Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

BİAT KÜLTÜRÜ

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Türkiye sosyal bir kriz içerisinden geçmektedir. İlk bakışta siyaset sahnesinde bir kriz var gibi görünse de esasında yaşanan siyaset sahnesine de yansıyan bir sosyal krizdir. Gramsci’ye göre krizlerin en temel sebebi “eskilerin ölmesi ve yenilerin doğamamasıdır”. Bu sorunun temelinde ise toplumun hemen her alanında ve ideolojisinde hâkim hale gelmiş olan “biat kültürü” yatmaktadır.

Biat kültürü liderin, şefin, ağabeyin veya herhangi bir sıfattaki otoritenin emrinin ve faaliyetlerinin sorgulanmadığı, bu otoriteler tarafından gerçekleştirilen icraatın kitleler tarafından koşulsuz bir şekilde kabul edildiği “cemaat” adı verilen sosyal iklimi tanımlamaktadır. Bir toplumun cemaat karakteristikleri sergilemesinin girift pek çok farklı sebepleri olsa da bu sebeplerin belli başlı olanlarını tespit etmek mümkündür. Öncelikle, biat kültürünün, ne yazık ki deterministik bir karakterde vücut bulduğunu belirtmek gerekir. Bu determinizm, söz konusu kitlenin, makro ölçüde içerisinden geçmekte olduğu etnik yaradılış (etnogenez)1 aşamasının bir sonucudur. Etnik yaradılışın “doruk” noktasını gördükten sonra, hırslı-enerjik profildeki insanlarının çoğunu cephelerde, zindanlarda, kuyularda, sürgünlerde yok eden bir toplum inişe geçmiş ve halen içerisinde bulunduğu “eylemsizlik” (atalet) aşamasında debelenmeye başlamıştır. Yaşanılan coğrafyanın ve çağın sorunları yığınla üzerine yıkılırken, bu sorunlarla mücadele edecek hırslı-enerjik insan gücünün ekseriyeti toprak altında gömülüdür; halen yaşamakta olan azınlığı ise ya ölmeye devam etmekte ya da vasatlık kültürünün savurduğu bir taşrada çürümektedir. Çürümeye başkaldırdığında ise ya atalarının yanına gömülmekte ya da çürümeyi hızlandırmak için zindanlardan yer rezerve edilmektedir. Bu durum sadece siyasetin değil, ondan daha fazla şekilde biat kültüründeki kitle insanının yarattığı sosyal düzenin bir sonucudur.

Zira vasatlık kültürünün bir sonucu olarak; vasat ve altında bulunan kalabalık bir takım, toplumun hemen her alanındaki teşkilatlara, neredeyse her örgütlü yapıya hâkim bulunmaktadır. Sol, sağ, milliyetçi vb. hangi cenahtan olursa olsun nitelikli insan gücünün bu gidişat içerisinde bir rolü bulunmamaktadır. Rol almak isteyenler yukarıda da değinildiği gibi bir linçle karşılaşmakta ve genelde imha edilmektedir. Bu vasatlık hâkimiyeti, beraberinde gittikçe güçlenen kitle insanını ve biat kültürünü yaratmaya devam etmekte, vasat ve altının her alandaki hâkimiyetini pekiştirerek topluma sunmaktadır. Toplum da biat kültürünün toplumu olduğundan kısır bir döngüde bu süreç devam etmektedir.

Vasatlık, bir zamanlar vasat olmayan toplumun örgütlü yapılarının, kurum ve kuruluşlarının her hücresini nasıl sarmaktadır? Öyle ki bir zamanlar hırslı-enerjik idealist insanlar tarafından kurulan ve idare edilen yapılar nasıl bu vasatlığın ürünü haline gelmektedir? Meseleyi anlayabilmek ve mümkünse bir çözüm üretebilmek için bu soruların cevabını bulmak önemlidir.

Öncelikle toplumun, üç farklı zaman algısına sahip fertlerden mürekkep olduğunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir; geçmişçiler (passeistler), şimdiciler ve gelecekçiler (fütüristler).2 Bu zaman algılarına sahip insanlardan gelecekçiler, genelde toplumun dinamosu işlevini görürler. Gelecekte gerçekleşmesi ümit edilen bir ülkü uğruna samimi bir şekilde çalışmak, bu zaman algısına sahip insanların temel faaliyetidir. Bunlar da etnik tutku sahibi hırslı-enerjik insanlardır. Zamanı gelecekçi olarak algılayan bireyler ender görülürler, dolayısıyla bu zaman algısının bir toplum tarafından tamamen benimsendiği durumlar daha enderdir.

