Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

ÜLKÜLERİN ZAMANI

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Zaman algısı, toplumlara ve insanlara göre değişiklik gösterebilen bir olgudur. Avustralya’daki bir Aborjin’in zaman algısıyla, onun yaşadığı kıtaya ayak basan bir İngiliz’in zaman algısı birbiriyle aynı değildir. Batı uygarlığının çizgisel zaman algısı, bizim tarafımızdan da büyük ölçüde benimsenmiştir. O yüzden bütün dünya için zamanın geçmişten gelip geleceğe doğru akan bir formda göründüğünü düşünebiliriz. Lakin “döngüsel zaman” başta olmak üzere farklı kültürlere göre değişen çok sayıda zaman algısı mevcuttur.

Zaman algısı, sadece kültürlere göre değişmez. İnsanların yirmi dört saatlik zaman içerisindeki biyokimyasal ve psikolojik davranışlarının bütünü olarak tanımlanabilecek “sirkadiyen saatleri” dahi birbirinden farklılık göstermektedir. Örneğin gece uyanıklığına yatkın olup, sabahları öğlene kadar uyumaya meyilli “baykuşlar” ve akşam erkenden yatıp, sabah erkenden kalkan “tarla kuşları” gibi.

Bir de tüm bunların ötesinde aynı kültür içerisinde yetişen insanlar, taşıdıkları farklı biyokimyasal özelikler sebebiyle zamanı farklı şekilde algılayabilmekte ve hayatlarını, davranışlarını, kararlarını ve hatta düşüncelerini buna göre şekillendirebilmektedirler. Gumilev’a göre insanların sinir sistemleri tarafından şekillendirilen dört farklı zaman algısından bahsedilebilir: Passeizm (geçmişçilik), aktüalizm (şimdicilik), fütürizm (gelecekçilik) ve zamana kayıtsızlık.

Önceki yazılarımızda da değindiğimiz üzere bir toplum (etnos); etnik tutkuya ve uzun süreli aşırı gerilime dayanma yeteneğine sahip hırslı-enerjik (passioner) insanlarla, bu özellikte olmayan (sub-passioner) insanlardan oluşmaktadır. Gumilev, hareket tarzı olarak hırs ve enerjiyi, “çoğu zaman hayali amaçlar uğruna canını feda etme şeklinde ortaya çıkan, canlı maddenin biyokimyasal enerji fazlalığının etkisi”¹ olarak tanımlamıştır. Bu farklı özelliklerdeki insanların toplum içerisindeki oranlarına göre o toplumun yükseliş ve düşüş safhaları ortaya çıkmaktadır.² Gumilev, sinir sistemlerindeki farklılıklar sebebiyle farklı özellikler sergileyen bu insanların zaman algılarında da farklılaştıklarını öne sürmektedir.

Şimdi bu bilgiler ışığında yukarıda bahsedilen dört farklı zaman algısını açabiliriz. Geçmişe bağımlılık olarak tanımlayabileceğimiz “geçmişçilik” algısıyla yaşayan her birey kendisini, atalarının başlattığı çalışmaların devamı olarak görür. Gumilev’in deyişiyle “Bu çalışmalara yeni bir zafer, yeni bir bina, yeni bir yazma eser, yeni bir dövme kılıç eklemek ister… Her dakika geçmişin bir parçası olarak hissedilir.”³ Bu bireyler, kendilerini sadece bir varis olarak değil, geçmiş geleneklerin ve ataların bir parçası olarak görürler. O yüzden isimsiz şekilde bu geçmiş harcına katılmaktan çekinmezler. Vatanı uğruna gönüllü olarak canını feda edebilen insanların kahramanlıkları, zamanı bu şekilde algılamalarının bir sonucudur. Zamanı bu şekilde algılamayan bir birey, ölümün muhakkak olduğu bir taarruza kalkamaz, kendisini darağacına götüreceğini bildiği fikirlerini ikrar edemez (ki tarih bu sahneleri icra eden kahramanlarla doludur). Bu fertler, toplum içerisindeki hırslı-enerjik insanlar arasından çıkarlar, ancak tüm hırslı-enerjik insanların zamanı algılayış biçimi bu değildir. Vatansever ve milliyetçi fertlerin büyük çoğunlukla bu zaman algısına sahip olduklarını söyleyebiliriz. Fakat bu zaman algısındaki bireylerin tamamının yalnızca vatanseverlik ve milliyetçilik doğrultusunda hareket edenlerden oluştuğunu söylemek hata olur. Kendince doğru kabul ettiği farklı bir ideoloji veya inanç bağlamında hareket eden bir birey de aynı zaman algısıyla hareket ederek faaliyetlerde bulunabilir. Farklı ideolojilerin savaşlarında geçmiş referanslar üretmek kaygısıyla tarihin işe karıştırılmasının en büyük sebeplerinden birisi savaşanların bu zaman algısıyla ilgilidir. Yeniden yazılan tarihler, bu zaman algısındaki bireylerden nefer devşirmeye yöneliktir. Oysa farklı zaman algıları sebebiyle bunlardan hiç etkilenmeyen ve bu konularla hiç ilgilenmeyen çok kalabalık bir kitle daha vardır. Şimdi bu kitlenin zaman algısına bakalım.

