İletişim: omurpasha@hotmail.com
Tarihe bugünden bakmak, genel bir hastalık olarak nitelendirilebilir. İlgili araştırma alanında ‘şimdicilik’ sorunu ve ‘anakronizm’ olarak nitelendirilen bu husus, en basit tabirle bugünün anlayışıyla geçmişte yaşananları yargılamak olarak nitelendirilebilir. Zihinlerinde periyotlar, çağlar ve coğrafyalar arasında zaman-mekânsal yolculuklar gerçekleştirme donanımına sahip bir azınlığın dışında (ki bu azınlığın çoğunu gerçek tarihçiler teşkil etmektedir) büyük çoğunluk bu hatalara düşmektedir. Bu ise genelde tarihe ilişkin algı hususunda toplumun gözüne bir perde indirmektedir. Bu perde ise çoğunlukla geçmişte rahatsız olunan veya olunabilecek tarihi olay ve olguların üzerini örtme işinde pek “muteber” bir nesnedir.
Türk milletinin o perdeyi örttüğü yerlerin başında kaybettiği vatanlar gelmektedir. Günümüzde sıklıkla kullandığımız vatan kavramı, esasında oldukça yeni bir kavramdır. Ancak anakronik yaklaşım, bugünün insanını, bin yıl önce yaşayan atalarının da yaşadıkları topraklara benzer bir ‘değer’ veya ‘tanım’ atfettiğini düşünmeye yönlendirir. Pek tabii, her dönem insanlar yaşadıkları topraklara önem atfetmiş ve değerli bulmuşlardır. Ancak günümüzdeki vatan olgusu ile bin yıl önceki yurt tutulan topraklar olgusunu bir tutmak doğru olmayabilir. Bugünkü bilgi birikimi ile ortalama bir vatandaşın, milletinin bu topraklardaki (Anadolu) geçmişine yönelik bilgisi, bu topraklara bağlılığını birkaç yüz sene geriye götürmeye yetecek düzeydedir. Bu husus üzerinde, yaygınlaşan eğitim, kitle iletişim araçları vb. unsurlar etkili olmuş olabilir. Remzi Oğuz Arık ise bu hususu en temelde yazıya bağlamaktadır:
“Vatanların kuruluşunu yazının bulunmasına bağlamak tamamıyla yerindedir. Yazı, toprakla insanın münasebetlerini, başka bir vesikaya nasip olmayan kuvvetle sürüp götürdüğü, yaşattığı için herhangi bir felaketle yıkılan beldelerin, insan beyninden, gönlünden uçup gitmesini önlemiştir. Böylece o beldeler, o topluluğun geri kalanları için ölmemiş, yaşamaya devam etmiştir.” (1)
Eğitimin ve okuryazarlığın yaygınlaşması bağlamında düşündüğümüzde Arık’ın görüşü de temelde yukarıda sunduğumuz sav’ı desteklemektedir. Dolayısıyla günümüzdeki vatan kavramı ve algısı ile geçmişteki ataların toprağa bağlılığı hususunun farklı olması doğal olarak nitelendirilebilir. Bu sadece Türk milleti için geçerli değildir. Hemen hemen benzer düzeylerde, birlikte gelişim gösteren tüm çağdaş kültürler için bu husus geçerlidir. Günümüzdeki vatan olgusunun ortaya çıkışı ise 18. ve 19. yüzyıllardan başlayarak günümüze değin sürmüştür ve sürmektedir. Genel bir klişe olarak bu hususta Fransız İhtilali başlangıç noktası olarak gösterilse de; bu sürecin ondan önce başladığı, ancak ondan sonra da (ona bağlı olmak zorunda olmadan) gelişim gösterdiği bilinen bir gerçektir. Bugünkü vatan kavramının geçmiştekinden farkını kabul ettikten sonra, 1000 yıl önce kaybedilen yurt toprağı ile 19. ve 20. yüzyılda kaybedilen vatan toprağının aynı şey olmadığını idrak etmek kolaylaşmaktadır.
