Gazi-i Namdar-Şehit-i Alâ Enver Paşa’nın şehadetinin üzerinden 96 yıl geçti. Rus makinalı tüfeklerine karşı yalın kılıç koşan ve bir bayram sabahı Çeğen Tepesinde şehit düşen Enver Paşa’nın doğduğu dönemle ilgili kısaca neler söyleyebilirsiniz?
Biz Enver Paşa’nın doğum gününü, Enver Paşa’nın babasının kendisine gönderdiği mektuptan net olarak biliyoruz. 23 Kasım 1881 tarihinde İstanbul’da doğdu. Kendisi Binbaşı iken babasına sual ediyor, biz bunu Şevket Süreyya Aydemir’den öğreniyoruz. Babasına soruyor, tam olarak doğum günüm nedir diye. Babası Ahmet Bey de 10 Temmuz 1324 gününde yani Miladi takvime göre 23 Kasım 1881 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldiğini söylüyor. Doğduğu bu dönem, sancılı bir dönem. Enver Paşa ve silah arkadaşlarının doğduğu döneme bakacak olursak, hani bu akıncılarının fethettiği, alplerin güreş tuttuğu çayırların haçlı çizmesiyle çiğnendiği, imparatorluğun sürekli yok edildiği bir dönemde dünyaya geliyor... Tarih, o dönemki nesle farklı bir vazife bahşediyor. Onların uyandığı bir rüya değil aslında bir kâbus. Mısır elden çıkmış, Kıbrıs elden çıkmış, son olarak da Balkanlar’ın elden çıktı bir döneme denk geliyor. Zaten o dönemde de tarih sahnesinde karşımıza Enver Paşa çıkıyor, üniformasından vazgeçmek uğruna hükümetin bütün silahlı kuvvetlerine isyan ederek dağa çıkıyor. Dağa çıkan bir kurt olarak karşımıza çıkıyor.
Enver Paşa’nın İttihat ve Terakki’ye katılımı nasıl olmuştur?
Aslında konuyu biraz daha açarak değerlendirmek gerekiyor. II. Abdülhamit Han dönemi bizim Türk siyasetinin, Türk devlet yönetim mekanizmasının pek alışık olmadığı bir dönem. Mesela büyükelçiler konsolosluğa geldiği zaman Hakan’ın yüzüne bile bakamazken, pelerinini çıkartıp eğilerek konuştuğu bir dönemden, gazetecilerle konuşan, denge politikası güden vs. durumlara gelindi. Tabii 1789’larda Fransız İhtilali ve Jan Jak Russo’ların bildirileri vs. bütün dünya gibi biz de bundan etkileniyoruz. Namık Kemal’in yazdığı makaleler de Meşrutiyet sisteminin aslında İslam geleneğinde olduğunu, Peygamber efendimizin de meşveret sistemi ile yönettiğini, Türk devlet sisteminin de yine aynı şekilde meşveret ile yönetildiğini, Hakan’ın etrafında toyuyla birlikte karar aldığını, bununla beslenen bir yönetim anlayışı olduğunu biliyoruz. İttihat Terakki de aslında İslami yönetim esasının vuku bulduğu bir meşruti sistemin varlığını istiyor. Tabii bu Meşrutiyet sisteminin gelmesi için de bayağı bir mücadele edecekler. Enver Paşa’nın da İttihat ve Terakki’ye katılışı yine bu dönemde gerçekleşecek. Enver Paşa başarılı bir öğrenci. Harbiye’yi ikincilikle bitiriyor. Kurmay zekâya sahip. Kendisi, istese sahada değil de masa başı bir askerlik yapabilecekken, Balkanlar’a gidiyor. O günkü Balkanları bugünkü Güneydoğu’ya benzetebiliriz. Orada çete takibine başlıyor. Tabii bunları yaparken de alaylılar ve mektepliler var ordunun içerisinde. Enver Paşa ve arkadaşları mekteplilerin üst rütbelerde olmasını isterken, bu olayların daha etkin olması Birinci Balkan Savaş’ında bir hezimete yol açacak kadar fikir çatışmasına giriyor. Meşruti sistemin zaruretine inanan, istibdadın Selanik’te, Manastır’da ve dahi İstanbul’da getirdiği müşküllüğün de haberdarıdır Enver Paşa. Böyle bir dönemde katılıyor İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne. Kendisi Resneli Niyazi’den de etkileniyor. En son da zaten malumunuz üzere üniformalarını çıkartıp kendisini Makedonya dağlarında çete takibinde buluyor. İttihat ve Terakki’ye girişi, orada Rus Konsolosluğu’na selam vermeyen Er Halim ve Abbas’ın saraydan, direk Abdülhamit’in talimatıyla idam kararının çıkması gibi sebepler de çok büyük etken oluyor. Bu gençler Mısır’ın elden çıkışını görmüş gençler…
Enver Paşa’nın II. Meşrutiyet’in ilan edilmesine yönelik oynadığı rol ve ‘Hürriyet Kahramanı’ olarak anılması nasıl olmuştur?
