Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

ULUSLARARASI SİYONİZME KARŞI TÜRKÇÜ EĞİTPOLİTİK

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

İsrail’in, revizyonist politikalarla Ortadoğu’da harekete geçmesi, uluslararası Siyonizm’in ülkülerini tekrardan akıllara getirdi. “Arz-ı Mevud” (vaat edilmiş topraklar), bir diğer deyişle “Büyük İsrail” ülküsü ile hareket eden Siyonistler, kutsal kitaplarında kendilerine vaat edildiğini düşündükleri bugünkü Mısır, Filistin, Lübnan, Ürdün, Suriye, Irak ve Türkiye topraklarının önemli bir kısmını kapsayan bir coğrafya üzerinde hak iddia ediyorlar.

Uluslararası Siyonizm, İsrail’den fazlasıdır. Bölgedeki ve diğer coğrafyalardaki devletlerin ve uluslararası kuruluşların çeşitli kademelerinde görev alan siyasiler, bürokratlar ve entelektüellerin içerisinde; kitle iletişim olanaklarının çoğunu elinde tutan geleneksel ve yeni medya oluşumları, sivil toplum örgütleri, terör örgütleri vb. güçler arasında uluslararası Siyonizm’in görünür örgütlenmesinin bir kısmı bulunmaktadır.

Uluslararası Siyonizm’in en büyük başarılarından birisi olan İsrail devleti ve İsrailli Yahudiler, etnogenezin “kaynaşma” ve “etnik formasyon” aşamalarını kat etmiş ve “yükseliş” aşamasına geçmiş durumdadır. Klasik etnogenez teorisine göre, eğer engellenemezlerse yaklaşık yarım asır daha devam edebilecek olan bu yükseliş sürecinde, İsrail’in çevresinde yer alan diğer toplulukların durumu coğrafyanın kaderini belirleyecek en önemli etmen olarak dikkat çekmektedir. Uluslararası Siyonizm’in en büyük amacı, İsrail’in çevresindeki milletlerin toplumsal çözülmeye uğramasını sağlamak ve işgale hazır hale getirmektir. İsrail, eğer yükseliş aşamasında durdurulamazsa, bunu yaklaşık üç-dört asır boyunca sürecek olan ve İsrail’in gücünü kabul ettireceği “etnik var oluş” ve “zirve” aşamalarının takip etme olasılığı yüksektir. Coğrafyaya “etnogenez”, “dini” ve “ideolojik” yapılanmalar perspektifinden göz gezdirildiğinde; İsrail’in, uluslararası Siyonizm’in onlarca yıldır devam eden projeleri sayesinde, kendi ülküsü yolunda büyük bir avantaja sahip olduğu görülmektedir.

Ortadoğu coğrafyasına geçmeden önce Siyonizm’in uluslararası hedeflerine kısaca değinmekte yarar vardır. Zira uluslararası Siyonizm’in bölgesel hâkimiyet amaçları her ne kadar Ortadoğu coğrafyası üzerine odaklansa da ülkülerinin tek amacı bu değildir. Bu teritöryal egemenliğin sürdürülebilirliği açısından, referanslarını yine Tevrat’tan alan dünya egemenliği ülküsü, çok daha geniş coğrafyalarda politikalar yürütülmesine vesile olmaktadır. Uluslararası Siyonizm’in dünya egemenliği yolundaki en önemli engel diğer ulusların milliyetçilikleridir. Bunun bilincinde olan Yahudi entelektüeller, asırlardır süren mücadelelerle diğer ulusların milliyetçi yapılanmalarını hedef almışlardır. Bu saldırılardan nasibini en ağır şekilde alan coğrafya, Avrupa ve Ortadoğu bölgeleri başta olmak üzere bütün bir Avrasya’dır.

