Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

Uluslararası Türk Akademisi ve Ortak Türk Tarih

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Bu hafta merhum İsmail Gaspıralı’nın (d. 20 Mart 1851-ö. 24 Eylül 1914) ebediyete intikal edişinin 104. yıldönümü geride bırakılıyor. “Dilde, fikirde, işte birlik” şiarı ile giriştiği mücadelede tüm Türk dünyasının dimağına yerleşmiş olan ve ‘birlik’ yolundaki reçeteyi sunan değerli eğitimci İsmail Gaspıralı’nın tarihteki yerini, her geçen yıl daha iyi idrak edebileceğimiz gelişmeleri tecrübe ediyoruz.

Gaspıralı’nın Rusya egemenliğinde kalan kayıp vatanlarda yürüttüğü eğitim seferberliği; Usul-i Cedit hareketi ile Rusya’da yaşayan Türklerin eğitimi ve Tercüman gazetesi ile Türk lehçelerinin birbiriyle asgari düzeyde de olsa anlaşabileceği ortak dilin tesisi üzerine odaklanmış ve 20. yüzyılın başlarında da büyük ölçüde başarıya ulaşmıştı. İletişim ve ulaşım teknolojilerinin günümüzdeki kadar gelişmediği bir dönemde İsmail Bey’in sergilediği başarı takdire şayandır. Zira kendisinden yaklaşık yarım asır önce Napolyon’un ordularının, kendisinden yarım asır sonra da Hitler’in ordularının ölçü birimlerini işletemediği geniş bir coğrafyada kültürel bir hareket vücuda getirmiştir. Kuşkusuz bu mücadelesinde her zaman tek başına değildi, ancak çoğu zaman tek başınaydı. Mücadele yürüttüğü sahalar ise öncelikli olarak esir Türk yurtlarıydı.

Günümüzde Türk dünyası, bir asır öncesine göre siyasi açıdan çok daha iyi bir durumdadır. Rusya egemenliğindeki Türkistan ve Kafkasya’da bağımsız Türk devletleri varlık sergilemektedir. Ancak kültürel çalışmalarda, nicelik olarak bir artış dikkat çekse de; idealizmini ve dolayısıyla niteliğini yitirmişlik de bir o kadar kuvvetlidir. Bugün Türk dünyası, yedi bağımsız devlet ve en prestijlileri Türk Konseyi olan çok sayıda devlet üstü kurum ve kuruluşa sahiptir. Türk ülkeleri arasındaki işbirliğinin kurumsallaşması Sovyet devletinin dağılmasının hemen akabinde başlamış ve halen devam etmektedir. Ancak dikkat çeken bu ‘büyük’ atılımlar ve kurumsallaşmaya rağmen hala dilde ve fikirde birliği sağlayacak kültürel çalışmaların hak ettiği önem ve hassasiyeti görmekten uzak olduğu tecrübe edilmektedir. En basitinden Türk dünyası çocuklarının ve gençlerinin ortak geçmişlerini zihinlerinde yapılandırmaları amacıyla, Uluslararası Türk Akademisi tarafından geliştirilmeye çalışılan Ortak Türk Tarihi dersi, geçen yıllara rağmen hala ders programlarına tatbik edilememiştir. Son birkaç yıldır basında çıkan “Ortak Türk Tarihi ders kitabı hazır”, “bu yıl Türk dünyasının ortak tarihi okutulacak” gibi haberlere rağmen henüz bu dersler yürürlüğe konulamamıştır. Bunun önündeki engel nedir? Bu soruyu cevaplayabilecek olanlar ancak bu işle iştigal eden bürokrasi kadroları olacaktır. Bu soruyu bir yana bıraktığımızda, daha önemli bir başka sorunla yüz yüze geliyoruz. Ortak Türk Tarihi dersinin hazırlanması ve okutulması hususunda Türk dünyası eğitimcilerinin genel görüşü nedir? Bu işin içerisindeki arz ve talepleri nasıldır? Kısaca cevaplamak gerekirse “kayıtsızlık” boyutundadır. Bu kayıtsızlığın, Türk dünyası eğitimcilerinin vurdumduymazlığından ziyade, bu tip projeleri bürokrasi koridorlarında hazırlayan kurumların tabana sirayet edememesinden kaynaklandığı söylenebilir. Araya giren yüzlerce yılın ve binlerce kilometrenin inşa ettiği müstakil tarih ve kimlik şuuru, ‘genel kitle’yi “Ortak Türk Tarihi”ni talep etmeyecek/edemeyecek bir vaziyete evirmiştir. Bu durumda Uluslararası Türk Akademisi’nin, Türk dünyası açısından gerçekten hayati öneme sahip olan ortak tarih, coğrafya ve edebiyat dersleri ile ilgili projelerini Türk dünyası eğitimcilerine açması, çalışmalarını en azından duyurması ve mümkünse Türk dünyası eğitimcilerini böyle tarihi bir görevde paydaş kılması gerekmektedir.

