Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve cinayetler her geçen gün artmaktadır. Kadın cinayetlerine bakışımız nasıl olmalıdır? Bu cinayetlerin arkasında, kurbanların sadece kadın olmaları gerekçesi mi yatıyor, yoksa başka nedenler de olabilir mi?
Kadın cinayetlerini toplumsal bir sorun olarak görmek zorundayız çünkü konuyu sadece bir ‘kadın’ sorunu olarak görürsek mücadelede yetersiz kalırız. Kurban kadın, fail erkek olunca ister istemez mesele cinsiyet temeline oturuyor ama kavrayışımız daha derin olmak zorunda. Biz nasıl kadınlarını, çocuklarını ve hatta maalesef hayvanlarını şiddet ve cinsel saldırı suçlarından koruyamaz bir millet haline geldik? Bunu hep birlikte düşünmeliyiz. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın şiarından, post modern kapitalist düzende gerileye gerileye devleti yaşat ki insan yaşasın sınırlarına çekildik. Daha bu dönüşümü yeterince irdeleyememişken bir de baktık ki biz aslında birbirimizi bile daha yaşatamıyoruz. Suç evrensel bir olgudur ve tüm toplumlarda, her devirde işlenmiştir ancak belirli bir toplumda belirli bir zaman diliminde benzer suçlarda bir artış varsa orada sosyolojik, sosyal psikolojik bir dönüşüm başlamış olabilir. Neye dönüşüyoruz acaba? Çok iç açıcı bir tablo göremiyorum…
Türkiye’de önceki yıllara göre 2017 yılında kadın cinayetlerinde bir artış görüyoruz. Bu artışın temel nedeni nedir?
Belli ki eğitim sistemimizde bir aksaklık var. Bunu sadece örgün eğitim olarak düşünmüyorum. Geleneksel olarak ailelerimizden aldığımız eğitimde ve rol modellerimizde de sorun var demek ki… Güçsüzü, savunmasızı ezme hakkını kendinde gören erişkinleri hangi anne babalar yetiştiriyor? Çocuklarımıza ‘hayır’ı, ‘yok’u, ‘sonra’yı öğretiyor muyuz yoksa tutarsız ebeveynlik tutumlarıyla engellenme toleransı olmayan, hoşgörü ve sabır gösteremeyen, dürtüsel erişkinler mi meydana getiriyoruz? Unutmayalım ki eğitim ailede başlar. Elbette ki eğitim kurumlarımızdaki, maalesef gördüğümüz kadarıyla niteliğine yeterince yatırım yapılmayan sözüm ona dindar nesil yetiştirme projesini de eleştirelim ama şu anda sokaklarda her gün daha fazla sayıda cinayet işleyen ve bir o kadar da potansiyel olarak her an karısını, kızını veya sevgilisini kendisi için makul görünen herhangi bir gerekçe ile öldürme, yaralama, şiddet uygulamaya hazır olan kitle son on beş yılın eğitim politikaları vizyonsuzluğunun ürünü olamaz sadece. Bunu söylemek beni biraz üzüyor ama Tevhid-i Tedrisat kanunundan beri Türk eğitim sisteminde gerçekten milli olan ve sesi gür çıkan, istikrarlı bir politika üretildiğini düşünmüyorum.
Sizce kadın cinayetleri neden önlenemiyor? Kadın cinayetlerinin önüne geçmek için Türk toplumuna düşen görevler nelerdir?
Geleneksel kadın-erkek rollerini cesaretle ve elimizi taşın altına koymadan tartışamazsak, bazı değişimlerin adını koyamazsak ve kabullenme-sindirme süreçlerine hazırlıklı olmazsak her türlü tedbir biraz boşuna bir çaba olarak kalır. Aile içi şiddeti, mahremiyet sınırları içerisinde, dokunulmaz olarak kabul etmememiz gerekir. Kanuni yaptırımların istikrarlı ve istisnasız uygulanması gerekir. Emniyet güçlerimizin bu konuda farkındalık kazanması çok önemli. Kız çocuklarımıza kendilerini korumayı öğretme konusunda belki de düşünmeye başlamamız lazımdır. Bireysel silahlanmanın önü alınamıyor madem o zaman bu konuda da bir cinsiyet dengesizliğinden yakınmak durumundayım. Kimse kusura bakmasın. Kolluk kuvvetleri beni ve çocuklarımı ruh sağlığı yerinde olmayan bir adamdan, sırf resmî olarak evlilik birliği altındayım diye koruyamayacaksa benim tek çarem bir köşeye sinerek ölümü beklemek olmamalı ve erkekler de ülkedeki otoriter, maskülen ses tonunun estirdiği rüzgârları arkasına alıp, caydırıcı olmayan cezalarla adeta dalga geçerek tabirimi mazur görün, tavuk keser gibi, dört duvara bile gerek duymadan, sokaklarda, ortalıkta, çocukların, herkesin gözü önünde can alma hakkını kendilerinde nereye kadar görebilirler? Alkol ve uyuşturucu kullanım oranları ortada… Kadın cinayetleri rakamları tüyler ürpertici bir hızla artıyor… İşsizlik deseniz bu ülkenin oldubitti çare bulunamamış bir yarası… Bu yaralar sarılmadan tek başına cinayetleri, saldırıları önlemek diye bir hedef gerçekçi olamaz.
