Söyleşiler

BU NÜFUS SAYIMI, BÜTÜN IRAK’IN HUZURUNU BOZACAK Türkiye, Meselenin İnsani Yönüyle İlgilenmelidir Putin Hayranı Olduğu Sovyetler Birliği’nin Taktiğini Uyguluyor TÜRKMENLER, MUKAVEMET VE DİRENİŞ RUHUNU GÖSTERMELİDİR TÜRK MİLLETİ UYAN! DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM VAR! İran Türklüğünün Esas Gayesi, Millî ve Siyâsî Kimliğimizin Yeniden İhyasıdır Olayların Sosyal, Siyasî ve Ekonomik Sebepleri Var
ABD, coğrafya genelinde otoritesini Rusya’ya kaptırmak istemiyor

ABD, coğrafya genelinde otoritesini Rusya’ya kaptırmak istemiyor

Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Furkan Kaya ile Türkiye ve ABD’nin Menbiç mutabakatını ve genel Suriye politikasını konuştuk.

Türk askeri ve ABD’nin ortaklaşa düzenlediği Menbiç harekâtını ve bu harekât ile birlikte ortaya konulan yeni modeli nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bilindiği üzere Türkiye ile ABD arasında ‘Menbiç Yol Haritası ve Güvenlik Prensipleri’ anlaşmasına istinaden Türk ve Amerikan askerleri Fırat’ın batı tarafındaki dış mahallelerde devriye gezmeye başladı. Bu gelişmeyi Türkiye’nin politik başarısı olarak değerlendirmenin yanlış olmayacağını düşünüyorum. Çünkü Türkiye, gerek ‘Fırat Kalkanı’ gerekse ‘Zeytin Dalı’ harekâtlarıyla, Suriye sınırı ötesindeki terör gruplarını temizlemede büyük aşama kaydetti. Suriye’nin kuzeyini kontrol altında tutan PYD/YPG terör örgütlerinin harekât ve manevra alanlarını yok ederek, Türkiye’ye terör ihracının büyük ölçüde önüne geçildi. Elbette bunlar yeterli değil. Biz Türkiye olarak ABD ile bu mesele üzerine masaya oturduğumuzda, PYD’nin terör örgütü PKK’nın organik devamı olduğunu ve müttefik ülke olarak desteklememelerini, Türkiye’nin yanında yer almaları gerektiğini her defasında söyledik. Fakat Washington yönetimi PYD’ye finansal ve askeri yardım yapmayı sürdürdü. Doğal olarak ABD, coğrafya genelinde otoritesini Rusya’ya kaptırmak istemiyor. Esad’ın arkasında duran Moskova yönetimi de PYD kartını zaman zaman kullanıyor. Buna karşılık ABD’de PYD kozunu kaptırmamak için Türkiye’yi karşısına almaktan çekinmiyor.

Fakat Türkiye iki tarafa da tavrını net şekilde ortaya koydu ve ne şartta olursa olsun Fırat nehrinin batısını PYD’den temizlenmesi gerektiğini vurguladı. Neticede Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu ve ABD’li mevkidaşı Mike Pompeo, 4 Haziran tarihinde Menbiç’te güvenlik ve istikrarın sağlaması için yeni bir yol haritasında mutabık kaldılar. Bu plan doğrultusunda, Türk ve Amerikan askeri ve istihbarat unsurları ilçede ortak denetime başlaması kararlaştırıldı. Esas amaç ise Menbiç’ten teröristlerin temizlenmesinden sonra ilçede yerel unsurlardan oluşan bir yönetim tesis edilmesi. Fakat hatırlanacağı üzere ABD’nin desteklediği PYD/PKK grupları, DAEŞ tarafından işgal altında tutulan Menbiç’i temizledikten sonra işgal etmişlerdi. Sonrasında Türkiye’nin büyük tepkilerine rağmen ABD, YPG/PKK gruplarını ilçeden çekeceğine dair söz vermesine rağmen üzerinde durmadı.