Biz Birinci Balkan Savaşı’nda çok büyük bir hezimet yaşadık. Tarih kitaplarımızın atladığı bir noktadır ya da biz tarih okuyucuları olarak, tarihin şan ve şeref dolu kısımlarını okurken hezimetlerimizi okumaktan birazcık kaçınıyoruz. Birinci Balkan Savaşı sonunda, bizim ordumuz 200 bin kayıp vermiştir. 200 bin! O günkü nüfusa vurduğumuz zaman gerçekten korkunç bir rakam. O dönemki İttihat ve Terakki kadrolarının daha doğrusu Jön Türkler’in alaylılar ve mektepliler konusunda -savaşın mektepliler üzerinden devam ettirilmesi konusunda- çekişmesi devam ederken payitaht tarafından mektepliler yerine alaylılar tarafından devam ettirilmiştir. Malumunuz o dönem Hürriyet ve İtilaf Fırkası halaskarcılar, Birinci Balkan Savaşı’nın devamı konusunda yönetimdeler. İttihat ve Terakki kadroları Trablusgarp cephesinde cenk ederken Birinci Balkan Savaşı patlak veriyor. Kendi tebaamız olan Bulgarlara ya da oradaki diğer etnisiteye karşı Türk tarihinin en rezil ricatlarından birini yaşıyoruz. Kendi var ettiğimiz bir medeniyet olan Selanik’i kaçarak terk etmek zorunda kalıyoruz. Enver Paşa ve arkadaşlarının Trablusgarp’tan tekrar payitahta dönmeleri, ardından Bâb-ı Âli Baskını. Bugün Marksist ya da başka kaynakların darbedir diye yazdığı meşhur Bâb-ı Âli Baskını sonucunda, namı bile İngiliz olan Kâmil Paşa’nın yönetimine el koyup, İttihatçıların yönetime gelmesi daha doğrusu Mahmut Şevket Paşa’nın sadrazam yapılmasıyla sonuçlanan baskın, İttihat ve Terakki’nin siyasal yapıda söz sahibi olmasını sağlamasının yanı sıra İngiliz yönetimine yapılmış bir darbedir. Bâb-ı Âli’ye bir nota vererek Edirne’nin Bulgaristan’a ve Ege adalarının kendilerine bırakılmasını isteyen devletlere yapılmış bir darbedir.
Şu dipnotları vermek gerekiyor; Bâb-ı Âli Baskını sonrasında Kâmil Paşa hükümetinin azledilmesi ve Kıbrıs’a sürülmesi ile ilgili. Kâmil Paşa rahmetli olduktan 30-40 sene sonra İngilizler Kıbrıs’a geliyorlar ve Kâmil Paşa’nın mezarını onarıyorlar. Oraya bir büst yaptırıp, ‘büyük Türk’e saygıyla’ diye de altına yazı yazıyorlar. Bugün hala varlığını sürdürmektedir bu yazı. Bugün, Enver Paşa ve arkadaşlarına Bâb-ı Âli Baskını sonucunda darbeci diyen kaynaklara karşı bunu çok net ifade edebiliriz ki Enver Paşa, İngiliz yönetimine karşı darbe yapmıştır. Bunun ismine darbe diyebiliriz, ihtilal diyebiliriz. Belki de Türk yönetiminin millileşmesi adına bir devrim diyebiliriz. Çünkü İttihat ve Terakki kadrolarının, Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa’nın da o dönem etkinliğini iyice arttırdığını, İttihat Terakki kadrolarının yönetimi ele almasının akabinde I. Dünya Savaşı’na kadar olan o kısa sürede çok büyük atılımlar yaptığını görmekteyiz.