Ortak Türk tarihi yazılmadan, Türk topluluklarının etnopedagojisi araştırılmadan, devlet (veya ulus) üstü kimliklerin inşasında uygulanan eğitim faaliyetlerinin dayandığı çağdaş bilimsel paradigmalar ve kuramlar tetkik edilmeden, Türk tarihi ve coğrafyası gibi her boyutuyla genişlik arz eden konulara ilişkin kazanımların yapılandırılmasında kullanılacak çağdaş ve hatta özgün pedagojik tedbirler inşa edilmeden Ortak Türk Tarihi ve diğer derslerin nihayete erecek şekilde öğretiminin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Tüm bunları yapmak tek başına Uluslararası Türk Akademisi’nin de görevi değildir. Bu görev Türk’ün yaşadığı her coğrafyada,  eğitimcilere ve ilgili disiplinlerin alan uzmanlarına düşen bir görevdir. Bunun için tüm Türk dünyası eğitimcilerini işe koşacak tedbirleri almak ise kesinlikle Uluslararası Türk Akademisi’nin görevidir.

Hayati öneme sahip bu tip bir projede, örneğin tüm Türk dünyası eğitimcilerine ve tarihçilerine açık uluslararası bir sempozyum düzenlenmeden, ortak aklı işletecek tedbirleri almadan “ben yaptım, oldu” deme lüksü kimsenin haddine değildir. Büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün benzer bir konuda, Türk Tarihi’nin yazımı ile ilgili beğenmediği bir çalışma için zikrettiği “Sümmettedarik bir eser vücuda getirerek ferdasında nadim olmaktan ise hiçbir eser vücuda getirmemek aczini itiraf etmek evladır.” sözü, bu konuda çalışanları tedbire sevk etmelidir.

Türk fikir hayatında, Gaspıralı’nın işaret ettiği ‘birlik’ ruhunu güçlendirecek önemli atılımlara işaret eden bu projeler, Türk dünyası için çok gecikmiş ve değerli olan projelerdir. Bu sebeple bürokrasiye, kapalı kapılar ardına ve kişisel çalışmalara emanet edilemeyecek kadar hayatidir. Türk Akademisi’nin bu konularda tedbir alması elzemdir. İlk akla gelen ve böyle bir projede eksikliği asla kabul edilemeyecek olan tedbirlerden biri olarak “Uluslararası Ortak Türk Tarihi Sempozyumu” ve “Uluslararası Ortak Türk Tarihi’nin Öğretimi Sempozyumu” düzenlenmelidir. Aynı çalışmalar Sosyal Bilgiler, Coğrafya ve Edebiyat dersleri için de yapılabilir. 

Türk olarak hepimiz biliriz ve kanıksarız; “Kervan yolda dizilir…”. Lakin her menzilde birer ikişer eksiliriz. Kabahat sesini duyurmayan tellallarda mıdır? Yoksa duymayan yoldaşlarda mı?

Veyahut kervan noksan olduktan sonra bunun kıymeti var mıdır?