Şimdi ise ABD, terör gruplarının Menbiç’ten çıkarılmasında Türkiye ile mutabakata vardı. Bunda Türkiye’nin ABD ile yürüttüğü yoğun diplomasi trafiğinin payı büyük. ABD’nin şu hususun farkında olduğunu görüyoruz; Türkiyesiz bir düzen kurmak veya bozmak son derece zor. Bu yeni model ile Fırat’ın doğusundan PYD unsurları çıkarılıyor. Fakat bu gruplar Fırat’ın doğusuna kaydırılıyor. Fırat’ın doğusunun da Türkiye’ye sınırı olduğu unutulmamalı ve Türkiye olarak ülkenin yaklaşık 1100 kilometrelik sınır hattının güvenliğini sağlayacak, daha kalıcı ve uzun vadeli modeller üzerine de çalışmalıyız.

Çavuşoğlu-Pompeo görüşmesinin ardından kamuoyuna duyurulan Menbiç mutabakatının neticeye ulaşma ihtimalini nasıl görüyorsunuz? Bölgede Türkiye’yi ne tür riskler beklemektedir?

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Türkiye ve ABD bölgesel çıkarları gereği iki önemli müttefik. Bunu 1957 yılında ilan edilen ve Orta Doğu’da İngiltere’nin yerini ABD’nin aldığının belgesi “Eisenhower Doktrinin”den beri görüyoruz. İki ülke arasındaki ilişkiler Soğuk Savaş dönemi ve sonrasında da uçurum mesafesine gelse de hiçbir zaman kopma aşamasında olmamıştır. Neden? ABD için Türkiye, coğrafyanın güçlü, dinamik modern bir hukuk devleti, ayrıca Rusya ile yakınlaşmasını istemeyecek kadar kritik bölgesel bir güç. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip ve bölge barışı ile istikrarın sağlanmasında anahtar ülke konumunda.

Arap Baharı ve Suriye’de gelinen son aşamaya kadar Türkiye ve ABD arasında derin görüş ayrılıkları olduğunu gördük. Türkiye her defasında ulusal güvenliğine istinaden kırmızı çizgisinin güney sınırında bir terör devletinin kurulmasına müsaade etmeyeceği üzerineydi. Biz, PYD/YPG ne kadar terör örgütü desek, Washington onları DAEŞ ile mücadele eden dost Kürt grupları olarak değerlendirdi. Hâlbuki müttefiki Türkiye’ye yönelik terör eylemlerinde kullanılan silahlar ve teröristler bu örgüt içinden geliyordu. ABD’nin bunu bilmemesine imkân yok. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarını da Türkiye olarak ABD’ye rağmen başlattık ve zamanla bir terör grubuna karşı Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamayacaklarını anladılar.

Sayın Çavuşoğlu ve Pompeo arasında varılan Menbiç üzerindeki mutabakat da bu uzlaşı sürecinin devamı niteliğinde. ABD Başkanı Trump’ın şahin kabinesinin temsilcilerinden Pompeo’nun Orta Doğu politikasında sertlik yanlısı ve sonuçta İsrail’i koruma ve İran rejimini yıkma nihai amacı görülüyor. Türkiye’yi coğrafyasında bekleyen tehlike ABD’nin İran üzerindeki yaptırımları sıkılaştırmasının devamında rejimi devirmeye dönük politikanın askeri harekâta dönüşmesidir. Böyle bir durumda en çok etkilenecek ülkelerin başında Türkiye gelecek. İran Türkiye’nin sınır komşusudur ve mümkün olduğu kadar ortak çıkarlar üzerinde politika benimsemek zorundalar. Şu husus unutulmamalıdır ki, İran’ın güvenliği Türkiye’nin güvenliği, Türkiye’nin güvenliği İran’ın güvenliğidir.

Çavuşoğlu ABD’li mevkidaşı ile yaptığı görüşme sonrası “Bu yol haritası ABD’nin 2016 yılında vermiş olduğu sözü tutacağı anlamına geliyor” şeklinde bir ifade kullandı. Bilindiği gibi ABD bugüne kadar PKK’nın bölgedeki uzantıları ile birlikte olmuştu. Bundan sonraki süreçte ABD’nin bölgedeki terör yapılanmalarıyla arasına mesafe koymasını bekleyebilir miyiz? Neden?