Birinci Balkan Savaşı’na gelmeden önce bizim Trablusgarp’a değinmemiz gerekiyor. Çünkü Trablusgarp, İttihat Terakki’yi İttihat Terakki yapan Teşkîlât-ı Mahsûsa denilen, istihbarat servisi denilen, kimine göre kontrgerillanın, asıl damarlarının atıldığı yerlerdir. İtalyanlar Trablusgarp’a bugünkü ismi ile Libya’ya savaş ilanında bulunurlar. Halil Paşa’nın hatıratlarına göre İtalyanlar aslında haklıdır, çünkü İtalyanlar harp sebebi olarak şöyle söyler: Siz Devlet-i Aliyye olarak Trablusgarp’ı muasır medeniyetlerin çok gerisinde bıraktınız. Enver Paşa’nın kendisinden bir yaş küçük amcası oraya gittiği zaman, aslında bu durumu görür. Biz Devlet-i Aliyye olarak Trablusgarp’ı sadece zindan olarak, sürgüne gönderilecek insanların yaşam alanı olarak görmüşüz. Rumeli’ye sağladığımız imkânları Afrika’ya ve diğer bölgelere veremediğimizi görüyor. Bu sadece Sultan Abdülhamid Han özelinde değerlendirilebilecek bir konu değildir. Trablusgarp işgal edildiğinde devletin oraya karayoluyla asker gönderebilecek bir durumu yok, çünkü Mısır işgal edilmiş, donanmamız Haliç’te çürümüş. Bu önemli bir nokta. Sultan Abdülhamid Han büyük bir sultandır. Devleti 33 sene boyunca ayakta tutmayı başarmıştır ama kendisine darbe yapılır korkusu, biraz da başka evhamlarından dolayı donanmamız Haliç’te çürümeye terk edilmiştir. O sebeple biz deniz yoluyla da Libya’ya asker gönderemiyoruz. Talat Paşa’nın önderliğinde Trablusgarp’a gitmek istediklerini, orada cenk etmek istediklerini, şehit olmak istediklerini bildirirler. Bir şekilde izin alırlar. 115 tane asker, bunların içinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk de vardır, Enver Paşa da vardır, daha sonraları çokça ismini duyacağımız Halil Paşalar, Nuri Paşalar hepsi o dönemin parlak kurmayları olan 115 kişinin hemen hemen tamamı oraya gidiyor. Bizim çok atladığımız aslında tarih kitaplarında bir destan olarak verilmesi gereken büyük bir direniş sergileniyor Bu 115 kişi kılık değiştirerek bölgeye intikal ediyorlar, o bölgedeki insanları gerilla savaşı şeklinde örgütlüyorlar. Tabii silah yok, para yok. İtalyan cephaneliğine baskın yaparak silah temin ediyorlar. Silahı buluyorlar, bu sefer kurşunları yok. Bir şekilde kurşun çalıyorlar Her şey tamam, barutları yok. Dünyanın her yerinden mücahitlerin gönderdiği mektup zarflarının içerisinde barutların olduğunu görüyoruz. Bu şekilde barut elde ediyorlar, bu şekilde dönemin büyük devletlerinden olan İtalya’yı sahilden içeri girmesini engelliyorlar. Çok büyük bir direniş var orada. Halil Paşa’nın hatıralarının okunması, Nuri Paşa’nın hayatı katlarının okunması, Enver Paşa’nın yine Trablusgarp günlüklerinin muhakkak okunması gerekiyor. Enver Paşa’nın kendi yazdığı günlükte şöyle bir not var: “Biz Trablusgarp’a gittiğimiz zaman aslında kazanamayacağımızı biliyorduk ve hala biliyoruz. Ancak Müslüman milletlerin, İslam’ın, Türklerden bir beklentisi var. Biz o beklentiyi karşılamak için gittik.” diyor. İtalyanlar gerçekten orada çok büyük bir direnişle karşılaşıyorlar. Ne pahasına olursa olsun oradan çıkmıyorlar. Sunisiler o bölgede çok