Geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD’li mevkidaşı ile yaptığı görüşmede sizce en önemli husus neydi? Görüşme Türkiye ve ABD ilişkilerinin normalleşmesi açısından bir başlangıç olabilir mi?
Çavuşoğlu-Pompeo görüşmesi öncesinde ve sonrasında her iki tarafça yapılan açıklamaların ortak yönü, bu görüşmelerin ve tesis edilen mekanizmaların amacı iki ülke ilişkilerinin normalleşmesi ve var olan sorunların çözümüne katkı sağlanmasıydı. Ancak Türk ve Amerikalı yetkililerin açıklamalarının diğer kısımlarına bakıldığında anlaşmazlıkların devam ettiği, mutabık kalındığı ifade edilen Menbiç yol haritası üzerinde bile farklı beklentiler ve kriterler olduğunu gösteriyor. Türk tarafı her şey tamam, yol haritası ve takvim net derken, ABD tarafı yol haritasının geniş bir siyasi çerçeve mutabakatı olduğunu, Menbiç yol haritasının “koşullara bağlı” bir süreci içerdiğini, her safhada incelenecek sorunların çözümünde her iki tarafın tam mutabakatı oldukça ancak bir sonraki safhaya geçilebileceğini, sahadaki duruma göre yol haritasında değişikler olabileceğini açıklamıştır. Menbiç yol haritasında mutabakat sağlandı açıklamasıyla Türk tarafı seçim sürecinde Menbiç konusunda ABD’ye istediğimiz planı kabul ettirdik algısı oluştururken, ABD tarafının ise aslında Türkiye’nin değil kendilerinin istediği ortamın oluştuğunu, Türkiye’yi sahadaki fiili durumu kabule mecbur bıraktıklarını ve sorunun çözümlenmiş algısı yaratarak, ABD üzerinde en azından medya aracılığıyla yaratılan baskıyı azalttığını söyleyebiliriz.
ABD’nin bundan böyle bilhassa Suriye’de devlet dışı aktörlerle hareket etmeyeceği ve Türkiye’nin bu yöndeki çekincelerini dikkate alacağı yönündeki yorumlara katılıyor musunuz?
Sahadaki gelişmeler bu tür yorumların doğruluğunu teyit etmemektedir. Aksine ABD devlet dışı aktörleri devletleştirecek adımları atarak, onları kullanmaya devam etmektedir. Çavuşoğlu ile görüşmesinden saatler sonra Pompeo attığı twit ile Suriye Demokratik Güçleri’ne güvendiklerini ve gurur duyduklarını belirtip, beraber çalışmaya devam edeceklerini ifade etmiştir. ABD’nin İdlib’te faaliyet gösteren Beyaz Baretliler adlı sözde sivil toplum örgütü/yardım örgütüne desteğini kestiği haberleri medyada yer aldı. Bu haber ABD’nin devlet dışı aktörlerle hareket etmeyeceği yorumlarına yol açmış olabilir ancak bu doğru değildir. SDG’nin ve YPG’nin de devlet dışı silahlı hatta terörist gruplar olduğu ortadayken bu yorumlar anlamsız kalır. Diğer taraftan iki gün önce ABD’nin İdlib’te, ABD etkisindeki bazı ÖSO gruplarını SDG bayrağı altında hareket edecek şekilde yeniden organize ettiği ve yeni bir grup kurduğu haberleri medyaya düştü. Bu da ABD’nin ne Suriye’nin kuzeybatısından ne de devlet dışı aktörlerden vazgeçmediğini göstermektedir.
ABD ve Türkiye’nin Menbiç’e ortak harekât etme ihtimalini ve bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde durumun kalıcı bir çözüme kavuşarak bölgenin terör örgütlerinden tamamen temizlenmesini mümkün görüyor musunuz?
Birinci soruya verdiğimiz cevabın içinde de ifade ettiğim gibi, ABD ve Türkiye’nin Suriye ve Menbiç özelinde tehdit değerlendirmeleri ve nihai hedefleri farklı olduğu yapılan açıklamalardan bir kez daha anlaşılmıştır. Dolayısıyla her iki tarafın taleplerini karşılayan kalıcı bir çözümden bahsetmek mümkün değildir. Menbiç’te yerleşik ve hâkim güç ABD olduğuna göre, ABD’nin planlarının büyük oranda hayata geçmesi beklenmelidir. Ancak Türkiye’nin daha fazla ses çıkarmasını önlemek adına simgesel sayıda YPG’li teröristin Menbiç’ten çıkarıldığı haber ve görüntüleriyle Menbiç, teröristlerden temizlendi algısının yaratılacağı anlaşılmaktadır. Menbiç yol haritasıyla ilgili olarak Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun açıklamalarından sonra isimleri açıklanmayan Amerikalı diplomatların açıklamalarının detaylarına bakıldığında, ABD’nin Menbiç yol haritasından hedeflediğinin bu olduğu anlaşılmaktadır.
