Korona virüsü salgını tehlikesi insanların psikolojilerini nasıl etkiliyor?
Deprem, yangın, sel gibi hayatı tehdit eden beklenmedik olaylar karşısında, insan beyni anında iki tür tepki verir: İlki tehlikenin değerlendirmesini yapmaktır ve ikincisi ise tehditten korunmaktır. Tehdit sorusunun cevabı, “Savaş veya Kaç”tır. Salgın hastalıklarında da durum farklı değildir. Ölümle karşı karşıya kalmak ve bu sürenin bir belirsizlikle uzun zaman alması, etki şiddetini artırabilir.
Kişiyi aşırı korkutan, dehşete düşüren, çaresiz hissettiren, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olayların yol açtığı etkilere “ruhsal travma” diyoruz. İnsan hayatında sıkıntı ve üzüntü meydana getiren birçok olay gerçekleşir ama her olay “ruhsal travma”ya neden olmaz.
Yaşanılan olay sonucu; korku, dehşet veya çaresizlik hissi yaşanılmışsa ya da olayda kişinin kendisinin veya yakınlarının ölümü veya zarar görmesi söz konusu olmuşsa bu durumu ruhsal travma olarak adlandırırız.
Yaşadığımız bir küresel salgın yani bir pandemi. Ve yaşadığımız en temel duygu güvensizlik ve belirsizlikten kaynaklı kaygı, korku. Salgının neden olduğu en önemli psikolojik etki “Akut Stres Bozukluğu” diyebiliriz. Akut stres bozukluğu, kişinin kendinin veya yakınının ölümcül bir olayla karşı karşıya kalması sonucu çaresizlik, güvensizlik, yoğun korku ve endişe yaşaması diyebiliriz. İnsan normal şartlarda zihinsel olarak bastırdığı veya kontrol edebildiği ölüm korkusu, salgın döneminde şiddetlenip kontrol edilemez hale gelebilir. Ölüm korkusunun uzantısı olarak da uykusuzluk, kâbus görme, sürekli virüsle ilgili görüntülerin ve felaket senaryolarının gelmesi, hastalığın kendisine ya da yakınlarına bulaşacağı konusunda endişe duyulması, kolay irkilme, çabuk sinirlenme, gelecek konusunda plan yapamama, ümitsizlik, yalnızlaşma, yabancılaşma, aşırı kaçınma şikâyetler ortaya çıkabilir. Bu tarz şikâyetleri olanların ruh sağlığı profesyonellerinden destek almasını tavsiye ederim. Çünkü bu şikâyetler kronikleşirse, ilerleyen zamanlarda daha derin sorunlar yaşanabilir.
Bu tür durumlarla baş etmek için neler yapmak gerekiyor? Böyle felaket anlarında insanlar, olayın travmatik yönünü en az hasarla nasıl atlatabilir?
Salgın psikolojisinin temelinde kaygının korkuya dönüşmesi var demiştik. Olaylar karşısında hissettiğimiz duygular ve o duyguya göre gösterdiğimiz davranışlar aslında düşünce süreçlerimizden etkilenirler. Yani psikolojik olarak duygularımız ve davranışlarımız, aslında bir durumu nasıl algıladığımız ile ilgili bir konudur. Ne hissettiğimizi yaşadığımız olay değil, o olaya yüklediğimiz anlam veya o olayla ilgili algımız belirler. Buna “otomatik düşünce” diyoruz. Dolayısıyla bu salgın sürecinde bizi rahatsız eden duyguları değiştirmek istiyorsak, öncelikle otomatik düşüncelerimizi farkında olarak değiştirmemiz gerekir.
Örneğin; “Evdeyim, hapis durumdayım, kısıtlandım, nefes alamıyorum, çıkamıyorum, ne zaman bitecek, süreç ne zaman bitecek, ne zaman sokağa çıkacağız, ne zaman bu hastalıktan kurtulacağız” gibi kaygı dolu düşüncelerle “panik” yaşamak yerine düşünceme şeklimizi değiştirmeliyiz. Yani şöyle demeliyiz kendimize: “Hem kendi sağlığım hem de ailemin sağlığı için evde kalıyorum. Benim üzerimden başkalarına bir zarar gelmemesi için evde kalıyorum. Bu günler geçecek. Bu zor süreci sadece ben yaşamıyorum. Sadece benim şehrim ve benim ülkem yaşamıyor, bu küresel bir salgın ve buna dair yapabileceğim bir şey yok.” Böylece, soruna karşı algımız farklılaştıkça, zihnimizin bize kötü oyunlar oynamasına engel olabiliriz.
Şunu unutmayalım, yaşadığımız olaylar karşısında korkmamız, endişelenmemiz çok normal. Ama bu korku ve endişe panik haline dönüşürse, o zaman kalıcı sorunlar yaşayabiliriz. Korku veya stres anlıktır, bizi hayatta tutar, tehlikeye karşı önlem almamızı sağlar ama panik uzun sürelidir ve bize hata yaptırır. Siz bulaşma riskinden dolayı sık sık ellerinizi yıkıyorsanız, sokağa çıktığınızda maske takıyorsanız bu doğru bir kaygıdır veya korkudur. Çünkü önlem almanızı gerekmiştir. Ama iki günlük sokağa çıkma yasağı oldu diye “ya evdeki ekmek-su yetmezse, ya aç kalırsam” diye panikliyorsanız bu size hata yaptırır. Bir anda atarsınız kendinizi sokağa ve daha çok riskli duruma düşersiniz.