Kadın cinayetleri konusunda üniversiteler, STK’lar ve medya kuruluşları gereken önemi veriyor mu? Sizce Türk toplumunu bu konu hakkında yeterli bir şekilde bilgilendiriyor mu?
Mutlaka herkes üzerine düşeni elinden geldiğince yapmaya çalışıyor ama yeterli olup olmadığı tartışılır. Devir sosyal medya ve görsel iletişim kanallarını kullanarak ülkelerdeki rejimlerin değişebildiği bir devir. Bir çözüm üretmek isteyen, uzun vadeli ve kalıcı değişiklikler meydana getirmek isteyenler bu araçları azami olarak kullanmak zorunda. Bir de yine çok üzülerek söylüyorum, son yıllarda aile bakanlığımız tarafından takınılan tavır ve topluma verilen mesajlar maalesef çok talihsiz başlıklarla medyaya yansıyor. Dinî olan, ahlakî olan, geleneksel olan, itaatkâr olan hep birbirine karışmış gibi. Hak, hukuk ve adalet arayışı sanki ideolojik söylemleriyle çelişecekmiş gibi, en kibar tabirle ürkek bir şekilde hiçbir anlamı olmayan, kadını ikinci ve üçüncü plana atan, değersizleştiren, ötekileştiren ifadeler ne yazık ki yine kadınların ağzından dile getiriliyor. Birtakım kanaat önderlerinin de bu ateşe odun taşımakta beis görmemesi durumu daha vahim hale getiriyor. Bunu akıl tutulması olarak görüyorum. Hiçbir ideoloji toplumu ayakta tutan iki ayaktan birini yok sayarak varlığını koruyamaz. Şunu bile ileri sürebilirim; madem siz kadına daha edilgen, sosyal ve ekonomik hayata daha az katılan, itaatkâr ve taassup içerisinde bir yer vermek istiyorsunuz, o zaman bari can güvenliğini sağlayın. Bakıyoruz, bu da yok… Aydınının çıkıp televizyonda hamile kadın evde otursun, midem bulanıyor dediği bir toplumda, hamile eşini döven veya öldüren erkeklerin olması gerçekten şaşırtıcı mı? Birisi çıkıp diyebilir ki ikisi aynı şey değil, televizyondaki ifade özgürlüğüdür, şiddeti teşvik etmez, diğeri ise suç eylemidir. İyi de bu muhakemeyi yapabilen, donanımlı, felsefe okumuş, sorgulayan bir muhatap değil ki karşımızdaki… Herkesin üzerine düşen sorumluluğun bilincinde olmasını ümit ediyorum.
Devletimiz cinayetlerin önüne geçme konusunda hukukî olarak yeterli tedbirleri alıyor mu?
Bu, belki de hukukçuların cevaplaması gereken bir soru ancak manzaraya göz attığımızda yeterince işleyen bir adalet mekanizmasının olmadığını söylemek herhalde doğru olur. Müfredatımıza ebeveynlik tutumları, çocuk yetiştirme konularının eklenmesi uygun olabilir. Yine bazı sosyal derslerin içeriğinde suç ve ceza ilişkisini çocuklarımıza anlatmak fayda verebilir. Hayvana, insana, çocuğa, kadına, kısacası bir canlıya zarar verirsen başına neler gelir, bunları öğretelim çocuklarımıza. Ahlak ve vicdan nedir bunları öğretelim. Ancak zarar verenlerin de başına gerçekten, devlet eliyle bir ceza gelsin. Tecavüzcülerin ve sapık katillerin hapse girince şişlenmesinden medet umduğumuz bir adalet sistemi olamaz.