Diğer milletleri bir arada tutan milliyet asabiyetlerinin seyreltilmesi, uluslararası Siyonizm’in en önemli hedefidir. Bunun için kullandıkları yöntemler şu şekilde özetlenebilir: homojen kültürel toplulukların enternasyonal ideolojilerin argümanlarıyla dağıtılması, küresel ölçekte yaygınlaştırılan pornografi sektörüyle geleneksel değerlerin ve aile olgusunun zedelenmesi, ulusal sınırların açılması, din asabiyeti aracılığıyla milliyet bilincinin dejenere edilmesi, “Arz-ı Mevud”un katliam ve göçlerle demografik açıdan boşaltılması,  trans-nasyonal göçlerle milletlerin melezleştirilmesi ve etnogenez süreçlerinin sekteye uğratılması, küresel ölçekte yayın yapan kitle iletişim araçlarıyla melezleşmenin özendirilmesi, Y-DNA ve mtDNA testleri gibi bilimsel verilerin manipülatif sunumlarıyla melezliğin rasyonelleştirilmesi, insan hakları ve demokrasi ajitasyonuna dayalı bölücü mikro milliyetçiliklerin teşvik edilmesiyle büyük ulus milliyetçiliklerinin hedef alınması, milliyetçiliğin ırkçılık anlamında kullanılması vb. stratejiler bu önemli hedefe ulaşmak için etkili araçlar olarak kullanılmaktadır. Dikkat edildiği takdirde diğer milletlerin hedef alınmasında kullanılan bu stratejilerin, Yahudi ulusunun inşası ve teritöryal amaçlarla odaklandıkları İsrail coğrafyasında ya hiç görülmediği ya da bunlarla nadiren karşılaşıldığı anlaşılacaktır.

Yahudi entelektüellerin, Avrupa ve Ortadoğu milliyetçi teşkilatlarının katalizörleri üzerindeki en büyük operasyonları ulus üstü/uluslararası (enternasyonal) ideolojiler vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. Avrupa coğrafyası için bu ideolojilerin başında Komünizm, Sosyalizm, Küreselcilik, Trans-Nasyonalizm ve Liberalizm gelirken; Ortadoğu coğrafyası için yerel dinamiklerden dolayı bu ideolojilere ek olarak daha çok İslamcılık ön plana çıkmıştır.

Marksizm ideologları, Bolşevik devriminin önderleri ve hükümetleri içerisinde yer alan Yahudi entelektüeller ve bürokratlar, tarihe önemli bir kayıt olarak düşse de resmi tarih anlatıları meselenin bu yönüne genelde odaklanmamıştır.

Parlamenter sistemlerin yaygınlaştırılması ve evrensel insan haklarının benimsenmesi, Uluslararası Siyonizm’e hizmet ettiği yer ve zamanlarda özendirilen; kendi politikalarına ters düştüğü noktalarda rafa kaldırılabilen bir araç haline gelmiştir. Kitleleri harekete geçirebilen ve dizayn edebilen bu milli irade güçlerini, kontrol ettikleri güçlü kamuoyu yaratıcısı araçlar vasıtasıyla kimi zaman bir hanedanı, kimi zaman aristokratik bir yapılanmayı, kimi zaman ideolojik oluşumları, kimi zaman da millet yapılarını ortadan kaldırmak için kullanmışlardır ve halen de kullanmaktadırlar.

Avrupa’daki milliyetçi yapılanmalarla olan mücadeleleri neticesinde Avrupa sınırları gevşemiş ve siyasi, ekonomik ve askeri olarak ulus ötesi anlayışların teşvik edildiği bir sistem tesis edilmiştir. Ulus ötesi çıktıları teşvik eden eğitpolitik programlar, her yıl milyarlarca dolar destek dağıtmaktadır. Bugün çoğu Avrupa ülkesi, ciddi bir askeri tehdit karşısında kendisini tek başına savunamayacak duruma gelmiş olup; başını, Siyonist olduklarını deklare etmekten çekinmeyen bir yönetime sahip olan ABD’nin çekmekte olduğu NATO’ya bağımlı haldedirler.

Dünya genelindeki bu politikalarla mücadelede yegâne güç, tüm ulusların kendi milliyetçiliklerini ve kültürel değerlerini muhafaza ederek gelecek nesillere aktarabilmeleridir. Diğer yandan Uluslararası Siyonizm’in fiili olarak hedef aldığı Ortadoğu coğrafyasında, akut sorunlardan dolayı bundan daha fazlasına ihtiyaç olduğu aşikârdır.

