PKK terör örgütü başta olmak üzere ülkemizin Milli Güvenliğini tehdit eden terör yapılanmalarına karşı TSK’nın yürütmüş olduğu sınır ötesi operasyonlar ne durumdadır? Özellikle Menbiç ve Kandil üzerinden durumu izah edebilir misiniz?
Türkiye, millî güç unsurlarının tamamı ile ülkemizin bekasını tehdit eden terör örgütleri ile mücadelesine aralıksız devam etmektedir. 30 Temmuz 2018 günü icra edilen, Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı sonunda yayımlanan bildiride “Terör örgütleri arasında ayrım yapmadan kararlılıkla mücadele edildiği ve edileceği” özellikle vurgulanmıştır.
Güvenlik güçleri bu yıl daha farklı bir strateji izleyerek teröristlerin özellikle kış için tertiplenmelerine ve yaz dönemine yeni bir güçle çıkmalarına engel olacak şekilde teknolojik istihbarat imkânlarından da yararlanarak, barınma bölgelerine yönelik sürekli operasyonlar düzenlemişler, kış tertiplenmelerini önemli ölçüde engellemişlerdir. Bu arada operasyonlarda değişik renk kodlarında aranan sözde lider kadrosuna da ciddi darbe indirilmiştir.
Operasyonlar, sadece Güneydoğu Anadolu Bölgesi değil Karadeniz, Doğu Anadolu ve İç Anadolu Bölgesi’nin doğusu ile ve Amanos Dağları bölgesinde de karadan ve havadan aralıksız sürdürülmüştür.
Kuzey Irak bölgesinde teröristlerin muhtemel kamp bölgelerine kesin istihbarata dayalı hava harekâtı zamana bağlı kalmaksızın yapılarak teröristler sürekli baskı altında tutulmuşlardır. Bu bölgede aynı zamanda nihai hedef, teröristlerin Kandil Dağı üs bölgesi olacak şekilde, kara operasyonu da başlatılmıştır. Bu operasyon yavaş ancak emin adımlarla devam etmekte, ülkemize yönelik eylemler için çıkış noktası olarak kullanılan bu bölgeler de kalıcı üsler oluşturularak, teröristlerin Türkiye ile irtibatlarının kesilmesi, aynı zamanda lojistik açıdan da ciddi sorunlar yaşamaları sağlanmaktadır. Aynı zamanda ulaşılamaz denilen bu bölgelere el atılarak psikolojik açıdan da örgütün çökertilmesi hedeflenmektedir.
Alınan tedbirler sonucunda terör örgütüne bölgeden katılım ciddi ölçüde azalmış, terör örgütü verdiği kayıpların yerini doldurmakta zorluk yaşamaya başlamıştır.
Türkiye, Kuzey Irak ve derinliğinde, Irak ve İran ile koordinasyon halinde uluslararası hukukun verdiği yetki ile terör örgütünü her açıdan havasız bırakmaya başlamıştır. Baskılar sonucu teslim olma sayısında da artış görülmeye başlanılmıştır.
Afrin ve El Bab bölgelerinde güvenlik güçlerimizi kendilerine tevdi edilen görevlerini büyük bir sorumluluk bilinci içinde hassasiyetle yerine getirmeye devam etmektedirler. İdlib bölgesinde gözlem noktalarında, Menbiç bölgesinde ise ABD güçleri ile eş zamanlı devriye faaliyetlerini sürdürmektedir.
PKK terör örgütünün başlangıçtan bu yana sivillere yönelik yapmış olduğu alçakça eylemler hepimizin hafızasındadır. Son olarak henüz yaşını doldurmamış günahsız bir bebeği ve annesini şehit eden terör örgütüne toplumumuzun her kesimden lanetler yağıyor. Bu hain saldırıya bir asker gözüyle baktığınızda terör örgütü bu eylemiyle kendince TSK ile yeni bir mücadele dönemi içine girdiğinin sinyalini mi veriyor?
Terör örgütlerinin gıdası şiddettir. Varlıklarını ancak korku ile sürdürebilirler. Bölge de yürütülen operasyonlar teröristle mücadele kapsamındadır. Yılların verdiği tecrübe ve birikimle artık Güvenlik güçlerimiz silah, teçhizat ve istihbarat olarak son derece üstün bir seviyeye ulaşmışlardır. Terör örgütü sözde yöneticileri, 2010 yılından itibaren aldıkları karar ile kırsal alanda güvenlik güçlerimiz karşısında başarılı olamayacaklarını gördüklerinden, eylemlerini il, ilçe merkezlerine taşımaya çalışmışlardır. Cizre, Sur, Şırnak vb. il/ilçe merkezlerinde yaşanan çatışmalar sonucu, teröristler ve yandaşları çok önemli kayıplar vermişler ve bu bölgeleri terk etmek zorunda kalmışlardır.
Afrin’e yönelik Zeytin Dalı harekâtı ile de bozguna uğrayan teröristlerin, bu sefer Türkiye içinde koruculara, şantiyelere, işçilere ve en son olayda olduğu gibi anne ve bebeğine yönelecek kadar çaresizlik eylemleri ile seslerini duyurma yolunu seçtikleri anlaşılmaktadır. Bu eylemler riski az, çoğunlukla silahsız ve masum insanlara yönelik yapılmaktadır. Bu eylemleri, bölgede halen güçlü olarak var olduklarını göstermek ve korku kültürünü tekrar hâkim kılarak azalan desteği arttırma çabası olarak değerlendirmek mümkündür.
