Gün Sazak, 27 Mayıs 1980 tarihinde şehit oldu. O günden bu yana 38 yıl geçti. Bu ölüm yıldönümü vesilesiyle bütün Türk Milliyetçileri yine onu anacaklar. Biz de sizinle yapacağımız sohbetle analım istedik. Siz, onun biyografisini yazdınız. “Gün Sazak / Bir Şehidin Yolculuğu” adlı kitap, ikinci baskısında 624 sayfa. Bu hacimli eserde, aile köklerinden başlayarak onun hayat yolculuğunu anlatırken, bir devrin tarihini de oldukça derin tahlil edip sergiliyorsunuz.
Gün Bey’in milliyetçi kişiliği ve siyasî birikiminin oluşmasında ailesinin ve yetiştiği ortamın etkisi nedir?
Babası Emin Bey, 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyetine girmiş, Meşrutiyet döneminde siyasetin içinde yer almış doludizgin, deli fişek milliyetçi bir genç. İl Genel Meclisi’nde, Donanma Cemiyeti, Türk Ocağı, Ticaret Odası gibi kuruluşlarda yönetici olarak bulunmuş. Çiftçilik ve hayvancılık yaparken ticaret hayatına da girmiş. Atılgan, girişimci bir yapıya sahip. 1919 yılında Kuva-yı Milliye’de yer almış, Eskişehir’in Kuva-yı Milliye tarafından ele geçirilmesinde önemli rolü var. 1920’de ilk Büyük Millet Meclisi’nde milletvekili. Onun milletvekilliği 1950 yılına kadar kesintisiz devam etmiştir. 1945’te kurulan Demokrat Parti’ye katılıyor. Mücadeleci, sözünü esirgemeyen, renkli bir siyaset adamı… Gün Bey, çocukluk ve ilk gençlik yıllarında, evlerinde ve yakın çevrede kaynayan yoğun bir siyasî hava içinde yetişmiştir.
Gün Sazak, önemli bir iş adamı olduğu halde siyaset yapmak için neden MHP’yi seçti? Eğer politikaya hevesi varsa büyük partilerden birine girebilirdi…
Gün Bey, babası ve onun çevresinin oluşturduğu siyasî bir iklim içinde büyümüş olmasına rağmen 1971’e kadar politikaya girmemiş. Defterlerine karaladığı bazı notlarında siyasî olaylar, ekonomik gelişmeler ve partiler hakkındaki olumlu–olumsuz düşünceleri görülmektedir. Ağabeyi Yılmaz Bey, ilk gençlik yıllarından beri fiilen politikanın içindeydi. Ama kendisi, siyasetin sıcak alanından uzak durmuş, bir partide yer almamış, yoğun iş hayatına kilitlenmişti. 1971’de, 12 Mart Muhtırası’ndan sonra, Türkiye’nin kriz yaşadığı günlerde Milliyetçi Hareket Partisi’ne üye olmuştu.
Gün Bey’i iyi tanıyabilmek, onun karakterini, düşünce yapısını anlayabilmek için sizin sorunuz çok önemli: Neden MHP? O bir iş adamıydı. On yıl içinde yaşadığı ağır sıkıntıları aşmayı başarmış, artık düzlüğe çıkmıştı. Liman inşaatçılığı alanında Türkiye’nin en başarılı firmasının sahibiydi. Devlet ihaleleri alarak iş yapıyordu. Bu durumdaki bir iş adamı, niçin en cılız muhalefet partisine giriyordu? O sırada MHP’nin Meclis’te bir tek milletvekili vardı, genel merkez binasının kirasını ödeyebilmekten aciz bir partiydi. Öyleyse, bir iş adamının böyle bir partiye girmekten beklentisi ne olabilirdi? Cevap açık: O, bir Türk milliyetçisiydi ve ülkenin içinde bulunduğu durumdan ve geleceğinden endişeliydi… Yakın dostu olan İdris Yamantürk, onun MHP’ye girerek siyasete atılmasını anlatırken şu ifadeyi kullanıyor: “İş adamı aklını değil, milliyetçi aklını kullandı…”
Gün Sazak, 1977 yılında Gümrük ve Tekel Bakanı oldu. Siz de o dönemde bakanlıkta görev yaptınız. Altı ay kadar süren kısacık bir zamanda kaçakçılık, yolsuzlukların kökünü kazıyarak siyasî rakipleri ve amansız hasım gibi saldıran gazetecilerin de takdirini kazandı, ardında bir efsane bıraktı. Bunun sırrı nedir?