Yukarıda bahsettiğimiz ikinci zaman algısı olan “şimdicilik” daha çok etnik tutkudan yoksun, hırslı-enerjik olmayan insanların zamanı algılayış biçimini özetler. Ancak bunlar içerisinde etnik tutkuya sahip olmasa da hırslı-enerjik olan insanlar bulunabilir. Gumilev’un deyimiyle “Bu zaman algısıyla hareket eden insanlar geçmişi unutur, geleceği ise bilmek istemez. Onlar, bugünü ve sadece kendileri için yaşamak isterler. Mert, enerjik ve yetenekli olabilirler, ancak yaptıklarını sadece kendileri için yaparlar. Onlar da kahramanlıklar yaparlar ama açgözlülüklerini tatmin etmek için yaparlar, kendi hâkimiyetlerini sağlamak için yüksek makamlar peşinde koşarlar, çünkü onlar için sadece bugün vardır, bugünden de sadece kendilerine ve bizzat kendilerine ait olmayı anlarlar… Neşeli sefahat düşkünleri, yiyip içmeyi ve zevk-u sefayı seven insanlar da sadece günü gününe yaşayan insanlardır.”⁴  Yine Gumilev’a göre sadece kendi şan ve şöhretini yükseltmek için çalışan yazar, ressam, profesör vb. de bu gruba girmektedir. Yine hatırlatmak gerekir ki bu yapıdaki insanların zaman anlayışı da kendi istek ve arzularından değil sinir sistemlerinin yapısından kaynaklanır. İsteseler bile zamanı başka türlü algılayamazlar. Bir toplum içerisinde bu özellikteki fertlerin artması, o toplumun gelişmesinin durmasına neden olur. Bu bazen toplum için faydalı olabilir, kendilerini hiçbir şey için feda etmeyecek olan bu insanlar, hırsları uğruna komşularını da feda etmeyi düşünmez ve kendi etnik sınırlarını genişletmeden uzunca bir süreç içerisinde doğal sınırlara dönüştürmeye başlarlar. Bir önceki yazımızda bahsettiğimiz “etnik dinlenme” böyle bir sürece işaret etmektedir. Toplumlar içerisinde görülen ferdiyetçilik, büyük ölçüde bu zaman algısına sahip bireylerin anlayışı olarak yaygınlaşır. Bireyciliğin diğer her türlü düşünceyi ezerek yükseldiği bir ortamda hırslı-enerjik olmayan insanların ezici çoğunlukta oldukları düşünülebilir.

