Türkiye’nin yapmış olduğu Fırat Kalkanı operasyonu ve devamında bölgede yaşananları kısaca özetleyecek olursak hangi satır başları aklımızda kalmalı?
Politika yapıcılar, askeri planlayıcılar için ders almak çok önemlidir. Büyük devletler alınan dersler konusunu kurumsallaştırmıştır. Bu sorunuza cevap verirken gündemde olan Afrin operasyonunu da dikkate alarak ifade etmek istiyorum. Fırat Kalkanı her ne kadar daha önce yapılması gereken, beklenen ancak gecikmiş bir harekâtsa da. Buna rağmen başlaması sürpriz olmuştur. Şu anda gündemimizdeki Afrin operasyonu gibi davullarla zurnalarla ilan edilmemiştir. 15 Temmuz gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı en büyük ihanetin hemen sonrasında yapılmıştır. Bu anlamda dikkat çekicidir. Bu olumlu yönlerinin yanında siyasi hedefinin net olmadığı dolayısıyla askeri hedeflerinin de net olmadığı daha harekâtın il günlerinde ortaya çıkmıştır. Belli bir seviyede hedeflere ulaşılmış, nihai hedef gerçekleşmemiş, terör koridorunun tam anlamıyla kesintiye uğratılması sağlanamamıştır.
ABD’nin, Türkiye için açık tehdit oluşturan çeşitli terör yapılanmalarına verdiği lojistik ve silah desteği ne anlama geliyor? Türkiye’nin bütün karşı çıkışlarına rağmen düne kadar DEAŞ’ı bahane ederek devam eden yardımlar, DEAŞ ortadan kalkmasına rağmen bugün de hız kesmeden sürüyor. Yıllarca TSK’ya hizmet eden bir subay olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Karşı karşıya kaldığımız riskin boyutu ne aşamadadır?
Terör örgütlerine destek olmayı, onları ortak olarak görmeyi kabul etmek mümkün değil. Ancak özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında daha net olarak ortaya çıkmıştır ki artık başka ülkelere karşı terör örgütlerini desteklemek bir dış politika aracı haline gelmiştir. Bizler en klasik anlamıyla savaşı “politikanın başka araçlarla devamıdır” şeklinde tanımlarız. İşte günümüzde bir nevi alçak yoğunluklu çatışma olarak da görülen terör politikanın devamı şeklinde kullanılmaktadır. Bu bağlamda ABD’nin DEAŞ’ı kullanması sürpriz değildir. Bizler daha ilk günlerde DAEŞ’in bölgenin dizayn edilmesinde bir manivela olarak kullanıldığını ifade etmiştik. Türkiye’yi yönetenlerin de bu gerçeği ta o günlerde görmesi gerekirdi. Tabi bu durum bize yaklaşık 35 yıldır mücadele ettiğimiz PKK terör örgütünün de aynı maksatla kullanıldığını yani Türkiye’yi siyasi, ekonomik, coğrafi, sosyolojik, etnik/mezhepsel anlamda dizayn etmek üzere kullanıldığı gerçeğini sert bir şekilde yüzümüze vurdu. PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’nin de işte tam da bu maksatla Suriye kuzeyinde görevlendirdiğini maalesef geç de olsa gördük. Bizi bekleyen büyük tehlike PYD/YPG’nin Suriye kuzeyinde ABD desteğiyle devlet kurma aşamasına gelmiş olmasıdır.
Suriye iç savaşında uzun yıllar geride kaldı. Türkiye’nin Suriye politikası ise genel manada başarısızdı. Sizce Suriye’de yapılan en büyük ve en stratejik hatamız ne oldu? Hangi telafisi mümkün olmayan hatanın bedellerini ödüyoruz ve ödeyeceğiz?