Kitapta ayrıntılı olarak anlatılmış bir konu. Burada bir tek olayı hatırlatarak cevap verelim: Gün Bey, henüz bir haftalık bakandı. MHP Genel İdare Kurulu, hükümetin güvenoyu alışından sonra ilk toplantısını yapıyordu. Ülkenin ve hükümetin karşı karşıya bulunduğu meseleler, MHP’ye düşen görevler üzerinde bir durum değerlendirmesi yapılır. Sonra Gün Sazak söz alır:
“Ben, Bakanlık teşkilâtını, gümrüklerin ve tekelin içinde bulunduğu durumu inceledim: Yolsuzluk, hırsızlık, kaçakçılık ağları her yeri sarmış. Rüşvet ve korku, herkesi susturmuş. Şimdiye kadar hiç kimse bu çürümüşlüğe el atmaya cesaret edememiş. Durum bu... Şimdi biz ne yapacağız? Elbette bakanlığımızla ilgili olarak her arkadaşımız, düşüncelerini, isteklerini söyleyebilir, uyarılarda bulunabilir. Bunların bazıları karşılanır, bazıları da bizim tarafımızdan uygun görülmeyebilir. Ben, heyetinizin bir karar vermesini istiyorum: Partimizin yöneticilerinden ve milletvekillerinden hiç kimse; yapacağımız personel hareketlerine müdahaleye kalkışmayacak! Karşılanmayan istekler için ısrar etmeyecek! Bürokrat arkadaşlarımıza hiçbir konuda baskı yapmayacak! Kısacası, Gümrük ve Tekel Bakanlığı’ndaki çalışmalarımıza partimizden hiçbir müdahale olmayacak! Sizler bu kararı vermezseniz, bu bakanlıkta benim yapabileceğim bir şey yok!”
MHP Genel İdare Kurulu, konu üzerinde tartışmaya, konuşmaya ihtiyaç duymadan ve oy birliği ile Gün Bey’in istediği kararı verir. Bakan Gün Sazak, göreve başlarken ilk adımı böyle atıyordu…
İşte, işin sırrı bu: Devlet aklı, namuslu ve sağlam duran devlet adamı…
Burada bir şeyi eklemek isterim: Gün Sazak, gümrüklerde her şeyi halledemedi, hastalığı kurutamadı. Daha yolun başındaydı, ilk çalışmaları yapıyordu. Altı ayı doldurmadan bakanlık görevi sona erdi. Ancak onun kararlı ve sağlam duruşu, ilk icraatları ile kaçakçılık ağları dağıtıldı, hırsızlık ve rüşvet damarları tıkandı, kaçakçı çeteleri ve onları yönlendiren uluslararası örgütlerin işleyen çarkları bozuldu. “Güneş Motel Rezaleti” ile hükümet düşürüldü, onun bakanlığı sona erdi. Birkaç hafta içinde rüşvet, kaçakçılık, yolsuzluk ve hırsızlık yeniden hortladı. Hem de eskisinden daha dehşet verici bir güçle…
Gün Sazak / Bir Şehidin Yolculuğu kitabını yazmaya nasıl karar verdiniz?