Yaşadığımız bu pandemi sürecini sosyolojik olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Sözlerimin başında da ifade ettiğim gibi, küresel bir salgın ve tüm dünya ile birlikte toplumsal dönüşüm yaşıyoruz. Belki de yıllar sonra “dijital çağ” diye tarih kitaplarına geçecek bir döneme şahitlik ediyoruz. Aslında sadece beden sağlığımız tehdit altında değil, sosyal ve iş davranışlarımızın değişmesi ile sosyo-psikolojik açıdan da ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Yaşam şartlarımız, ekonomik durumlarımız, olaylara bakışımız, birbirimizi anlamlandırdığımız her şey değişiyor ve farklılaşıyor.
Ben kişisel olarak dönüşümün devam edeceğini bekliyorum. Sanki yaşadıklarımız bir fragman ve daha fazlası var. Bu yorumum lütfen bir felaket senaryosu olarak anlaşılmasın. İfade etmek istediğim, ilerleyen zamanlarda toplumsal türbülansları yaşayabiliriz. Esnek olmayı öğrenmeli, farklı çalışma modellerine, farklı iletişim yollarına karşı hazırlıklı olmalıyız. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yaşadığımız bu küresel salgın sonucu, artık “küresel bir aklı” konuşuyor olacağız. Ekonomik sahip olduklarımızdan çok, bilimsel ve ilimsel sahip olduklarımız anlamlı olacak. Sermaye sahiplerinin, ilişkilerin, teknolojinin, iş yapım biçimlerinin değiştiği bir dünyaya hazırlanmak gerekiyor.
Kendi dünyamızı anlamlandırmak ve eksen kayması yaşayan güzide değerlerimizi ait oldukları yere getirmek adına bu süreci nasıl yönetmeliyiz?
Hiç kimse bu süreçten bilge bir kişilik olarak çıkmak zorunda değil. Kesin olan bir şey var ki o da pandemi ile karşı karşıyayız. Önceliğimiz en basit haliyle, hayatta kalmak ve bu salgının yayılmasını önlemek. Bunun için de sosyal izolasyona ve temizlik kurallarına dikkat etmek. Bu asgarî önlemlere dikkat ettikten sonra belki de ihtiyacımız olan biraz daha yavaşlamak. Kendi sesimizi duymak, duygularımızı doğru tanımlamak… Belki eşimizi veya çocuğumuzu duymaya çalışmak. Unutmayalım ki bilinç, emek ve sabır olmadan hayatlarımızda hiçbir şey değişmeyecek. Yani biz günde 10 tane kitap okusak veya 50 tane film izlesek bile o bilgileri sindiremedikten sonra hayatlarımızda hiçbir şey değişmeyecek.
Yaşadığımız süreç bize çok net şunu öğretiyor: “bireysel olarak başaramayız. Biz olabilirsek atlatacağız”. Yani senin dikkat ettiğin temizlik hassasiyetlerine ben dikkat etmezsem ikimiz de kaybedeceğiz. Empati yapmak, olmazsa olmazımız. İnsan olarak ne kadar çaresiz ve aciz olduğumuzu gördük. Bu dünya sadece insan canlısına ait değil. Bu dünyayı paylaştığımız tüm canlılara değer vermezsek, kaybedeceğiz. İlişkilerimizin de sınandığı günleri geçiriyoruz. Düne kadar gün içerisinde genel bir düzen varken, belli rutinler varken bütün bunlar değişti. Dolayısıyla sevgimizi, merhametimizi, sabrımızı sınadığımız günler bu günler. Sosyal izolasyon dediğimiz şey fiziki bir mesafe. Yani ben belki anneme, babama veya sevdiklerime sarılamıyorum ama bu onlarla iletişim kurmayacağım, onlarla konuşmayacağım, hal hatır sormayacağım anlamına gelmiyor. Dolayısıyla tam da insanın insana ihtiyaç duyduğu günlerdeyiz.
Bize düşen insan olduğumuzu unutmadan, insan kalmaya direnerek yola devam etmek.
Sosyal izolasyon dediğimiz bu süreci en iyi ve yararlı geçirmek için neler yapmalıyız? Neler önerirsiniz?
Krizler her zaman bize alışkanlıklarımızı değiştirmek için fırsatlar sunarlar. Bizler bu süreçten farklı bir yönümüzü keşfederek çıkabiliriz. Hayatımızdaki bazı alışkanlıkları değiştirmemiz için fırsat olabilir, belki yeni şeylere başlayabilir, belki yeni bir iş yapım modeli geliştirebiliriz. Tüketim alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Yeni bir dil öğrenebilir, yeni bir yeteneğinizi keşfedebilirsiniz. Örneğin biz küçük kızımla birlikte “Koronadan Sonra Yapacaklarımız” diye bir liste hazırlıyoruz. Hayallerimizi yazıyoruz o listeye. Okuyucularımıza da böyle bir liste hazırlamalarını tavsiye edebilirim. Veya bu günleri nasıl geçirdikleri ile “günlük” yazabilirler. Yazmak iyi bir terapi yöntemidir.