Türk hükümetinin Arap Baharı ile başlayan süreçte izlediği mezhep esaslı politikasının Arap Baharı’nın son halkası sayılabilecek Suriye’deki yaklaşımlarıyla yanlış olduğu acı tecrübelerle yaşandı. Hatalar zinciri Suriye’de olayların ilk başladığı günlerden hemen sonra Şam yönetimiyle diplomatik ilişkinin kesilmesidir. Savaşın devam ettiği coğrafyanın resmi yönetimini yok sayan, denklem dışı bırakan yaklaşım altı senedir Türkiye’ye kaybettirdiği gibi Suriye’deki durumun iyileşmesine de katkı sunmamış, aksine kötüleştirmiştir. İkinci hata, gelişmelerin doğru okunamaması nedeniyle IŞİD’in ortaya çıkışı ve Musul Başkonsolosluğunun işgal edileceğinin görülememesidir. Çalışanlarımızın rehin alınmasıyla da birlikte Türkiye’nin önce Irak ve sonra Suriye’deki gelişmelere müdahil olmasının önüne geçilmiştir. Diğer hatamız Süleyman Şah türbesinin geri çekilmesidir. Hâlbuki türbenin bulunduğu alanı da kapsayacak bir bölge pekâlâ yasak bölge ilan edilip koruma altına alınacak bir operasyon yapılsa terör koridoru daha o günden önlenmiş olacaktı. Bir diğer hata da 24 Kasım 2015’te Rus savaş uçağının sonuçları öngörülemeyen bir karar sonucunda düşürülmesidir. Daha birçok hatanın yanında saydığımız bu ana hatalar Türkiye’yi Suriye masasından uzaklaştırmış bölgenin dizaynında söz söyleme hakkını zayıflatmıştır.
Geldiğimiz noktada ABD eliyle bölgede bir terör devletinin kurulmak istendiği artık açıkça görülmektedir. ABD’nin nihai amacı Türkiye’yi tam manasıyla bir kuşatma altına almak mıdır? Öyle ise bu kuşatma nasıl yarılacaktır? Türkiye’nin çıkış yolu nedir?
İçinde bulunduğumuz bölgede şuanda yaşananların yüz yıl öncesinin yarım kalan dizaynının yeniden yapılması olduğunu görmek gerekir. Bu da bizlere Sevr haritasını hatırlatmaktadır. Sevr’in bir takıntı olmadığı ABD başta olmak üzere Batı’nın hayata geçirmek üzere çalıştığı bir plan olduğu özellikle IŞİD’in ortaya çıkmasıyla birlikte iyice belirginleşmiştir. ABD güdümünde terör ordusu ve devleti kurma girişimlerini de bu çerçevede okumak lazım. Böylece Türkiye’yi sınırlarının içine Ankara merkezli olarak çekilen ve küçülen bir sürece sokmak, sınırlarının dışında da söz söyleyemez konuma getirmek hedeflenmektedir. Türkiye’nin çıkış yolu aynı Atatürk’ün yaptığı gibi çevresinde bölge ülkeleriyle barış ve güvenliği hedef alan ittifaklar zincirleri oluşturmaktır. Bunu yaparken de iç cepheyi güçlendirmek, birleştirmektir. Böylece Türkiye’nin milli güç unsurlarına dayanan bir politika ile içinde yaşanılan kuşatmadan çıkılabilecektir.
Sayın Cumhurbaşkanının açıklamalarından da anladığımız üzere kısa zaman içerisinde Afrin’e askeri bir operasyon söz konusu olacaktır. Bu operasyonda TSK’yı bölgede bekleyen askeri risk unsurları nelerdir ve ordumuzun bu harekât ile ulaşmak istediği nihai hedef nedir? Ne olmalıdır?
Son haftalarda oluşan durum Türkiye’nin Afrin’e yönelik bir operasyona çok yaklaştığını göstermektedir. Evet, Afrin’de PKK terör örgütü varlığı bulunmaktadır, Türkiye’ye yönelik taciz ve saldırlar olmaktadır. Ancak güvenlik ve dış politika stratejilerini inceleyen, askeri stratejinin temel unsurlarına vakıf birisi olarak şunu söylemeliyim ki Suriye kuzeyinde terör koridorunu ve PKK devletçiğini önleyecek ana hedef Fırat’ın doğusudur. Fırat’ın doğusunda ABD güdümünde terör ordusu çoktan oluşturulmuş, terör devletinin inşası son aşamalarına gelmiştir. Hal böyle olunca Afrin tali hedef ve tehdit olarak kalmaktadır. Afrin’e yapılacak bir operasyon Fırat doğusundaki devlet inşa sürecini maalesef etkileyemeyecektir. Kurulacak terör devletinin yeni Suriye anayasası çalışmaları kapsamında önümüzdeki günlerde garantiye bağlanması halinde Afrin operasyonu anlamsızlaşacaktır. Hâlbuki Fırat doğusundaki yapı öncelikle dağıtılsaydı zaten izole edilmiş olan Afrin’in temizlenmesi daha kolay yapılabilecektir.