İsrail aracılığıyla Ortadoğu coğrafyasında gerçekleştirilmeye çalışılan Siyonist projeler karşısında mücadele edebilecek en önemli güç kaynakları Türkçülük ve Pan-Arabizm’dir. Bunlardan sonra ise Fars milliyetçiliği sayılabilir. Bu üç güç odağı arasında, coğrafi konum itibariyle tehlikeyle ilk yüzleşen Arap milliyetçiliği olmuştur. İsrail kurulduktan sonra, yakın tarihin farklı dönemlerinde “pan” (birlik) nitelikli Arap milliyetçiliği ideolojisine sahip yönetimler Mısır, Irak ve Suriye’de iş başına gelmiştir. Her üç ülkede de bu ideolojilere mensup teşkilatlar, entelektüeller, bürokratlar ve askerler Uluslarası Siyonizm tarafından hedef alınmış ve büyük ölçüde yok edilmiştir. Bunların en bilindik isimleri Cemal Abdünnasır ve Saddam Hüseyin’dir. Pan-Arapçı ideolojiye sahip Baas hareketi, son olarak hem Irak’ta hem de Suriye’de hedef alınmıştır ve hala da alınmaktadır. Suriye’nin iç savaş ile tarumar edilmesinin en önemli sebebi, Suriye yönetiminin son Arap milliyetçisi yönetim olmasıdır. Arap milliyetçiliğinin yerel hükümetlerce bastırıldığı ve kitlelerin kolay kontrol edilebildiği Arap monarşilerinde ise Siyonist operasyonlarına nadiren ihtiyaç duyulmaktadır. Bugün Pan-Arabizm, onlarca savaş, binlerce suikast ve yukarıda sayılan stratejiler ile çöle gömülmüştür. İsrail’in çevresindeki Arap ülkeleri, savunmaları Batı silahlarına bağlı olan, çoğunluğu monarşi ile yönetilen ve yerel milliyetçilikler haricinde, İsrail’e tehdit oluşturabilecek “pan” nitelikli bir Arap milliyetçiliğinin görülmediği, dini hiziplerle parçalanmış, sırayla yutulmayı bekleyen bir coğrafyayı oluşturmaktadır. Bu durum üzerinde Arap etnogenezinin, coğrafyanın büyük kısmında “atalet”, bir kısmında ise yok oluşa giden “obskürasyon” (çözülme) aşamasında olmasının etkisi büyüktür. Bu noktada Arapların belki de sonucu değiştiremeyecekleri bir etnik determinizm ile karşı karşıya oldukları söylenebilir.

Arap milliyetçiliğinin dejenerasyon sürecinde, İslamcılık siyasetinin de etkisi oldukça ağır olmuştur. Soğuk Savaş döneminde, Sovyetler Birliğinin güneyinde ABD tarafından oluşturulmaya çalışılan “Yeşil Kuşak” kapsamında İslamcı örgütler ve partiler ihya edilmiş ve radikal dinci yapılanmaların ortaya çıkışıyla hırslı-enerjik Arap gençleri bu örgütlerin ağına takılmış, milliyetçi yapılanmalar geri planda kalmıştır.

Kültürel tekâmül seviyesi bakımından milletleşme sürecine erişen toplulukların, önceki kültürel tekâmül seviyesi olan “din asabiyeti” içerisinde tutulması ve ittihadı mümkün değildir. Bu zamanın okunu tersine çevirmek gibi bir girişimdir. Dolayısıyla bir topluluğun milliyetçilik aşamasına geçtiği süreçte; din asabiyeti ile birleştirici katalizörlerin sulandırılması, geçiş sürecinin sekteye uğratılması ve o toplumun sakatlanmasıyla sonuçlanmaktadır. Arap milliyetçiliğinin oluşum sürecinde, dini hiziplerin de yaşandığı bir coğrafyada başına gelen özetle budur.

Aynı durum değişen şiddetlerde Farslar ve Türkler için de geçerlidir. İran’da Fars milliyetçiliğinin gelişimi, aynı Yeşil Kuşak stratejisi kapsamında gerçekleştirilen İran İslam Devrimi ile sekteye uğratılmış ve İran milliyetçiliği, İslam içerisindeki dini bir hizbin taraftarlığına indirgenmiştir. Bu vesileyle çoğunluğu Sünni olan Arap toplumlarıyla da doğal bir tarihi düşman haline gelmiştir.

