Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

DÜŞÜK ŞİDDETLİ DEVRİM

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Türkiye’de içerisinden geçmekte olduğumuz siyasi ve sosyal durum, bundan yıllar önce, Durmuş Hocaoğlu tarafından “Düşük Şiddetli Devrim” olarak adlandırılan sosyolojik bir olgunun sonuçlarıdır. Günümüzün konjonktürünü anlamak ve geleceğe dönük çıkarımlarda bulunabilmek adına merhum Hocaoğlu’nun “Düşük Şiddetli Devrim: Bir İntelijansiya Kritiği” başlıklı kitabını ve bu konudaki çıkarımlarını kamuoyuna tekrar hatırlatmak yararlı olacaktır. Aşağıdaki satırlarda kitabın incelemesini, yazarın çıkarımlarını ve bu konulardaki değerlendirmelerimizi bulabilirsiniz:

Kültür ve medeniyetin ilerlemesinde toplum içerisindeki en büyük pay sahibi, o toplumun kendi içerisinden çıkarmış olduğu intelijansiyadır. İnkişaf halindeki bir medeniyette lokomotif rolünü üstlenen bu sınıf, medeniyetin duraklama ve çöküş evrelerinde ise en büyük ıstırapları çeken ve çoğu zaman da karşılaşılan krizden sorumlu tutulanlar topluluğudur.

Türkiye’nin 19. yüzyıldan günümüze kadar yaşamış ve yaşamakta olduğu krizlerde de benzer durumlarla karşılaşılmıştır. Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük ekseninde şekillenen kriz çözüm reçeteleri, yaklaşık iki asırdır birbirleriyle didişen, ancak Türk kültür ve medeniyetinin çöküş sürecini tersine çevirebilecek çözümleri de bulup tatbik edemeyen bir Türk intelijansiyasını ortaya çıkarmıştır. Durmuş Hocaoğlu’nun deyimiyle bu “yarı aydın” bir intelijansiyadır. Üretme kabiliyetini yitirmiş, yorgun ve çöküş sürecinde olan Türk medeniyeti (yazar Türk kültür ve medeniyetini, İslam medeniyeti çerçevesinde ele almaktadır) sebebiyle intelijansiya teşekkülünün bu şekilde gerçekleşmiş olması yazara göre doğal karşılanmalıdır. Hocaoğlu’nun, düşünce hayatı klasik “ilerleme” ve “gelişme” arketipleriyle şekillenmiş olan Türk okuyucuya, onu uyandırmak için bu eserinde atmış olduğu ilk tokat budur; “senin mensubu olduğun kültür ve medeniyet birkaç yüzyıldır çöküş sürecindedir ve isimlerini derin bir saygı, minnet ve çoğu zaman hayranlıkla zikrettiğin aydınlar; ancak çöküş sürecindeki bir medeniyetin çıkarabileceği, en büyük belirginlikleri derin bir felsefi sathilik olan yarı aydın bir intelijansiyaya hayat verebilmişlerdir.” İşte bu noktadan sonra okuyucu silkelenmekte ve düşüncelerine yön veren temel arketipler sarsılmaktadır. Hocaoğlu’nu daha iyi anlayabilmek adına, bu eserde Türk intelijansiyasının kritiğini okumadan önce İbni Haldun’un devlet ve asabiyet teorisini idrak edebilmek için Mukaddime adlı eserinin ve Türk etnosunun içerisinde bulunduğu evreyi idrak edebilmek için de Gumilev’in “Etnogenez: Halkların Şekillenişi Yükseliş ve Düşüşleri” başlıklı eserinin okunmasında yarar vardır. Aksi takdirde Hocaoğlu’nun kritiğini, aydınlara yöneltmiş olduğu en büyük eleştirisi olan düşüncedeki sathilik ile tecrübe etmek durumunda kalınabilir.

Eser, yazarın farklı zamanlarda kaleme alınmış ve farklı mecralarda yayımlanmış 11 makalesinin derlenmesinden oluşmaktadır. Kitabın sonunda ayrıca bir bibliyografya ve alfabetik indekse de yer verilmiştir. Makalelerin ele alınış sırası kronolojik değildir; sıralamanın belirlenmesinde daha çok konu akışının ve bütünlüğünün sağlanmaya çalışıldığı ve bunun büyük ölçüde gerçekleştirilebildiği söylenebilir. Buna göre öncelikle Türk intelijansiyasının mevcut durumuna şekil veren tarihi arka plan ele alınmış ve farklı dünya görüşündeki Türk aydınları arasındaki gerilim hatlarının tarihi referans noktaları açıklığa kavuşturulmuştur. “Türk Laisizmi” başlıklı birinci bölümün özellikle bu amaca hizmet ettiği söylenebilir.