2007 yılının başında Emin Sazak’ın bir hatıra defteri olduğunu öğrenince torunu Süleyman Servet Sazak’tan istedim. Eski yazıyla yazılmış defterin fotokopisini, rahmetli Aydın Taneri hocanın ve başka bir arkadaş ekibi tarafından yapılan yeni yazıya aktarma çalışmalarını aldım. Okurken, doğrusu çarpıldım. 1918 yılında yazmaya başlamış, 1948 yılında son yazıyla noktalamış. Konular bakımından düzenli olmasa da çok renkli bilgilerle yüklüydü. Kendi düşüncelerini, yanılgılarını, değişen görüşlerini, yaptığı hataları samimiyetle sayfalara dökmüştü. Kendisi ve ailesi dışında zamanın sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasî hayatıyla ilgili zengin bir anlatım vardı. Pek çok olayı günü gününe veya sıcağı sıcağına anlatıyordu. Yani olayların üstünden yıllar geçtikten sonra yazılan anı kitaplarına benzemiyordu. Bu defter, bir aile yadigârı olmanın ötesinde, Osmanlı’nın çöküş ve Cumhuriyetin kuruluşuna, yani bir dönemin tarihine tanıklık ediyordu. Bunu görünce mutlaka yayımlanması gerektiğini düşündüm; çalışmaya başladık ve yayımladık. İki cilt halinde “Emin Bey’in Defteri” ve “Meclis Konuşmaları” o yılın Ekim ayında gün ışığına çıktı.
Ardından Gün Sazak’ın biyografisini yazma konusu gündeme geldi. Bazı dostlarımız, böyle bir çalışma için bana yüklenmeye başladı. Onun hakkında, ölümü sonrasında bazı dergi ve gazetelerde parça bölük yazılar çıkmıştı. Fakat onu anlatan bir kitap yazılmamıştı. Bu eksiklik, öteden beri zaman zaman sohbetlerimizde söz konusu olurdu. Biyografi yazmak, çok zor ve ağır sorumluluğu olan bir iştir. Üstelik hazır kaynak olmayınca böyle bir işe soyunmak, pek de akıllıca bir iş değildi. Sonunda bir ataklık gösterip çalışmaya giriştim.
Kitapta kullandığınız metot hakkında ne söylersiniz?
Türkiye’de biyografi yazımı gelişmemiş bir alandır. Tahir Alangu’nun 1967’de yazdığı gibi bizdeki biyografya anlayışı, “terceme-i hâl” ve “menkıbe” biçimini ve sınırlarını aşamamıştır. O günden bu yana da pek geliştiği söylenemez. Çağdaş biyografi, bir insanı bütün yönleriyle, zamanın anlayış ve değerleriyle, toplumun içinde bulunduğu şartlarla, etkilendiği çevre ve etkilediği olaylarla, kendi doğru ve yanlışlarıyla, başarı ve yenilgileriyle; kısacası bütün hayatıyla anlatmaya çalışır. Sağlam biyografiler, bir çağın, bir dönemin aydınlatılmasında tarihin önemli kaynaklarındandır. O insanın yer aldığı çalışma alanlarında; bilim, sanat, siyaset vs. alanlarda insan eğitiminin önemli kaynakları ve başvuru kitaplarıdır. Gün Sazak / Bir Şehidin Yolculuğu, bu anlayışla yoğrulmaya çalışılmış bir kitap oldu.
Kitap, baştan sona belgelere ve kaynaklara dayanarak yazılmış. Bütün bunları derlemek elbette kolay olmamıştır. Çok sıkıntı yaşadığınız anlar oldu mu?