büyük bir tarikat. Türkler oraya ilk gittiği zaman, içlerinden bazısı İtalyanlara yönelik “Bunlar namusumuza, canımıza dokunmayacaklar.” derken, halifenin damadı olarak Enver Paşa çok büyük bir tepki gösteriyor bu kişilere. “Biz buraya sizin ırzınızı, namusunuzu korumak için ve dahi halifenin namusunu korumak için geldik. Savaşmak için isteyen bizimle gelsin, istemeyen gelmesin.” Tarihin parlak simalarından Ömer Muhtar da o sıralar genç, Teşkîlât-ı Mahsûsa’nın hücre onbaşısı görevinde. Ömer öğretmen adıyla Enver Paşa’nın emrinde savaşıyor. Birinci Balkan Savaşı patlak verince İttihatçılar savaşı orada bırakıp, tabi ardında kozalaklar da bırakarak, askeri okullar da açarak, dergiler mecmualar bırakarak oradan çekiliyorlar. O kozalaklar 1950’lerde tekrar meyve verecektir Libya’nın bağımsızlığı için. Birinci Balkan Savaşı’nı kaybediyoruz. Bâb-ı Âli Baskını’nı gerçekleştiriyorlar, İngiliz Kâmil Paşa Hükümetini istifa ettiriyorlar ve Edirne’nin vatan topraklarına tekrar katılması sağlanıyor.
Enver Paşa’nın yönettiği Sarıkamış harekâtıyla ilgili pek çok iddia var. Siz bu harekâtla ilgili neler söylemek istersiniz?
Sarıkamış deyince tabii 90 bin efsanesi vardır. O dönemki Rus propagandasının bir meyvesidir. Propaganda bir yana Rus General Maslovski’ye göre şehit olan Osmanlı askerlerinin sayısı 23 bindir. Sadece cephede, donarak vesaire değil. Bu sayıya Rus esir kampında can veren 5 bin askerimiz de dâhildir. Düşman asker Maslovski’ye göre de 22 bin Rus askeri ölmüştür. Tek kurşun atılmadan gibi laflar var; bu 22 bin Rus’u kargaların öldürmediği kesin. O bölgede ordumuz Ruslarla tek bir çatışmaya girmemiştir, pek çok çatışmaya girmiştir ve çok önemli başarılar da elde etmiştir. Alman askeri, otoriteleri Enver Paşa’nın hazırladığı hareket planının mükemmel olduğunu, başarısızlığın da büyük ölçüde bu plana uyulmamasından kaynaklandığını ifade ediyorlar.
Şunu da belirtmek lazım, daha bir kaç yıl öncesinde Bulgar’ın önünden kaçan askerlerin -30 derecede, donmuş ekmeği ısıtıp yiyerek savaşan, modern bir ordu oluşturuluyor aslında. Bunların atlanmaması lazım. Ordunun modernizasyonunun yanında ordu manevi olarak çok büyük derecede güçleniyor.
Enver Paşa Türkistan’a neden gitmiştir ve bunu nasıl yorumlamak gerekiyor?
Enver Paşa’nın neden Türkistan’a gittiğiyle ilgili, Enver Paşa’nın ideolojisi üzerinden bazı çıkarımlar yapılıyor. “Enver Paşa Türkçü olduğu için ve Turan devletini kurmak için mi Türkistan’a gitti? Enver Paşa gittiği yerlerde İhtilali İslam Cemiyetleri kurdu, oradakiler de Müslüman, o zaman İslamcı mı?” gibi sorular geliyor bize. Enver Paşa aslında İslamcı değil İslamlıydı. Türkçü değil, has, 7 şeceresi belli olan bir Gagavuz Türküydü. Töresine sadık bir Gagavuz Türküydü. Enver Paşa’yı herhangi bir ideolojiye sığdırmak, bugünkü ideolojiler kapsamına baktığımız zaman mümkün değil. En yakını ne olabilir diye soracak olursak, benim şahsi kanaatime göre Enver Paşa Anti -Emperyalistti.
Enver Paşa’nın Rusya’ya gidişinin sebeplerini ve yine bu bağlamda Millî Mücadele’ye bakışı ve takındığı tutumu biraz anlatır mısınız?
