Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

Türkçülük

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Türkçülük bir ilerleme ve kavuşma hareketidir. Zamansal ve mekânsal hinterlandı çok geniş olan bir milletin, kaybettiklerini tekrar elde etme ve uygarlık ligindeki konumunu yükseltmek için verdiği uğraşın adıdır.

Yeryüzündeki tüm kadim milletler içerisinde, hareketlilik bakımından Türklerin eline su dökebilecek bir başka millet daha bulunmamaktadır. Almanya’nın güneyinden doğan ‘Tuna’yı, Güney Bulgaristan’dan doğan ‘Arda’yı, Doğu Anadolu’dan doğan ‘Zap’ı ve ‘Fırat’ı, Valday tepelerinden doğan ‘İtil’i aynı anda kültüründe, halk müziğinde muhafaza eden bir milletten daha bahsedemeyiz. Her ne kadar modern insanın Afrika’dan çıkıp tüm kıtalara yayıldığını göz önünde bulundurmak gerekirse de; milletlerin ve devletlerin teşekkül ettiği son birkaç binyılda Türkler kadar yeryüzünü manevra sahası yapmış bir başka millet daha bulunmamaktadır. Bu hareketlilik, Türk tarihinin geniş bir coğrafya içerisinde zuhur etmesine sebep olduğu gibi Türk topluluklarının da bu geniş coğrafya içerisinde pek çok bölgeye dağılmasına sebep olmuştur. Bu topluluklar, içerisine girdikleri yeni coğrafyalarda farklı kültürler ile temas kurmuş; bazıları bu temaslar neticesinde kültürel olarak kaybolmuş, bazıları yeni sentez kültürler meydana getirmiş, bazıları da külliyen yok olmuştur.

Çin’in kuzeybatısındaki Doğu Türkistan’dan, Osmanlı’nın Avrupa’daki ileri karakollarına ev sahipliği yapmış olan Balkanlara ve Doğu Avrupa’ya; Karadeniz’in kuzeyinde Kırım’dan, güneyde Lazkiye, Halep ve Kerkük hattına; Sibirya içlerinden Güney İran’a kadar uzanan bir coğrafyada Türklerin ve Türk kültürünün varlığından bahsedilebilir. Bu saydığımız coğrafyalar, Türklerin son bin yıllık macerasından arda kalan bakiyelerin, kimisi taarruz altında, kimisi uyku halinde olan korunakları ve direnek noktalarıdır. Direnek noktaları diyoruz, çünkü Türk uygarlığı asırlardır süren kültürel ve ilmi bir yozlaşmanın, gerilemenin içerisinde yeniden dirilişi ararken; varlığını muhafaza etmek ve eski günlerine dönmek için sürekli bir mücadelenin içerisindedir. Aydınlanma Çağı’nın sunduğu kültürel, bilimsel ve teknolojik ‘ilerleme’ arketipi, Türk sosyal psikolojisini de derinden etkilemiştir. Ancak buna rağmen, aydın kesim, Türk uygarlığının içerisinde bulunduğu çıkmazların ve kısırlığın farkındadır. Bu yönüyle Türkçülük, Türk milletini ve uygarlığını her zaman yükseltmeyi hedefleyen bir hareketin adıdır.

Geniş coğrafyaya yayılan ve müstakil kültürel evrim örnekleriyle yüzlerce, binlerce yıl içerisinde bulundukları mahallerde muhtariyet sergileyecek kültür havzaları meydana getiren Türk toplulukları, kültürel olarak büyük ölçüde birbirinden kopmuştur. Elbette, Arap topluluklarından sonra, ortak kültürel unsurların varlığı bakımından Türk toplulukları ikinci sırada gelmektedir. Ancak bağıl kriterlere dayalı bu değerlendirmeler kimseyi yanıltmamalıdır. Özellikle bazı Türk toplulukları, kültürel olarak birbirinden oldukça uzaklaşmıştır. Bu meseleyi açık yüreklilikle kabul etmeden, teşhisini sıhhatli bir şekilde koymadan, hiçbir sorunun çözülemeyeceğini akılda tutmakta yarar var. Romantik hisler ve hamaset, elbette ruhları okşar, ancak sorunlar akıl ile çözülür. İşte Türkçülük, bu sorunlara aradığı çözümlerle esasında bir kavuşma hareketinin de adıdır.