Bahsettiğimiz üçüncü zaman algısı olan “gelecekçilik” ise; gelecek adına geçmişi ve bugünü feda edebilen insanların zamanı algılama biçimidir. Bu görüşe göre geçmiş yok olan bir şeydir, bugün ise geleceğe hazırlık olmanın ötesinde önemsizdir. Gerçek ve önemli olan tek şey gelecek ile ilgili ideallerdir. Gelecekte gerçekleşmesi ümit edilen bir ülkü uğruna samimi bir şekilde çalışmak, bu zaman algısına sahip insanların temel faaliyetidir. Bunlar da etnik tutku sahibi hırslı-enerjik insanlardır. Zamanı fütüristçe algılayan bireyler ender görülür, dolayısıyla bu zaman algısının bir toplum tarafından benimsendiği durumlar daha enderdir. Buna rağmen toplumun ortak yaşamını derinden etkilerler. Gelecekçilerin hayal ettikleri ideal düzene ulaşmak için giriştikleri faaliyetler doğrultusunda toplum ya tamamen yok olur ya gelecekçiler bu uğurda ölür ya da hayallerini gerçekleştirirler. Bu dünya görüşünün yüksek konsantrasyon şekilleriyle görülmesi, çevredeki diğer toplumlar ve ülkeler için de tehlikeli olur. Revizyonist bir devlet, gelecekçilerin harekete geçtiğinin ve katı etnik sistem (devlet ve kurumları) içerisinde hâkimiyet kurmaya başladıklarının en önemli göstergelerindendir. Bir toplum içerisinde geleceğe yönelik olarak dünyayı değiştirme ideali ile hareket eden bireyler gelecekçi zaman algısına sahip bireyler olarak düşünülebilirler. Henüz gerçekleşmedikleri bir dünyada Pancermenizm, Panslavizm, Pantürkizm, Panturanizm, Panarabizm, Marksizm, Faşizm vb. ülküler doğrultusunda hareket eden bireyler buna örnek olarak verilebilir. Sayıları az olan gelecekçiler imkân bulabilirlerse, kendilerini tarihin bir parçası olarak gören “geçmişçileri” kendi gelecekçi idealleri doğrultusunda harekete geçirebilmek için sosyal bilimleri ve özellikle tarih disiplinini ve eğitimini kullanırlar (propaganda ve endoktrinasyon). Yukarıda sayılan tüm gelecekçi -izmlerin, gelecekte kurmayı hedefledikleri ideal düzen için referans aldıkları gerçek veya kurgu tarihi olay ve olgular vardır. Gelecekçiler bu olay ve olgulardan, idealize ettikleri geleceği meşrulaştıranlarını seçerek veya manipüle ederek yeni tarih anlatıları oluşturabilirler (ki birbirleriyle çatışan sayısız tarih kurguları bunun açığa çıktığı noktalardandır). Geçmişçilerin bam teline dokunan tarih tezleri neticesinde, bu insanlar bir anda kendilerini gelecekçilerin saflarında, onların idealleri için çalışır halde bulabilirler. Geçmişçilerin de katıldığı, belirli bir ülkü doğrultusunda mücadeleye girişen safların kalabalıklaşması, Gumilev’in etnogenez ve fiziği buluşturarak adlandırdığı “hırs ve enerji endüksiyonu” (passioner endüksiyon) adı verilen olguyla şimdicileri de yer yer bu mücadelenin içinde saf tutmaya zorlar. Hırs ve enerji endüksiyonu, hırs ve enerji alanının etkisi altında hırslı ve enerjik bireylerin hazır bulunduğu yerlerde, uyumlu ve dengeli olan bireylerin de davranışlarının değişmesi olarak tanımlanabilir.⁵ Böylelikle gelecekçilerin toplum içerisindeki azınlığına rağmen bir hayal veya ülkü uğruna harekete geçen kalabalık bir kitle teşekkül edebilmesi mümkün olmaktadır. Bu uğurda karşılaşılan güçlükler esnasında da mücadele alanının terki ters sıra ile olmaktadır. Bu durumu tarihte örnekleri defalarca yaşanmış bir savaş alanı ile basitleştirerek, mecazi şekilde karakterize edebiliriz; “şimdici”, tehlikeli durumlarda kendi canını koruma içgüdüsüyle hareket edeceği için gerekli gördüğünde firara teşebbüs edebilen neferlere; geçmişçi, atalarının mirasını yaşatmak ve atalarının yaşadığı toprakları savunmak/ele geçirmek için savaşan ve gerekirse kendisini bu uğurda feda edebilecek neferlere; gelecekçi, kendisinin de içinde olduğu ordunun ülkü edinilen amaç uğruna hareket etmesini sağlayan, gerektiğinde kendisini bu uğurda feda edebilen ve savaş alanından kaçmaya çalışan kendi askerlerini caydırmak için (ve şimdicinin canını koruma içgüdüsünü kendi lehine kullanabilmek için) onları vurmaya kadar varabilecek düzeyde tedbir alabilen neferlere örnek olarak gösterilebilir. Bu tip hadiseler pek çok orduda yaşanmıştır, ancak burada verilen örnek sadece silahlı mücadele için değil mücadelenin her yöntemi için mecazi olarak da düşünülmelidir. Bu emirleri verebilenler ve uygulayabilenler, genelde uğruna mücadele edilen ülkü veya ideolojiyi temsil eden bireyler olmaktadır.