Biraz geriden almak istiyorum. Bizi, Enver Paşa ve İttihat Terakki savaşa soktu ve Devlet-i Aliyye yıkıldı, diye bir söylem var. Bunu şahsen reddediyorum. Cemal Paşa’nın dört kez Fransızlarla görüşmesi, biz sizinle beraber savaşalım demesi, buna rağmen kabul edilmememiz gibi bir gerçek var. Devlet savaşa girmeseydi o zaman, gibi bir görüş de var. Reval Görüşmeleri 1908 yılında İngilizler ve Ruslar arasında, Osmanlı topraklarını nasıl paylaşacaklarına dair yapılan bir görüşme. Büyük bir Cihan Savaşı’nı kazandıktan sonra Rusların İstanbul’u alamaması için hiçbir sebep yok. Biz bu savaşa kayıtsız kalamayız, boğazların her iki tarafını da kapatabilecek gücümüz de yok. Ve biz de Almanlarla savaşa girdik 1917’ye kadar da yer yer ciddi üstünlükler sağladık. 1-2 yıl öncesinde Balkanlarda çok büyük bir hezimet yaşayan ordudan, Çanakkale’de bir savaş makinesine dönüşen bir ordu yaratmayı başardık. Yine tarih kitaplarımızın atladığı Kafkas İslam Ordusu ile Bakü’ye kadar girdik, Bakü’yü geçtik Gence’ye kadar girdik. Bakmayın siz tarih kitaplarımızda Doğu’da en geniş sınırlarımıza Kasrı Şirin Anlaşması’yla ulaştık demelerine. Yine bu ordu Kût'ül-Amâre’de yenilmez denilen İngilizleri yenerek, generallerini de esir alarak çok ağır yaralar vermiştir.
Savaşı kaybedişimiz ve 1918 yılından sonra devletin Sevr Antlaşması’na zorlanması, İttihat ve Terakki kadrolarının hicret etmesini zaruri bir durum haline getirdi. Çünkü İngilizler, Fransızlar payitahta girdiği zaman o dönemki kendilerinin en büyük düşmanı olan İttihatçıların çok kötü şekilde tutuklanacaklarının veya öldürüleceklerinin kesinlikle söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda mücadelelerine devam etmek için İttihat ve Terakki kadroları 1 Kasım 1918 günü yurt dışına hicret ettiler. Çünkü hiç birisi oraya, orada mal mülk edineyim, orada yaşayayım, diye gitmedi. Bir kısmı Avrupa’da faaliyetlerini lobi faaliyeti şeklinde devam ettirdiler… Enver Paşa biraz aksiyon adamıdır. Belki de bizim en sevdiğimiz yönlerinden bir tanesidir. Enver Paşa, Rusya’ya intikal edecektir. İntikali sırasında da üç -dört kere uçak kazası geçiriyor daha sonra Ukrayna’da yakalanıyor ve hapse atılıyor. Orada karakalem çalışması ile cezaevi müdürünün portrelerini çiziyor. Cezaevi müdürü ile kurduğu yakınlıktan sonra cezaevinden kaçmayı başarıyor. Lenin’in daveti üzerine en sonunda Rusya’ya ulaşabiliyor kendisi. Rusya’da Lenin’in birinci devlet adamı olan Karl Radek ile yaptığı görüşmelerde Asya’nın İngiltere emperyalizminden kurtulması için Hindistan üzerine anlaşıyorlar. Bunun karşılığı olarak Enver Paşa Anadolu’ya silah ve para gönderilmesi konusunda Rusların desteğini alıyor. Onun karşılığı olarak da Hindistan’da İngilizlere karşı İslami direnişi örgütleyeceğinin sözünü veriyor. Tam bu esnada Lenin’i dumura uğratacak bir söz söylüyor Enver Paşa, “Biz diyor, İngiliz emperyalizmine karşı olduğumuz kadar Rus emperyalizmine de karşıyız.” diyor. Ardından Basmacı Hareketi’ne katılıyor. Oradaki esir Türkler ile soydaşlarımız ve dindaşlarımız ile beraber Basmacı Hareketi’ni gerçekleştirmeye başlıyor. Tacikistan’da ve Özbekistan’da Rus emperyalizmine karşı savaşıyor. 4 Ağustos 1922’de de bu hareketin devamı noktasında Rahmet-i Rahman’a kavuşuyor.