Bir süredir bütün dünya ile beraber ülkemizin de ana gündemini Korana virüsü ile mücadele konusu meşgul ediyor. Salgından önceki dönemi hafızamızda canlandıracak olursak İdlib konusunda Rusya ile bir anlaşma ve bölgede ortak hareket etme kararı alınmıştı. Bu konuda ilerleme kaydedildi mi ve TSK’nın bölgedeki gözlem noktalarının sayısında bir artış yaşandı mı? İdlib’deki son durum hakkında neler söylemek istersiniz?
Şu anda İdlib’de ortaya çıkan fiili durumu, Rusya kendisi ile ilişkilendirmek istemiyor. Bir şekilde Türkiye’yle mücadele etmenin riskleri, Rusların açısından sadece orada kalan bir mesele değil. Bunun hem siyasi boyutları hem de stratejik boyutları var. Ama bir diğer tarafı ile Ruslar oradaki kazanımlarından vazgeçme eğilimi içerisinde değiller bilakis bu kazanımları arttırma eğilimi içerisindeler.
Bu noktada şu an İdlib bölgesinde rejim üzerinden yapılan takviyelerin; özellikle silahlı ayağında yani mücadele sırasında ortaya çıkan rejim eksenindeki kayıpların silah, mühimmat ve teçhizat eksikliklerinin tamamlanmasını hatta bunlardan daha da fazlasını şu an Rusya yapıyor. Bunu satarak mı yapıyor, yoksa karşılığında başka şeyler alarak mı yapıyor çok bilmiyoruz ama böyle bir fiili durum var.
Bir diğer tarafına dikkat çekecek olursak şu ana kadar rejim, uzun süre muvaffak olamadı. M-4 karayolu eksenindeki sorunu Türkiye’nin sırtına yüklemiş durumda. Gerek 6 kilometrelik derinlikteki bir alana -ki bu alan Cebel ez-Zaviye dağını da kapsamakta- daha önce girememişlerdi. Şimdi o bölgelerde “Türkiye üzerinden bir çözüm üretebilir miyim?”, “Türkiye’yi bu noktada kendi lehime kullanabilir miyim?” arayışı içerisindeler. Bunun sürecin nasıl gelişeceğini hep beraber göreceğiz. Ama şu an Türkiye açısından ortaya çıkan fotoğraf şu: “Ne İsa’ya ne Musa’ya” Yani ne İdlib’deki radikal örgütlere yaranabileceğimiz bir pozisyon var ne de rejime veya Rusya’ya yaranabileceğimiz bir pozisyon var. Şu an, anlaşma ile sorun ötelenmiş durumda ama yine kuyular kazılmakta. Bu gerçeği görüyor olmanız gerekiyor. Sorun kalıcı olarak bir çözüme kavuşturulabilmiş değil. Bir ateşkes alanı ortaya çıkmış değil. Geçtiğimiz günlerde de sıkıntılar çıkmıştı. Yani yavaş yavaş sahadaki mücadele bir şekilde kendi kilometre taşlarını döşüyor. Nereye gideceğini hep beraber göreceğiz.
Türkiye sınır güvenliğini sağlamak amacıyla Irak’ın kuzeyine de zaman zaman operasyonlar düzenliyor. Bu doğrultuda son günlerde sınır ötesindeki PKK hedeflerinin vurulduğunu biliyoruz. Bu operasyondaki temel hedef ve ordumuzun nihai amacı nedir?