Ortadoğu coğrafyasında, İsrail’in ve uluslararası Siyonizm’in önündeki en büyük engel irredantist Türkçülük (Pan-Türkizm) ideolojisidir. Ancak bunun farkında olan Siyonizm; hem enternasyonal sol fraksiyonları, hem bölücü mikro milliyetçi yapılanmaları, hem de Yeşil Kuşak stratejisiyle enternasyonal İslamcı fraksiyonları destekleyerek ve kitleselleşmelerini sağlayarak Türkçülüğün gelişimine de darbe vurmuştur. İslamcı yapılanmaların ABD, müttefikleri ve uluslararası Siyonizm tarafından ihyası, Türk milliyetçiliğinin ana kompartımanını, Türk-İslamcı olarak tarif edilen bir çizgiye çekmiş ve bu yolla İslamcılık gibi ulus ötesi bir ideolojinin etkisi altına almıştır. Bu değişim ile birlikte Türkçülüğün “Turan ülküsü”, tüm Türkçüler açısından olmasa da büyük bir kitle açısından “Türk-İslam” ülküsüne dönüşmüştür. Bu yeni ideoloji, sol fraksiyonlar ve hatta belki de Sovyet yayılmacılığına karşı etkili bir savunma mekanizması sunsa da bir başka enternasyonal ideoloji olan İslamcılığa karşı, Türk milletinin gardını düşürmüştür. Nitekim uluslararası Siyonizm’in organize ettiği trans-nasyonal göçlere, Türk-İslamcı bakış açısının açık sınır politikası eşliğinde “din kardeşliği” ve “ensar-muhacir” retoriği ile yaklaşması ve bu göçleri bir nevi desteklemesi; Siyonizm’in, uyguladığı stratejilerin meyvelerini aldığının net bir göstergesidir. Siyonizm, bu göçlerle “Arz-ı Mevud”u demografik olarak boşaltıp, İsrail tarafından işgal edilmesine hazır hale getirirken; diğer yandan bölge ülkelerinin etnogenezini sakatlamaktadır. Bu yolla Ortadoğu’nun en büyük ulus devleti olan Türkiye, an itibariyle Dünya’da en çok sayıda sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke konumuna gelmiştir. Türk Birliği ile Avrasya coğrafyasında güç dengesini değiştirebilecek bir odak yaratma potansiyeli olan Türkiye, bu yolla Ortadoğu bataklığının bir parçası haline gelmektedir.

Türkçülüğe yönelik saldırı yalnızca enternasyonal ideolojiler vasıtasıyla olmamıştır. Uluslararası Siyonizm, Kürt mikro milliyetçiliğinin özendirilmesi ve Güneydoğu Anadolu’da bölgeselci politikaların uygulanmasıyla Türk milliyetçiliğine bir saldırı cephesi daha kullanmıştır. Bu cephede de büyük ölçüde başarılı olduğu; Türk milletinin, Anadolu’daki en eski Türk yurdu olan Güneydoğu Anadolu coğrafyasına yönelik “yerli halk” algısının değişmiş olmasından anlaşılabilmektedir.

Mevcut konjonktür dâhilinde, Uluslararası Siyonizm’in ve İsrail’in Ortadoğu’daki hedeflerinin karşısında en büyük engel halen Türkçülük ideolojisidir. Ancak bu durum, Türkçülüğün Arap topraklarını korumak için hareket etmesi gerektiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Türkçülüğün ülküsü; Türkiye, Türkmeneli, Kuzey ve Güney Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan başta olmak üzere Türk yurtlarının kültürce birleştirilmesi ve kayıp Türk vatanlarının kurtarılmasıdır. Türkçülüğün ve Siyonizm’in ülküleri birbiriyle çatıştığı ve Siyonizm “Büyük İsrail”in kuzeyinde güçlü bir Türkiye ve Turan Birliği istemeyeceği için bu iki ideoloji birbirleriyle çatışmaya mahkûmdur. Diğer yandan Türkçülük ve Pan-Arabizm ideolojileri de teritöryal hedeflerinden dolayı birbirlerine düşmandır.[1] Bu durum, İslamcılık siyasetinin başarısızlığa mahkûm oluşunun en büyük sebeplerinden birisidir.

Mücadelede havlu atmamak için Türkçülüğü, İslamcılık başta olmak üzere enternasyonal ideolojilerin etkisinden kurtarmak; makro eğitpolitik yaklaşımlarla[2] milli reflekslerini tekrar geliştirmek ve kitleselleştirmek gerekmektedir. Aksi takdirde sonunun Pan-Arabizm ve Fars milliyetçiliği gibi olması kaçınılmazdır. Ortadoğu laboratuvarındaki deneyler, milliyetçilikleri çözülen toplumların başına neler geldiğini sunmaya başlamıştır.

 

[1] Pan-Arabizm ideolojisi, Türkiye sınırları içerisinde yer alan Gaziantep, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Kilis ve Hatay gibi illerimizi “Arap vatanı” içerisinde saymakta ve “kayıp vatanlar” olarak nitelendirmektedir. Suriye Baas yönetiminin bu konudaki öğretim programları hususunda, Milli Devlet gazetesinde yayımlanan “Suriyelilerin eğitimi: Panarabizm ve irredantist Arap milliyetçiliği tehlikesi” başlıklı yazıya bkz.

[2] Türkçü Eğitpolitik hakkında ayrıntılı bilgiler için Milli Devlet gazetesinde yayımlanan “Türk Dünyası Eğitpolitiği” başlıklı yazı dizisine bkz.