Geleceği şekillendirmek üzere teşkilatlar kuran önderler, genelde hırslı-enerjik gelecekçilerdir. Teşkilatların kuruluşunu takip eden yıllarda, ortaya koydukları programı veya ideolojiyi başarılı bir şekilde kitlelere sunarlar. Propaganda ile gerçekleştirilen ajitasyon hareketin kitleselleşme sürecini başlatır. Ancak kitleselleşme süreci ilerledikçe teşkilatın içerisine geçmişçi ve şimdici kadrolar ve üyeler de yerleşmeye başlar. Toplum içerisinde oransal olarak daha kalabalık olan bu algıdaki insanlardan teşkilata girenler de genelde (değişen derecelerde de olsa) hırslı-enerjik insanlardır. Şimdicilerin eyyamperestleri ise bu tip oluşumların kapısına uğramazlar. Geçmişçi ve şimdici hırslı-enerjik insanların davranışlarını motive eden unsurlar, gelecekçilerden oldukça farklıdır. Geçmişçiler var olan ideali, doktrini veya programı tarihi varlığı ile birlikte muhafaza etme güdüsüyle hareket ederken; şimdiciler kendi şan ve şöhretleri, kişisel ikbal meseleleri için teşkilatın mevcut güç ve imkânlarını kullanma motivasyonu ile hareket ederler. Gelecekçilerin teşkilatı kurma amacı toplumu dönüştürmek ve “ideal” olana ulaşmak iken; geçmişçiler kurucu ataların ve teşkilatın anılarını ve varlığını muhafaza etme amacıyla hareket etmekte; şimdiciler ise teşkilatı kendi kişisel gayelerine ulaşmanın bir aracı olarak görmektedirler.

Gelecekçilerin, değişen dünya ve toplum düzeni karşısındaki esneklikleri, kendi iradeleri ile hareket etme ve değişim için sorumluluk üstlenme kabiliyetleri geçmişçilerde görülmez. Geçmişçilerin muhafazakârlığı ve tedbirliliği, teşkilatı ve temsil ettiği değerleri yeni gelişmeler karşısında genelde mat eder. Eğer bu süreçte gelecekçi kurucu atalar ölmüş veya teşkilat kadrolarına geçmişçilerin ve şimdicilerin dolması sebebiyle teşkilattan uzaklaşmış ve yeni teşkilatlara yelken açmışlarsa (ki Türk teşkilatçılığında bu sıklıkla görülür) eski teşkilat tamamen geçmişçi ve şimdicilerin egemenliğine girebilir. Böyle bir durumda eski teşkilatın beyin ölümü kitle insanı tarafından gerçekleştirilmiş ve aynı güçler tarafından sedyede tutuluyor demektir.

Gelecekçiler, kitleselleşme sürecinin doruklarını nadiren görürler. Geçmişçilerin oluşturdukları anlatılar, kurucu ataları efsanevi önderlere dönüştürebilir. Bazen kurucu ataların kendi faaliyetlerinde dahi etraflarında toplanmayan kitle, sonradan aksiyonerliğin kalmadığı, gelecekçi kurucuların çoğunlukla ebediyete intikal ettikleri geç bir dönemde toplanır. Ancak bu kitle yeni bir şey üretmez, anıları yaşatır ve var olanı tüketirler. Kitle insanı artık teşkilatı ele geçirmiştir. Bu süreç devam ettikçe yozlaşma artar. Artık dinamizm bitmiş, teşkilat ölmüştür. Bu aşamada; efsanevi liderlere, olaylara, programa, doktrine ve teşkilata yönelik geçmişçi bağlılık, bizzat mensubiyetin göstergesine dönüşür. Bireysel inisiyatif ve irade ortadan kalkıp, geçmişçi idealizmin sembolüne dönüşen lidere, ideolojiye ve teşkilata koşulsuz biat eden grup refleksi ön plana çıkar. Grup bu aşamaya ulaşmışsa, Eric Hoffer’in “kesin inançlılar” olarak tanımladığı bir karaktere bürünmüş demektir. Bu kitlelerin hâkim olduğu bir toplumda, yeni girişimlerde bulunan gelecekçi hırslı-enerjik insanlar, “eski” ile çatışma potansiyelleri sebebiyle kitleler tarafından gerçekleştirilen saldırılara maruz kalabilirler. Gelecekçilerin bu kısır döngüyü kırmaları ancak radikal inkılaplar veya ihtilal gibi güç birikimi ve kullanımı gerektiren tedbirlerle mümkün olur. Bu şartların sağlanması da çoğu kez mümkün olmadığından bu olasılık sık gerçekleşmez.