Fiili anlamda bir güvenlik koridoru Pençe-1, Pençe-2 ve Pençe-3 harekâtları ile beraber sağlanmış durumda. Mehmetçiğin özellikle Zap ve Hakurk kamp alanlarında ortaya koyduğu kalıcı etki yani orada yaz-kış duruyor olması sorunun Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ötelenmesi gibi çok önemli bir sonuç üretti. Ama bir diğer tarafı ile terör örgütünün hâlâ Kandil’deki, Mahmur’daki, Sincar’daki varlığı diğer tartışmalı olan bölgelerde tanımlamış olduğu varlığı ve bu varlığın uzak da olsa güçleniyor olması, sorunun bir diğer büyük ve kronik tarafı. Kalıcı olarak örgüt orada ortadan kalkmış değil. Sınırlarımızdan öteleştirilmiş durumda. Özellikle Irak’ın kuzeyindeki dağlık alana ötelenmiş vaziyetteler. Bir diğer tarafı da gerek Türkiye içerisinde gerek o bölgede örgütün sızmaya girişimlerini görmekteyiz. Yani mücadele kendi dinamikleri içerisinde devam ediyor ama hepimizin bildiği temel gerçek şu ki 15 Temmuz darbe girişiminden sonra son derece etkili bir mücadele var. Genel olarak baktığımızda da görüyoruz ki Allah’a çok şükür zayiat oranlarımız çok az ve imha etme etkimiz son derece ciddi rakamlarda. Bu da örgütün moral ve motivasyonu anlamında bizim açımızdan son derece sevindirici gelişmelerdir.
Bildiğiniz gibi Kuzey Irak’ta yapılan operasyonların ardından Bağdat büyükelçimiz Sayın Fatih Yıldız, Irak Dışişleri Bakanlığına çağrıldı ve kendisine Irak hükümetinin rahatsızlığı bildirildi. Büyükelçimize yapılan bu muamele hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Büyükelçimiz, hava sahasını ihlâl yani Mahmur Hava Harekâtı gerekçesi ile çağırıldı. Büyükelçimiz onlara gereken cevabı verdi. Terörle mücadele kapsamında yapılan bir harekât olduğunu, Irak’ın toprak bütünlüğünde Türkiye’nin herhangi bir gözü olmadığını, hatta ve hatta Irak’ın bu tür terörle mücadele harekâtlarında Türkiye ile işbirliği içerisinde hareket etmesi gerektiği doğrultusunda bir karşılık verdi. Orada yeni bir yapılanma ve siyasi bir oluşum söz konusu. Bu siyasi oluşumun konuyu anlaması, idrak etmesi anlamında da yapılan bu görüşmenin önemli olduğunu düşünüyorum ama diğer tarafı ile Irak merkez hükümeti içerisinde Türkiye’nin oradaki varlığını manipüle eden birtakım zihniyetlerin olduğunun farkındayız.
Son günlerde salgın sonrası dünya düzeninde köklü değişikliklerin yaşanacağı konuşuluyor. Siz de bu süreç sonrasında devletlerin milli güç unsurlarının derinden etkileneceğini dile getiriyorsunuz. Bu konuyu biraz açacak olursak neler söylemek istersiniz?
Bu salgını sadece sağlık ve ekonomi ayakları ile ele alıyoruz veya buna dair oluşmuş bir hassas gündemimiz var. Bunu anlamlandırmak da kolay. Askeri terminolojide bir ifade vardır; “en büyük tehdit, en yakın ve en hissedilir olandır” tarzında. Bugün sivil toplum da kendisini ilgilendiren boyutuyla hem sağlık hem de ekonomik kısmıyla ilgilenmekte. Yani sosyal yaşam kısmı ile ilgilenmekte. Ama bu işe kafa yoran herkes çok iyi biliyor ki tarihte olduğu gibi insanlık tarihine yön veren ve insanlığı son derece derinden etkileyen bu tür salgınlar gerçekleşmişti. Aslında baktığımızda da geçmişteki salgınlar bu kadar geniş alanlara yayılmamıştı, bölgesel veya kıtasaldı lakin şu anda küresel bir salgın var. Bu salgın mutlaka her ülkenin bütün milli güç unsurlarını derinden etkileyecek. Etkilemeye başladığını da yavaş yavaş gözlemlemekteyiz. Gerek askeri harekâtlar, gerek sosyolojik hareketlilikler, gerek bilim ve teknoloji, gerek topografya, gerek jeopolitika… Her alanda Korona virüsü salgınının son derece güçlü etkileri var. Sadece sağlık alanında değil, sadece ekonomi alanında değil bütün milli güç unsurlarında yani insanlığı ilgilendiren her alanda Korona virüsü salgınının çok büyük bir etkisi olduğunu ifade edebiliriz.