Kitaba adını da veren “Düşük Şiddetli Devrim” başlıklı ikinci bölümde ise yazarın, Türk toplumunun sosyal değişme süreçlerini açıklamak için bazı sosyolojik tahlillere giriştiği ve düşüncelerini aktarabilmek için Türk müellifler tarafından kaleme alınan eserlerde sık karşılaşmadığımız bir şekilde terimler ürettiği görülmektedir. Örnek olarak Fizik ve Sosyoloji disiplinlerinden yola çıkılarak oluşturulan terimlerden sosyal atalet, sosyal momentum ve sosyal değişme vektörleri verilebilir. Sadece bu makale değil kitabın genelinde ele alınan tezler, gerçekleştirilen değerlendirmeler ve üretilen terimler göz önünde bulundurulduğunda özgün bir çalışma olduğu rahatlıkla söylenebilir. 1997’de kaleme alınan bu makalede, Türk toplumunun yaklaşık 40 yıldır düşük şiddetli bir devrim gerçekleştirdiği tezi işlenmektedir. Bu makaledeki öngörülerin önemli bir kısmının, makalenin yayımlanmasından sonraki 25 yılda da büyük ölçüde gerçekleştiği söylenebilir.

Kitabın belki de en önemli bölümü “Elitler ve Halk; Kültür ve Siyaset” başlıklı üçüncü bölümüdür. Bu bölümde, kitabın geri kalanında savunulan tezlerin temeli atılmakta, Türk toplumunun mevcut halini ortaya çıkaran şartlar tahlil edilmekte ve intelijansiya kritiğinin arka planı oluşturulmaktadır. İntelijansiya sınıflandırmasının ele alındığı satırlar ise esasında bir intelijansiya kritiği olan kitabın belki de en önemli satırlarını oluşturmaktadır. Gazali’nin tasnifine atıfla insanların zihni kabiliyet, kapasite ve potansiyellerine göre; avam (sıradan insanlar), havass (seçkinler) ve havassü’l-havass (seçkinlerin seçkini) şeklinde sınıflandırıldığı üzerinde durulmuştur. Buradaki değerlendirmelerde avamdan olan bir kişinin, entelektüel kapasitesi elverdiği halde entelektüel uğraşlarla profesyonel bir şekilde iştigal etmediği sürece “profesör” dahi olsa avam sınıfından kabul edilmesi gerektiği belirtilmektedir. Diğer yandan profesyonel bir şekilde iştigal etse dahi entelektüel kapasitesi bu uğraşa izin vermeyen bir felsefeci de yine aynı kategoriye dâhil edilmektedir. Gazali’nin ifadesiyle bu kişiler âlim sayılmakla beraber, avam tabiatlı kişilerdir. Kitabın içerisindeki diğer makaleler de bir bütün olarak değerlendirildiğinde (özellikle de 1., 6. ve 7. Bölümler) Türk intelijansiyasının büyük bir kısmının bu kategoride değerlendirildiği söylenebilir. Bu bölümdeki dikkat çekici bir diğer husus, yazarın tezlerini açıklayabilmek için yine terimler üretmiş olmasıdır.

Dördüncü bölüm “Yavaş Devrim ve Köylülerin Rolü” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde yazarın toplumsal değişme süreçlerinde köyün konumu üzerinde durduğu görülmektedir. Buna göre sosyal değişimler şehirlerden başlamakta ve en geç köye ulaşmaktadır. Toplum içerisinde daha önceden kabul görmüş her türlü gelenek ve düşünce için köy, bir “son kale” vazifesi görmektedir. Türkiye’deki “batılılaşma” hareketleri neticesinde İslam’ın ve geleneklerin şehirlerden köylere iltica ettiği ve köylerde son bir direnek noktası bulduğu tezi bu bölümün ana temasını oluşturmaktadır. Ancak köyde mevzi bulan İslam, yazara göre yeni bir Müslümanlık tipi ortaya çıkarmıştır; “köylü Müslümanlığı”. Köylülüğün bütün karakteristik özelliklerini taşıyan bu “Müslümanlık”, ilmi, felsefesi ve estetiği olmayan; sorunlar karşısında habersiz ve sorular karşısında cevapsız, dinamizmini ve üretkenliğini kaybetmiş bir Müslümanlıktır. Ancak yazar bu Müslümanlığın köyde tutunduktan sonra iç hareketlilik ile şehirlere geri taşındığını ve yavaş bir devrimi gerçekleştirmekte olduğunu ifade etmektedir. Kitabın ana konusu olan “düşük şiddetli devrim” işte bu devrimdir. Yazar, bu devrim hareketinin başarılı olabilmek için şehirlileşmesi ve kendi intelijansiyasını yaratması gerektiğini düşünmektedir. Zira bu hareket, intelijansiyası olmayan bir hareket olarak cereyan etmektedir.

Milli Mutabakat Çerçevesinde Sünnilik ve Alevilik” başlıklı beşinci bölüm, Türk toplumu içerisinde çatlaklar oluşturan din ile ilgili ayrılık noktalarına temas etmektedir. Yazar, bu ayrılığın tarihi ve sosyolojik kökenleri üzerinde durduktan sonra çözüm önerisi olarak “Milli Sekülerizm”i sunmuş ve bu bağlamda bir milli mutabakat sağlanması üzerinde durmuştur.