İlk hazırlıklar sonrasında rahmetli Nevzat Kösoğlu ile görüştük. Gün Bey’i anlatacağımız kitabın sahip olması gereken özellikler hakkında düşüncelerimi ve niyetimi anlattım. Beni dinledikten sonra gülmeye başladı. “Sen belayı bulmuşsun!” dedi. “Böyle bir biyografi yazabilmek çetin bir iştir. Elinde hazır kaynaklar yok; iğneyle kuyu kazacaksın, her şeyi damla damla derleyeceksin. Üstelik sen, kitap beğenmez bir adamsın. Kısacası işin çok zor. Ama sen Gün Bey’i yakından tanıyorsun, o dönemin olayları içindesin, ailesini ve arkadaşlarını tanıyorsun, hakkında yazılıp çizilenleri biliyorsun. Yani nerede ne arayacağını iyi biliyorsun. Bu işi hakkıyla yapabileceğine inanıyorum. Allah yardımcın olsun…” Nevzat Ağabey, çalışmalarıma destek oldu, tekrar tekrar sohbetlerde bulunduk. “Sen belayı bulmuşsun.” sözünü hatırlayıp tekrar ettik, gülüştük. Ama kitabın çıkışını göremedi…
Pek çok belgeyi aile yakınlarından temin ettiğiniz anlaşılıyor.
Aile mensuplarında bulunan defterler, günlükler, fotoğraflar, mektuplar, resmî yazılar, birer birer derlendi ve arşivimize kondu. Gün Sazak’tan veya ilgili olduğu o dönem ve olaylardan söz eden kitaplar, dergi ve gazete yazıları tek tek tarandı, ayıklandı, seçilip değerlendirildi.
Gün Bey’in yakınları, iş ve siyaset arkadaşları, birlikte çalıştığı kişilerden 200’ü aşkın insanla görüştük, konuştuk. Konuşmaları kaydettik, süzgeçten geçirip yazıya döktük. Farklı anlatımlarla karşılaşınca tekrar tekrar tartıştık. Başka kaynaklarca doğrulanmayan ve güven duymadığım hiçbir bilgiyi kitapta kullanmadım.
Bu tür kitapların bazılarında insanlar hakkında aşırı övgü veya karalamalar yapılıyor. Siz, oldukça dikkatli bir dil kullanmaya özen göstermişsiniz. Doğru mu?
Hastalıklı bir “tarih” kurmaca saplantısı, oldukça yaygındır. Kendi ideolojisine, saplantılarına malzeme çıkarmak için olayları çarpıtan; propaganda amacıyla sahte belgeler imal eden “tarihçi” tipler az değil. Bunlar, tarihi kesip biçerek, yeniden boyayarak, ters yüz ederek kendi siyasî, dinî ve etnik mücadelesini güçlendirmeye çalışırlar. Cüceleri dev, devleri cüce olarak anlatırlar. Birilerini överken, birilerini karalarken hiçbir ahlâk kaygısı, edep sınırı tanımazlar.
Biz, Gün Sazak’tan ve yaşadığı dönemin çalkantılı Türkiye’sinden söz ederken, elbette bazı insanlardan farklı, hatta zıt düşüncelere sahip oluğumuzu biliyoruz. Ancak Gün Bey, o günlerde, o şartlarda nasıl düşünmüş, nasıl hareket etmişse öylece anlatmaya çalıştık. Onun övgüye ihtiyacı yok, yüceltmelere, medh-ü senâ ile anılmaya ihtiyacı yok. O, alçak gönüllü bir insandı, kibirden ve kasıntılı hallerden uzaktı, insanlar içinde rahat davranışlı biriydi. Çocukça sevinçleri, patlayan öfkeleri, muzip şakaları, üzüntülü anlarında kapandığı suskunlukları vardı. Onu olduğu gibi anlatmaya gayret ettim.
Sizin nesliniz Ülkücüler için, Gün Sazak’ın adı anılınca zihinlerinizde ve yüreklerinizde neler uyanır?
Çok ağır bir soru!
O, bizim önümüzde yürüyen fedakâr büyüklerimizden biridir.
O, bizim inançlarımız ve değerlerimiz uğruna toprağa verdiğimiz şehitlerimizden bir şehittir.
O, bizim Gün Ağabey’imizdir…
Allah rahmet eylesin, şahadetiyle şereflendirsin. Yeri yurdu cennet olsun…