Yukarıda bahsi geçen süreç, cemaat özellikleri sergileyen toplumlarda her zaman böyledir. Toplumun tüm kurum ve teşkilatlarına bu anlayış belirli bir süreç sonucunda sinmektedir. Bu topluluklarda “ben” ve “birey” yoktur veya önemi çok azdır. Cemiyet yapısındaki bir toplum ise bireyi ve iradesini esas alır. Milliyetçiliğin veya modern farklı bir ideolojinin sağlıklı bir şekilde gelişim gösterebilmesi için cemiyet yapısındaki bir topluluğa ihtiyaç olduğu açıktır. Cemaat yapısındaki bir toplulukta, milliyetçiliği din ve dine yönelik toplumsal reflekslerden ayrıştırmak çoğu zaman mümkün değildir. Bu da din gibi statik bir toplumsal olgunun, milliyetçilik gibi dinamik bir olgunun önüne set çekmesi ile sonuçlanabilir. Remzi Oğuz Arık; “Milliyetçiliğin ihtiras halinde benimsediği gaye: Sürü cemiyet değil, her biri şahsiyet haline yükselmiş şuurlu teklerden doğan millettir.” derken bu hususa dikkat çekmiştir. Arık’ın, Tönnies’in cemaat-cemiyet dikotomisindeki “cemaat” yerine aynı anlamda olmak üzere “sürü cemiyet” ifadesini kullandığı görülmektedir.

Türk toplumu özelinde düşünüldüğünde; belirli bir geçmişe sahip, farklı alanlarda hizmet veren neredeyse tüm teşkilatların bu süreci yaşamış ve yaşamakta oldukları söylenebilir. “Cemaat” tabiri bu olgunun sadece sağ görüşlü oluşumlarda yaşandığını çağrıştırabilir, ancak bu olgu sağ-sol ideolojilerden bağımsız şekilde toplumun tüm yapılarına sinmiş vaziyettedir. Bunun sebebi toplumun ideolojilerden bağımsız şekilde genel olarak cemaat karakteristikleri sergilemesi ve hırslı-enerjik gelecekçi insan oranının hala düşük olmasıdır.3 Toplum, bu karakterdeki insan gücünü genetik havuzundan karşılayamazsa, dışarıdan temin etmek (beyin göçü, devşirme vb.) zorundadır. Aksi halde geçmişçi ve şimdici kitle insanının egemenliğinde çürüyüp gider. Bir müddet sonra etnos çözülür ve başka etnoslarla girdiği yeni kombinezonlarda yok olur. Türkiye’nin bulunduğu gibi bir coğrafyada ise bu sürecin çok hızlı bir şekilde gerçekleşebileceği öngörülebilir.

Toplumun cemaat karakteristikleri sergilemesinde; Türk milliyetçiliğinin kitleselleşmesi aşamasında, Türk aydınları tarafından dini motiflerin yoğun kullanımının etkileri de olmuş olabilir. Ancak bu konu, başka bir yazı gerektirecek kadar hacim istediğinden burada ayrıntısına girilmemiştir.

1 Bu konuda bkz. “Etnik Dinlenmenin Sonu ve Türklüğün Yeniden Yükselişi” 

2 Geçmişçiler, şimdiciler ve gelecekçiler ile ilgili ayrıntılı tanımlamalar “Ülkülerin Zamanı” başlıklı yazıda konu edildiği için burada tekrar edilmemiştir. Bu konuda bkz. 

3 Türk etnik yaradılış sürecinin “doruk” (16. ve 17. yüzyıllar), “kırılma” (17. ve 18. yüzyıllar) ve “atalet” (19. yüzyıldan günümüze) aşamalarında hırslı-enerjik profildeki insan gücü çok geniş bir coğrafyada yürütülen misyonlar sebebiyle büyük kayıplara uğramıştır. Toplumun genetik havuzundan yeni hırslı-enerjik insan gücünün tahkim edilmesi için gereken etnik dinlenme süreci devam etmektedir. Bu konuda bkz. “Etnik Dinlenmenin Sonu ve Türklüğün Yeniden Yükselişi”