Asker eş ve bebeğini şehit ederek güvenlik güçlerinin moralini bozmayı da hedeflemiş olabilecekleri değerlendirilebilir. Ancak, bu ve benzeri eylemlere bu örgüt geçmişte de başvurmuştur. Güvenlik güçleri ile her temasta çok kayıp veren ve telsiz konuşmalarında temastan kaçınmaları için uyarılan teröristler güvenlik güçlerimize de uzaktan eylemler ile etki etmeye çalışmaktadırlar.
Türkiye, bir yandan teröristle mücadele ederken, diğer taraftan terörle de mücadele ederek, terör ortamına yol açan şartları değiştirmeye devam etmektedir. Bölgede de yapılanlar ve bölge halkının davranışlarında görülen değişim bu konuda çok mesafe alındığının göstergesidir.
Sınırlarımız içinde her türlü kalleş eylemi yapmaktan geri durmayan terör örgütünün sınırlarımız dışındaki uzantılarına “müttefiklerimiz” tarafından sahip çıkılmaya devam ediliyor. Bu manada ABD’nin IŞİD sonrası Orta Doğu politikası hakkında neler söylersiniz?
ABD ve koalisyon ortakları, Suriye ve Irak’ta henüz IŞİD terör örgütünü sonlandırmayı başaramamışlardır veya ileride kullanmak üzere sonlandırmak istemedikleri de düşünülebilir. IŞİD’in son zamanlarda özellikle Suriye’nin güney bölgelerinde artan eylemleri, yaptıkları saldırılar ve giderek artmaya başlayan terörist sayısı örgütün halen güçlü olduğunu göstermektedir. Örgütün güç gösterisi yapmasına izin verilmeye devam edilmesi halinde tekrar eski IŞİD’i her an için görmek mümkün olabilecektir.
ABD’nin Ortadoğu politikasının temelini İsrail’in güvenliği oluşturmaktadır. Eğer bir örgüt İsrail için tehdit oluşturmuyorsa başka insanları katletse bile ABD için hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Trump dönemi ile ABD’nin Suriye politikası sık sık değişkenlik ve tutarsızlık göstermektedir. ABD için öncelik, İŞID değil, İsrail için öncelikli tehdit olarak görülen İran’dır. Bütün politika İran odaklı olarak şekillenmekte ve uygulanmaya çalışılmaktadır.
ABD ile Orta Doğu’daki fikri çatışmamız ve anlaşmazlığımız rahip Brunson’un tutukluluğu üzerinden yeni bir krize evirilmiş durumda. Uluslararası hukuk açısından Türkiye’nin almış olduğu kararda herhangi bir sıkıntı bulunmazken, ABD’nin sözde yaptırım kararları ve devletimize karşı yöneltmiş olduğu düşmanca söylemler hakkında ne düşünüyorsunuz?
ABD’nin ulusal ve uluslararası hukuk tanımazlığının en önemli göstergelerinden biridir. Dünya’nın beşten niçin büyük olması gerektiğinin işaretidir. İki bakanımız hakkında hiçbir anlam ifade etmeyeceğini bildiği halde, bu tür bir karar vermesi ABD’nin politik ve askerî anlamda çaresizliğini ve artık küresel güç olmaktan uzaklaştığını göstermektedir. Özgürlük ve adaleti sözde kendisine şiar edinmiş bir ülkenin hukuk tanımazlık sicili artık dolmuştur.
Konu üzerinde bu kadar durulmasının nedeninin Brunson’a verilen değer olmadığı, hatta Brunson’un ABD için hiçbir değeri olmadığı değerlendirilmektedir. ABD son zamanlarda Türkiye karşısında çok sık çaresizlik içine düşmekte ve Türkiye’ye yönelik politikalarında açmazlardan kurtulamamaktadır. Bir tiyatro oynanmaktadır. Seyirciler, ABD iç kamuoyu ve hedef seçimlerdir. Ve aynı zamanda Halkbank konusunu, Türkiye üzerinde bir baskı aracı olarak kullanarak Kasım ayında İran’a yönelik yaptırımlarda Türkiye’nin istedikleri yönde davranmasını sağlamak da amaçlanmaktadır.
Türk-Amerikan ilişkilerinin kısa ya da orta vadede düzelebilme ihtimalini görüyor musunuz?
ABD, İsrail’in güvenliğini sağlama aldığını görmedikçe, Türkiye ile olan ilişkilerinin de yakın bir zaman dilimi çerçevesinde düzelebileceği düşünülmemektedir. Uluslararası ilişkilerde sürekli düşmanlıklar ve dostlukların olmayacağı gerçeğini, geçmişte yaşanmış olayları dikkate aldığımızda, iki ülke arasında uzun yıllara dayanan işbirliğinin zaman zaman etkili olması sonucu belirli alanlarda iki ülkenin birbirine yanaşabileceği düşünülebilir. Türkiye’ye rağmen Ortadoğu’yu şekillendiremeyeceğini ABD yönetimi çok iyi bilmektedir. Nitekim Pentagon yetkilileri bu konunun iki ülke arasında askeri işbirliğini etkilemeyeceğini ifade etmişlerdir.