Uluslararası ilişkilerde dünya tarihi boyunca yer alan bir kaide vardır. Devletler arasında daimi düşmanlıklar ve dostluklar yoktur, daimi menfaatler vardır. Elbette her ülke kendi ulusal çıkarları gereği müttefik ilişkiler ve işbirlikleri tesis edebilirler. Fakat bir ülkenin hatta kendisini dünya güvenliğinin jandarması olarak gören ABD gibi bir ülkenin, açık ve net şekilde terör gruplarını diğer terör grupları ile savaştırarak meşrulaştırması kabul edilemez. Görüldüğü gibi Orta Doğu’da büyük güçler arasındaki mücadele vekâlet savaşları olarak değerlendirdiğimiz şekilde devam ediyor. DAEŞ ile mücadele adı altında PYD/YPG grupları ortaya çıkarken, bunun devamı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında daha meşru hale getirilmeye çalışılan aslında aynı altyapıya sahip grupla ortaya çıkarıldı. Fakat bir bakıyorsunuz bu terör gruplarının kullandıkları silahlar ya ABD ya da Rus malı çıkıyor. Terör örgütlerinin büyük devletlerin desteği olmadan yaşayamayacağını hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla Trump yönetimi anlayışında bölgedeki terör grupları ile aralarına mesafe koymalarını beklemek fazla iyimserlik olacaktır. Fakat Türkiye, ulusal çıkarlarından taviz vermeden terör örgütleri ile mücadele öncelikli olarak diplomatik kanalları en son çare olarak da askeri seçeneği her zaman masada bulundurmalıdır.

Hem Kandil’e yapılan harekâtta hem de diğer sınır ötesi operasyonlarda İran’ın Türkiye’ye karşı ortaya koymuş olduğu hasmane tavrı nasıl değerlendirmek gerekir? İran, bölgede sürekli olarak Türkiye’yi tehdit eden terör varlığının ortadan kalkacak olmasından neden rahatsızlık duyuyor?

Türkiye ve İran 1639 yılından beri aynı sınır çizgisine sahip ve zaman zaman gerginlikler yaşamış olsa da sıcak çatışmaya girmemiş, uzlaşma yolunu tercih etmiş iki önemli bölgesel güç. Özellikle İran İslam devriminden sonra devrim ihracı tehdidi nedeniyle mesafeli ilişki takip eden Türkiye, 2000’li yıllardan itibaren çok yönlü işbirliği ve bölgesel sorunlara ortak çare bulma politikasını takip etti. Arap Baharı sonrası yeniden dizayn edilen Orta Doğu coğrafyasında en büyük tehdidi elbette İran algıladı. Çünkü ABD’nin yeni Orta Doğu projesinde öncelikle İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Hürmüz Boğazı ile Basra Körfezi’nin kontrolünde İran’daki rejimin yıkılması zaruriydi. İran, Rusya ile bir blok oluştururken, Suriye’de Esad rejiminin ve Şii bloğun devamı amaçtı. Fakat coğrafyada PKK’dan sonra diğer terör gruplarının ortaya çıkması İran’ın terör tehdidi algını oldukça arttırdı. Bu durumda İran’ın da aynı şekilde terör tehdidi algısı yüksek olan Türkiye ile terörle mücadele ortak politikalar yürütmesi beklenmeli. Fakat Türkiye’nin Kandil harekatına karar vermesinden sonra İran tarafından ilgili ülkedeki yasal hükümetin izni olmadan terörizmle mücadele bahanesiyle operasyon yapılmasını gayrimeşru gördüklerine dair yapılan açıklama, hakim olması gereken anlayışa ters düşmekte. Hepimiz biliyoruz ki, Kandil, Türkiye’nin 34 senelik PKK terörü ile mücadelenin ana üssü ve belki de ilk kez bu kadar netice almaya yaklaştık. Kandil coğrafi olarak İran’a sınır bir dağ. Dolayısıyla İran ile ortak yürütülecek bir harekâtta örgütün tüm hücreleri yok edilebilecek.

Belki de İran, Türkiye’nin arka arkaya terörle mücadelede yürüttüğü operasyonlarla başarıya ulaşmasının kendi bölgedeki yayılmacılığına tehdit olarak görüyor. Şii nüfusun çoğunluk olduğu yerlerde etkisinin kırılması ve Türkiye’nin prestij kazanmasını sakıncalı görüyor. Hâlbuki mevcut konjonktürde Türkiye- İran ortaklığı Orta Doğu’nun yeni dizaynında dışarıdan gelecek ihraç politikalara karşı kalkan oluşturabilir. Böylesine kritik bir coğrafyada iki ülkenin aynı sınırı paylaşması demek birbirinin güvenliğinden de sorumlu olması demektir.

Diğer Söyleşiler