Afrin operasyonu hakkında ABD’nin tavrı açıkça ortadadır. Rusya ise kısmen destek vermektedir diyebilir miyiz? Suriye’nin toprak bütünlüğü ve Türkiye’nin sınır güvenliği için Esad yönetimi ile her hangi bir işbirliği söz konusu olabilir mi?
Suriye kuzeyinde şüphesiz ABD Akdeniz’e uzanan bir terör koridoru peşindedir Ancak buna safha safha ulaşmayı planlamaktadır. Bunun için de Fırat doğusu ilk ve ana hedefidir. Burayı sağlama aldıktan sonra Fırat’ın batısına doğru genişlemeyi planlamaktadır. Bu nedenle şu aşamada Afrin’e yönelik Türk operasyonuna çok da karşı çıkmamaktadır. Burada Rusya esas belirleyici aktör olacaktır. Ancak Rusya PYD dâhil tüm yerel aktörleri Şam’a bağlı bir yönetim altında muhafaza edebilmek, onların tamamen ABD güdümüne girmesini önlemek düşüncesindedir. Bu da Afrin’de Türkiye’nin önünü açmasını zorlaştırmaktadır. Ayrıca İdlib bölgesinde Türkiye’nin üstlendiği sorumlulukları yerine getirmediğini, Türkiye’nin Şam’a karşı savaşan grupları desteklediğini düşünmektedir. Bu durum Rusya’nın, Afrin konusundaki tereddütlerini artırmaktadır. Ayrıca halen keskin bir şekilde Türk hükümeti Esad yönetimini reddetmektedir. Bu nedenle Rusya Şam’ın görüşlerini dikkate almak durumundadır. Türkiye, Suriye politikasındaki yanlışlar zincirini Esad’ı yok sayarak başlamıştı, Afrin başta olmak üzere Suriye’de yeniden etkin konuma geçebilmesinin anahtarı o ilk hatasını ortadan kaldırmasına bağlıdır.
Bölgede ABD tarafından tam teçhizat donatılarak yetiştirilen en az 30 bin militanın varlığından bahsediliyor. TSK bu güç karşısında askeri üstünlüğünü ne kadar sürede elde edebilir? Kara savaşı söz konusu olduğunda askerimizin bölgenin coğrafi yapısı hakkındaki bilgisi ve deneyimi yeterli olur mu?
Türk ordusu her zaman kendisine verilecek görevi yerine getirebilecek durumdadır. Ancak önce kumpas davaları sonra 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi Türk ordusunda önemli zafiyetler yaratmıştır. Bununla birlikte böyle zor durumdayken yurt içinde hendek ve kurtarılmış şehirleri PKK’dan temizleyebilmiş, Fırat Kalkanı harekâtını yapabilmiştir. Fakat Afrin öyle gazetelerde yazıldığı gibi çok kolay bir hedef değildir. Yılladır oraya yerleşmiş, hâkim noktaları kontrol eden, muhtemel operasyonlara karşı tuzaklar hazırlamış bir terör örgütünün karşımızda olduğu gerçeğini unutmamalıyız.
Afrin operasyonunun önemini, sonrasında yapmamız gerekenleri, bölgede askeri varlığımızın devamlı olup olmaması ve bütün bunların Türkiye’ye nelere mâl olacağı (askeri, iktisadi, uluslararası hukuk vb.) noktasında ki fikirlerinizi okuyucularımızla paylaşır mısınız?
Hiçbir ülkenin bir karış toprağında gözü olmadığını sürekli ifade eden Türkiye’nin, Suriye’de de sürekli kalamayacağı aşikardır. Hem terörle mücadele hem de iç savaşlar artık hem uzun soluklu hem de maliyeti çok yüksektir. Türkiye kendi içindeki terörle mücadelenin ayında şimdi de Suriye’deki terör ve iç savaşın maliyetini en ağır yaşayan ülkelerden biri olmuştur, olmaktadır. Suriye’de sürekli asker bulunduramayacağımıza göre yeni Suriye’de terör örgütlerinin özerklik vs. gerekçesiyle ileride bölünmesine yol açabilecek merkezi yönetim sistemini içeren bir anayasaya kavuşması sağlanmalı, Irak’tan da ders alarak Suriye ordusu dışındaki silahlı güçlerin dağıtılması, silahlarının toplanması, uluslararası anlaşmaları, BM kararlarına bağlanmasına çalışılmalıdır. Yoksa Suriye’deki yaşananların benzerinin Türkiye’de de yaşanması için yapılan planların hayata geçirilmesinin önü açılmış olur.