleceğinde Sünnileri, daha da açıkçası Müslüman kardeşleri, öne çıkarmak var. Türkiye’nin 2011 yılından beri hedefi hep bu oldu ve hala değişmedi. Özetle, Suriye politikamız gibi tüm dış politikamıza yön veren temel siyasi doktrin milliyetçilik ya da milli çıkar odaklı değil, mezhep yani Sünni İslam odaklı, Osmanlıcılık bunun magazin hali. Bu yüzden, Fırat’ın doğusunda durumu kabullenmeye hazırız. Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Türkmenleri yok sayıyoruz, korumuyoruz ve masada yer vermiyoruz. Türkiye’nin mezhep odaklı politikaları devam ettikçe ne Rusya-İran-Suriye hükümeti ne de ABD tarafı ile dostça ilişkilerimiz uzun vadeli olabilir. Dış politikanın temeli milli çıkarlardır, bunun yerine sübjektif, mezhep odaklı hedeflere yönelirseniz, hesaplar tutmaz, başınız beladan kurtulmaz.