Yukarıda sayılan uçsuz bucaksız coğrafyalara yayılan ve birbirinden kopuk kültür havzalarına vücut veren Türk toplulukları, tarihsel süreç içerisinde pek çok dış tehdit ile yüzleşmişlerdir. Kafkasya ve Batı Türkistan Rus işgalini yaşarken, Doğu Türkistan Çin zulmü altında kalmıştır ve kalmaya devam etmektedir. Batı ve Doğu Türkmeneli, Baas yönetimleri tarafından ezilirken; Güney Azerbaycan Fars zincirleriyle sarılıdır. Balkanlar, siyaset ve demografi açısından kaybedilmiş bir Türk vatanına ev sahipliği yapmaktadır. Anadolu, yaklaşık yüz yıl önce büyük ve özverili bir İstiklal Harbi ile ancak kurtulmuştur. İşte bu hal içerisinde, yaklaşık yüz elli yıl önce Türkçülük düşüncesi, birkaç merkezden birden filizlenmiş ve adeta birbiriyle kavuşmaya çalışan hareketlere ev sahipliği yapmıştır. Türkçülüğün doğuşu, bir merkezden başlayıp sonra diğer Türk yurtlarına sirayet şeklinde olmamıştır. Birden fazla merkezde neredeyse eş zamanlı olarak doğmuş ve hem mahalli hem de bölgesel kurtuluş ve işbirliği çareleri aramıştır. Yaklaşık yüz yıl önce Anadolu’da varlık mücadelesi veren Türklük ile eş zamanlı olarak, Kafkasya’da Azerbaycan Türkleri, Türkistan’da Ceditçiler, Başkurdistan’da Başkurtlar bağımsızlık bayraklarını açmak üzere isyan ateşini yakmışlardır. Mahalli mikro milliyetçi hareketleri saymazsak, bu hareketlerin tamamı Pantürkist eğilimler taşımaktadır. Amaçları, bulundukları mahalde bağımsızlığı sağlamak ve büyük Türk birliğini kurmaktır. Bu hareketlerden önce ve sonra bireysel olarak Mehmet Emin Resulzade, Rızaeddin Fahreddin, İsmail Gaspıralı, Hasanbey Zerdabi, Ziya Gökalp ve diğerlerinin; kurumsal olarak İttihat ve Terakki (1889-Türkiye), Müsavat (1911-Azerbaycan), Alaş (1912-Türkistan) vd. fırkaların amacı, birbirinden ayrı düşmüş Türk topluluklarının kucaklaşması ve bağımsız bir şekilde barış içerisinde yaşamalarıdır. İşte Türkçülük bu yönüyle bir kavuşma hareketidir.

Türkçülüğün temel itki kuvvetleri bilim, kültür ve eğitimdir. Merhum Gaspıralı, bunun en parlak örneklerini sergileyerek tüm Türk Dünyası’na bir reçete sunmuştur. Siyaset, Türkçülüğün amacı ve aracı olmayıp; bilim, kültür ve eğitim çalışmalarının son kertedeki meyvelerinin şekillendireceği bütün bir içtimai hayatın basit bir parçasından ibarettir. Bu açıdan, hareketin hüviyetini siyaset gibi araçsal mahiyet taşıyan dar bir kafes içerisine hapsetmek, onu ‘ilerleme’ ve ‘kavuşma’ ideallerinden koparmak olacaktır. Zira ilerlemeyi ve kavuşmayı mümkün kılacak nadir cevherler bilim, kültür ve eğitim çalışmalarının içerisinde mahfuzdur. Bu idrakin güçleneceği nice 3 Mayıs’lara, tüm Türkçülerin günü kutlu olsun.