Bu hafta içerisinde Kıbrıs Barış Harekatı’mızın 44. yıldönümünü kutluyoruz. Bu vesileyle o günleri hatırlamak istersek, Türkiye hangi uluslararası anlaşmalardan elde etmiş olduğu haklarını kullanarak Kıbrıs Barış Harekatı’nı gerçekleştirmiştir?
Hatırlanacağı üzere 1960 Ortaklık Cumhuriyeti’nin kuruluşu Türkiye, Yunanistan ve İngiltere Başbakanları, (Menderes, Karamanlis ve Macmillan) ile Kıbrıs Türk ve Rum cemaat liderleri, (Küçük ve Makarios) katılımı ile kapsamlı anlaşmalar imzalanarak kurulmuştu. Tarihi Londra Konferansı’nda imzalanan başlıca dört konudaki anlaşmalar şu şekildeydi;
“Kıbrıs üzerindeki İngiltere egemenliğinin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne devrine dair bir kurulma antlaşması, Kıbrıs’ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasa düzenini teminat altına alan Garanti Antlaşması Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs arasında yapılacak askeri İttifak Antlaşması ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının temel maddeleri”
Her şeyden evvel ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ anayasası ilk olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasına dair antlaşma, İttifak Antlaşması ve Garanti Antlaşması’na bağlı olarak oluşturulmuş anayasanın hukuksal statüsünü belirtmesi ile farklı bir statüye konmuştur.
Kıbrıs’ta anayasal düzenin ortadan kaldırılması, Enosis veya taksimi 1960 Garanti Antlaşması’nda yasaklanmıştır. Türkiye Kıbrıs’ta garantör devlet statüsündedir. Bu hak, uluslararası hukuktan kaynaklanan bir haktır. Garanti antlaşması sadece 4 maddedir ancak adada barış ve güvenliğin korunmasını sağlayabilecek katı karakterde bir antlaşmadır. Yani değiştirilmesi kolay mümkün olmayan bir antlaşmadır. Başka bir ifadeyle Garanti Antlaşması hiçbir ulusal grubun diğerinin üstünde üstünlük kuramayacağını, onu ortadan kaldıramayacağının teminatıdır. Türkiye bu teminatı sağlayan en önemli unsurudur. Nitekim 1963’ten başlayarak 1974 yılına kadar Kıbrıs Türk’üne çeşitli saldırılar olmuş, 103 köy yıkılmış, on binlerce Türk köylerini terk etmiş, Kızılay çadırlarında kalmış, toplu katliamlara uğramış ve adanın %3’lük alanında yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bu süreçte anayasal düzenin bozulmuş olmasına rağmen Dünya, yaşanan olaylara kulak tıkamıştır. Hatta 15 Temmuz 1974’te Yunan cuntasının Kıbrıs’ta bir darbe gerçekleştirerek Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak ettiğini deklere etmesi ile Türkiye daha öncelerden arzu ettiği harekâtı gerçekleştirme fırsatı bulmuştur. Türkiye meşru müdahale hakkını kullanarak adada her iki topluma barış ve güvenlik sağlamak için 20 Temmuz sabahı birinci harekâtı yapmıştır. Bu hakikat göz ardı edilemez. Şu an adada halen bir ateşkes mevcuttur.
Türkiye’yi adaya müdahale etmeye mecbur bırakan şartları ve Kıbrıs Türklerinin karşı karşıya kalmış olduğu meseleler hakkında neler söylemek istersiniz?
Türkiye’yi adaya müdahale etmeye mecbur bırakan sebepler tabi ki Kıbrıs Türklerinin haysiyetinin, can ve mal güvenliğinin ortadan kaldırılması yönünde 1 Nisan 1955’te kurulan EOKA terör örgütünün Kıbrıs Türklerine saldırılarının devam etmesi ve 1960 Ortaklık Devleti kurulmuş olmasına karşın bu devleti temsil eden en üst düzey Rum temsilcilerinin Enosis hedefi için Kıbrıs Türklerini önlerinde engel görmeleri idi. Rumlar için ada Helenizme yani Büyük Fikir denilen Megali İdea’ya dayanan millî bir meseledir. Bu, halen günümüzde devam etmektedir. 1961’den başlayan gerilim 1963’te Makarios’un anayasa değişikliği önerisi ile sürmüştür. Makarios Kasım 1963’te sunduğu önerilerde Türklere azınlık hakları öngören bir değişikliğin kabulünü istemiştir. Türk tarafı bunu reddedince tarihe ‘Kanlı Noel’ olarak geçecek olan 21 Aralık 1963 olayları başlamıştır. Bu olaylar önceden gizlice hazırlanan Akritas planının devreye konulması ile 1963 yılında başlayan bir süreçtir.