Pekâlâ, bugünün diliyle, bugünün vatan kavramıyla konuşmak gerekirse; hangi milletler vatan kaybetmiştir? Daha anlaşılır olması için ifadeyi biraz daha değiştirirsek; modern dönemde kaç millet vatan kaybetmiştir? Zihinler ve tarih bilgisi zorlanırsa Almanya’nın Polonya’da kalan bazı toprakları, Balkanlardaki küçük sınır anlaşmazlıkları veya muhtelif yerlerdeki küçük çaplı toprak kayıpları akla gelebilir. Ancak soykırıma uğrayarak topyekûn vatan kaybeden tek millet muhtemelen Türk milletidir. Bugünden geçmişe bakıldığında binlerce, yüzlerce yıllık sınır değişimlerinde pek çok milletin vatan kaybettiğini düşünebiliriz. Ancak bu yukarıda da belirtildiği üzere yalnızca bir yanılgıdır. Bugünkü anlamda bir vatanı tamamen kaybeden tek millet Türk milletidir. Ne yazık ki, tek olduğunun bilincinde değildir. Hatta vatan kaybettiğini dahi hatırlamıyor oluşu ihtimal dâhilindedir. Bunun yerine, tarihten seçilmiş birkaç yaprak üzerine geliştirilen hamaset içerikli söylemlerin, milli bilincini okşaması vatan edebiyatı için kâfi gelmektedir.
Savaşçı dervişlerin yatağı pırıl pırıl Balkan ovaları, Rumeli’nin kentleri; Türkmeneli’nin sıcak, Karabağ’ın, Güney Azerbaycan’ın, Kafkasya’nın dağlık, Doğu Türkistan’ın ata yurtları… Hepsi “vatan” iken kaybedildi. Saldıranların da, saldırıya uğrayanların da “milli bilinç” ile hareket ettiği bir sahada, ortamda ve zamanda yitirildi.
Balkan ve Rumeli toprakları, en az Anadolu kadar vatan iken, yüzlerce yıl yurtluk yapmış iken; Osmanlılık ideali ile aynı milletten telakki edilenler tarafından yüzbinlerce Türk’ün katledilmesi suretiyle kaybedildi. Bugün muhacirler bunun en büyük delili olarak Anadolu topraklarında yaşadığı halde; vesikalar kaydettiği, tarih yazdığı halde bu vatanın kaybı Türk’ün zihninden silindi.
Ne yaygınlaşan eğitim, ne kitle iletişim araçları ne de Remzi Oğuz Arık’ın “yazı”sı o vatanları Türk’ün zihninde tutmaya yetmedi. Belki de tarihe dönüp baktığında, fatih bir milletin torunu olarak pek çok milletin başına gelen bir mukadderat olarak yorumladı. Ama böyle de olsa yanılgıya düştü. Zira bugünkü manada var olan bir vatanı toptan kaybeden tek millet, Türk milletidir. Unutsa da, üstünü örtse de bu böyledir. Zağra Müftüsü ve öğretmen Hüseyin Raci Efendi gibi, kayıp vatanlardan hatıralarıyla çığlık atanların sesi ise günümüze ulaşamamaktadır. Hüseyin Raci Efendi’nin 93 Harbi’nde Zağra kasabası ve çevresinde yaşananları anlattığı “Tarihçe-i Vak’a-i Zağra” eseri için büyük şair Mehmet Emin Yurdakul’un sözü belki de bu hususun sebebini açıklamaktadır:
“Bu kitap, Türklerin vatan edebiyâtında en samîmî, yüksek bir şâheserdir... Onun için de okunmaz.”(2)
Bu şuur kaybı, kayıp vatanlarda katledilmiş, zulme uğramış her bir vatandaşımıza ihanettir.
“Vatan kaybettin ehl-i vatan; hiçbir şey yapamıyorsan rahatsız ol, hicap duy…”
(1)Remzi Oğuz Arık (1969). Coğrafyadan Vatana. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, ss. 12-13.
(2)Hüseyin Raci Efendi (2016). Zağra Müftüsünün Hatıraları - Tarihçe-i Vak’a-i Zağra. İz Yayıncılık.