Farklı zaman algılarına sahip insanlar, birbirlerinin motivasyon kaynaklarını ve faaliyetlerini asla tam olarak benimseyemezler. Bir gelecekçinin, kurmayı hedeflediği kendince ideal olan düzen için çalışması veya bir geçmişçinin tarihle iç içe olan yaşamı bir şimdici tarafından asla idrak edilemez. Hatta bu durumdaki insanların özellikleri, toplum içerisinde genelde daha kalabalık kitleyi temsil eden egoist şimdiciler tarafından marjinal bulunur ve eleştirilir. Şimdicilerin çoğu zaman daha kalabalık olmalarının sebebi, etnosu koruyan diğerkâmların (altruistlerin) aldıkları riskler ve kendilerini feda etmeleri sebebiyle sayılarının ve toplum içerisindeki genetik temsillerinin hızla azalmasıdır. Diğerkâm nüfus azalırken, egoist şimdiciler nesil çoğaltmakla meşgul olurlar. Bu durum toplumu zaman içerisinde savunmasız hale getirir. İngiliz genetikçi Haldane’ye göre fikir ve bilim şehitlerinin, cesur savaşçıların, şairlerin ve sanatkârların genlerine müteakip nesillerde giderek daha az rastlanır.⁶ Azınlık durumuna düşen bu nitelikteki insanların sergilediği özellikler de toplumun ekseriyeti tarafından anlaşılmaz ve marjinal bulunur. Galip Erdem’in “Ülkücünün Çilesi” başlıklı yazısında geçen şu ifadeler, egoist şimdici kalabalık ile gelecekçi anlaşmazlığını güzel bir şekilde özetler: “Gün gelir, ecel hükmünü icra eder, ülkücü dünyasını değiştirir. ‘Kalabalık’ ona acır, daha iyi yaşamış olmasını temenni eder. Hâlbuki o, inançları uğrunda yaşamanın hazzını tadamadıkları için ömrü boyunca kalabalığa acımıştır.”

Son olarak “zamana kayıtsızlık” ise zamanla ilgilenmeyen insanların algısıdır. Bu insanlar zamanla ilgilenmezler, çünkü yaşamlarını devam ettirebilmek, geçimlerini sağlamak konusunda zamanla işleri yoktur. Bu tip insanlar toplum içerisinde genelde çok fark edilmezler, ancak etnogenez sürecinde toplum yaşlanıp yaşanılan coğrafyanın bir parçası haline gelmeye başlayınca hâkim bir grup olarak zaman algılarını topluma kabul ettirirler. Aslında bu kabul ettirmekten ziyade, diğerlerinin mücadelelerde erimesiyle toplum içerisinde zamana kayıtsız insanların çoğunlukta kalmasından kaynaklanır da denilebilir.

Türkiye’de, Türk milliyetçiliği ile ilgili birbirinin yerine kullanılan ve çok karıştırılan bazı kavramlar (Vatanseverlik, Milliyetçilik, Türkçülük, Pantürkizm, Turancılık vb.) bu zaman algılarıyla birlikte düşünüldüğünde bu karışıklıkların ortadan kalkmasına bir açıklama getirebilir. Yukarıdaki kavramlardan Türkçülük kanımızca diğerlerinin tamamını içermektedir. Lakin Türkçülerin tamamı aynı zaman algısına sahip değildir. Dolayısıyla bu ideolojiyi algılayış biçimleri farklıdır. Samimi olarak Türkçü olan bir bireyin zaman algısı “geçmişçi” veya “gelecekçi” olmalıdır. Bunlardan ilkinin oransal olarak ikincisinden fazla olduğu aşikârdır. Bu iki olasılığa göre; Türkçülerin, Türkçülük bağlamındaki hassasiyetleri (geçmişçi bölgesel milliyetçilik/Türkiyecilik- fütürist Pan-Türkçülük) farklılaşmaktadır. İkinci grupta yer alanların sayısı daha az olmasına rağmen, revizyonist yaklaşımları sebebiyle (Pan-Türkçülüğün veya herhangi bir gelecekçi hareketin, kitlesel bir harekete dönüşme yöntemi yukarıda sunulmuştur) toplum ve devlet tarafından marjinal ve uluslararası ilişkiler bağlamında tehdit olarak görüldükleri zamanlar olmaktadır. Ancak tıpkı diğerlerinde olduğu gibi gelecekçiler için de bu zaman algısı bir tercih değil biyokimyasal nöropsiko-fizyolojik sinir sistemlerinin bir ürünüdür.⁷

(1) Gumilev, L.N. (2001). Etnogenezis ve Yeryüzü Biyosferi: Kavimlerin Türeyişi ve Yeryüzü Üzerindeki Yaşam Bölgeleri. İstanbul: Ötüken Neşriyat, ss.516.
(2) Bu konuda Milli Devlet Gazetesi internet sitesinde yer alan “Etnik Dinlenmenin Sonu ve Türklüğün Yeniden Yükselişi” başlıklı yazıya bakınız.
(3) Gumilev, a.e,. ss.104
(4) A.e,. ss.105
(5) A.e., ss.515
(6) Gumilev, L.N. (2016). Etnogenez: Halkların Şekillenişi Yükseliş ve Düşüşleri. İstanbul: Selenge Yayınları, ss.172.
(7) A.e., ss.132.