Nihayetinde 15 Temmuz 1974 Yunan cunta darbesi ile Türkiye müdahale hakkını kullanabileceği kuvvetli bir zemin yakalamıştır. Daha önceden Türkiye’nin müdahale niyeti ünlü Johnson Mektubu ile 1964 yılındaki hadiselerde engellenmiş, 1967 Geçitkale-Boğaziçi katliamlarını yapıldığı ve yine adaya 20 bin Yunan askerinin Grivas öncülüğünde yığıldığı dönemde de gerçekleştirme niyeti olsa da araya giren arabulucuların baskıları nedeni ile Yunanlı askerler adadan gönderildiği için müdahale edilememiştir. Ancak olaylar devam etmiştir. Nihayetinde 15 Temmuz Yunan faşist darbesi gerçekleşince Türkiye garanti antlaşmalarında yer alan hakkı ile tek yanlı adaya müdahale etmiştir. Kıbrıs Türkleri bu müdahale ile sadece Kıbrıs Türkleri değil, Rumlar bile özgürlük, barış ve huzura, can ve mal güvenliğine kavuşmuştur. Unutulmamalıdır ki Makarios, 19 Temmuz 1974’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK)’nde garantör ülkelere adaya müdahale edin çağrısı dahi yapmıştır.
Sizce Türkiye bu harekâtı yapmakta gecikmiş midir ve harekâtın sonunda neden bütün Kıbrıs adası değil de, sadece Kuzey kısmı kurtarılmıştır?
Yukarıda da izah ettiğim gibi birkaç kez Türkiye bu niyeti taşımış olsa bile esasen Yunan cunta darbesi sonrasında olabilmiştir. Kıbrıs adasının sadece kuzey kısmı aslında kurtarılmış gibi görünse de Türk askeri Larnaka’ya kadar inmiştir. Daha sonra ateşkes ile hali hazırda bugün yeşil hat olarak geçen sınırlara dönmüştür. Yoksa rahmetli Erbakan’ın tüm Kıbrıs’ın alınması ısrarı olduğunu bu dönemde biliyoruz. Ancak BM’nin aldığı 353 sayılı karar ile ateşkes çağrısı yapması özde Türkiye’yi harekâtı durdurmaya zorlayan en önemli faktör olmuştur.
Malumunuz olduğu üzere KKTC’nin varlığını, hür ve müstakil bir devlet olduğu gerçeğini Türkiye haricinde hiçbir ülke tanımamaktadır. Bu durumun sebebi nedir? KKTC’nin adadaki varlığı Kıbrıs Türkleri için nasıl bir öneme sahiptir?
KKTC’nin ilan edilmesi ile birlikte BMGK 540 ve 551 sayılı kararları ile tanınmasının engellenmesi çağrısı etkili olmuştur. Oysa uluslararası hukukta tanıma işlemi siyasi işlemdir. Kaldı ki o dönemde self determinasyon ilkesi tüm dünyada yaygın iken bunun Kıbrıs Türklerine karşı kabul görmemesi, BM’nin yapısının ne denli hegemon düzen mantığı çerçevesinde 5 daimi ülkenin çıkarlarına göre şekillendiğini de göstermektedir.
KKTC bundan sonra Kıbrıs Türk Devleti olarak varlığını sürdürmelidir. Anavatan Türk hükümeti Kıbrıs Türk Devleti adı ile Kıbrıs Türklerini İslam İşbirliği Teşkilatı ile Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na gözlemci devlet statüsünde üye yapmıştır. Uluslararası alanda tanınma siyasi işlemdir. Kosova bugün BM üyesi değildir ancak dünyada devlet olarak geçmektedir. Dolayısıyla BM’nin alacağı karara göre Kıbrıs Türkü bundan sonra müzakereler yolu ile vakit harcamamalıdır. Zira Rumların geçmişte sahip oldukları mantalitesi halen ayni zeminde devam etmektedir.