Terör örgütü YPG’nin bir parçası olan Suriye Demokratik Güçleri’nin kontrolündeki Menbiç Askeri Meclis’inin “Menbiç’te asla Türk askerinin varlığını kabul etmeyeceğiz” yönündeki açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu açıklama onlar açısından normaldir ve yeni bir şey de değildir. Ta en başından bu yana Menbiç dâhil Suriye kuzeyinde Türk askeri istemediklerini defalarca açıklamışlardır. Aslında bu görüş sadece SDG -YPG ya da Menbiç askeri konseyinin değil ABD tarafının da görüşüdür. Nitekim Çavuşoğlu – Pompeo, Menbiç yol haritası anlaşması sonrasında Amerikalı diplomatların basına yaptıkları açıklamada Menbiç’te Türk - Amerikan askerinin devriye gezmesi ya da güvenliği sağlamalarının söz konusu olmadığı da net bir biçimde ifade edilmektedir. ABD ve SDG-YPG açısından da en az üç senedir mücadele edip ele geçirdikleri topraklara Türk askerinin elini kolunu sallayarak girmesini kabul etmelerini beklemek de gerçekçi değildir. Türk medyasında bu yönde çıkan haberler sadece iç politikaya dönüktür ve Menbiç bağlamında karşılığı maalesef yoktur.
Kandil’e yapılması beklenilen askerî operasyonun mahiyeti hakkında okurlarımıza neler aktarmak isterseniz?
Kandil konusu Çavuşoğlu - Pompeo görüşmelerinin hemen öncesinde gündeme girmiş, Menbiç’te yol haritası anlaşmasına varıldı açıklamasıyla gündemin zirvesine yerleşmiştir. Yukarıda ifade ettiğimiz şekliyle Çavuşoğlu-Pompeo görüşmesinden çıkan yol haritası aslında Türkiye açısından tam başarısızlıktır ve Türkiye’nin Suriye kuzeyindeki ABD planlarını, senaryolarını kabullenmesinden başka bir sonuç getirmeyecektir. İşte tam da bu durumun üstünü örtmek Menbiç konusunu gündemden düşürmek üzere kandil operasyonu hızla gündeme sokulmuştur. Çünkü Irak kuzeyinde yapılmakta olan operasyon Mart ayında başlamıştır ve aslen Hakurk bölgesinde Türkiye - Irak - İran sınır noktasında PKK kontrolündeki bölgenin PKK’dan temizlenmesi ve PKK’nın sınırı geçerek Türkiye’de eylem yapmasını önleme amaçlıdır. O bölgede operasyon yapan TSK mevcudiyeti yani askeri kuvvet sınırlıdır ve Kandil’e operasyon yapmak için yeterli değildir. Hâlihazırda da Hakurk bölgesinde operasyon, TSK birliklerinin Kandil’e olan mesafesi gazetelerde yer aldığı gibi çok yakın da değildir. Kandil eteklerine ulaşılabilmesi için aşılması gereken zor arazi şartlarında Mart ayından bu yana ilerlenen mesafenin iki katına yakın bir mesafe vardır. Kandil yüksek ve zor arazi şartlarını barından, yüksek bir dağ olmasının yanında çevresi çok geniştir ve İran topraklarının içinde de yer alan bir bölgedir. Türkiye’nin yıllardır havadan vurduğu bu bölgeye karadan da yapılacak bir operasyonun başarısı için Bağdat Hükümeti’nin yanında İran ile de işbirliği yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Elbette ki Kandil simgesel açıdan PKK için önemlidir, orada PKK’nın yok edilmesi dağıtılması Türkiye’ye büyük psikolojik üstünlük sağlayacaktır. Ancak bütün gücümüzü ve gündemimizi sınırlarımızdan 80-100 km mesafe derinliğindeki Kandil’e odaklayıp gerçekte Kandil’den daha büyük ve öncelikli tehdit olan Fırat doğusundaki PKK devletçiği oluşumunu gözden kaçırmak uygun bir seçenek olmayacaktır. Bütün bunlara rağmen seçime kadar olan kısa sürede “Kandil’e girdik, PKK’yı dağıttık” gibi haber ve fotoğraflar gelirse bunun zaman-mekân-kuvvet açısından gerçekçi olmayacağını, Kandil eteklerine yakın mevkilerde algı operasyon maksatlı göstermelik fotoğraflar olacağını şimdiden söyleyebiliriz.