Türk Aydınında Felsefi Zafiyetin Temelleri – 1 (Türk Solu)” ve “Türk Aydınında Felsefi Zafiyetin Temelleri – 2 (Türk Sağı)” başlıklı altıncı ve yedinci bölümler ise kitabın intelijansiya kritiği bölümlerini oluşturmaktadır. Türk solu ve Türk sağının oluşum süreçlerinin ele alındığı kısımlardan sonra; Türk solunu “dogmatizm”, “fikri otoriteryenlik”, “skolastisizm”, “jakobenlik” ve “despotik aydın elitizmi” gibi özellikleriyle eleştirmekte ve bu özelliklerin aydınların düşünce üretme süreçleri üzerindeki olumsuz etkileri üzerinde durmaktadır. Türk sağı için getirdiği eleştiriler de bunlarla benzerdir. “Otoriteryenlik”, “mutlak hakikat algısı” ve “jakobenlik” tefekkürün ve felsefenin önündeki en büyük engeller olarak sunulmuştur. Türk intelijansiyasına “yarı aydın” sıfatını kazandıran işte bu özellikleridir.

Sekizinci bölüm “Demokrasi, İslam ve Anti Demokrat Radikal Sağ İntelijansiya Üzerine Bir Analiz” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde radikal sağ intelijansiyanın, demokrasiye yönelik endişeleri konu edilmiştir.

Kitabın son üç bölümü, öncekilere nazaran genelde daha kısa, ancak konuları tamamlayıcı nitelikteki makalelerden oluşmaktadır. Bu bağlamda “Sol İntelijansiya ve Sol Siyaset Üzerine Sağ’dan Sol’a Bir Kritik Denemesi” başlıklı dokuzuncu bölümde, öncekileri tamamlayıcı analizler ele alınmış; “Bir Entelektüel Despotizmi: Kameralizm” başlıklı onuncu bölümün konulma sebebi ise büyük ihtimalle önceki bölümlerde intelijansiyaya getirilen “jakobenlik” eleştirisinin daha anlaşılır kılınması olmuştur. Toplumsal değişme süreçlerinin yukarıdan dayatmalarla gerçekleştirilmesi anlayışını tanımlamak için “entelektüel despotizm” olarak da tarif edilen “kameralizm” burada irdelenmiştir. “Toplumsal Değişme Vektörü ve Jakoben Elitizm’in Sonu” başlıklı bölüm de “kameralizm” konusunu tamamlamakta ve “düşük şiddetli devrim”in Türkiye’deki jakoben yaklaşımları ortadan kaldırmaya başladığı bir sürecin içerisinde olduğu yönünde değerlendirmelerde bulunulmaktadır.

Türkiye’deki toplumsal değişme süreçlerinin tarihi, sosyolojik ve ideolojik boyutlarıyla idrak edilmesi açısından Durmuş Hocaoğlu’nun bu eserinin derli toplu bir sunum yaptığı söylenebilir. Değişim süreçlerinde Türk intelijansiyasının konumunun tespit edilmesi ve getirilen eleştiriler, özellikle genç kuşaklar açısından büyük önem arz etmektedir. Zira kitlelere verilen genel eğitim ve kültürleme süreçleri, büyük ölçüde “ilerleme” ve “gelişme” arketipleri tarafından şekillendirilen bir düşünce dünyası yaratmaktadır. Dünya genelinde yaşanan gelişmelerle birlikte teknosferin de gelişmesi, bu “ilerleme” arketipini hatalı bir şekilde beslemekte ve büyütmektedir. Bu durum ise Türk kültür ve uygarlığının, medeniyetler ligindeki konumunun genelde yanlış bir şekilde işaretlenmesine sebep olmaktadır. Türk kültür ve uygarlığı, elbette yüzyıl öncesine göre daha gelişmiştir. Ancak bir uygarlığı yalnızca kendi referans noktalarına göre sübjektif bir şekilde değerlendirmekle; objektif kriterlerin ve referans sisteminin kullanıldığı diğer uygarlıklara göre konumunu belirlemek arasında önemli bir fark vardır. Türk kültür ve uygarlığının içerisinde bulunduğu konumun, açık ve eleştirel bir yaklaşımla tespit edilmesi ve Türk intelijansiyasının taşıdığı vasıfların açık yüreklilikle dillendirilmiş olması bu eseri kıymetli kılan en önemli özelliğidir. Son söz olarak sosyoloji ile ilgili terimlere aşina olmayan okuyucunun öncelikle giriş düzeyinde sosyoloji okumaları yapması önerilebilir.

 

Düşük Şiddetli Devrim Bir Entelijansiya Kritiği

Durmuş HOCAOĞLU

KOCAV Yayınları, İstanbul, 2015, 320 Sayfa, ISBN: 978-605-60707-9-2