İletişim: omurpasha@hotmail.com
Yaklaşık 150 yıllık bir geçmişe sahip olan Türkçülük düşünce sistemi, mazide sergilediği aksiyoner ve işlevsel niteliklerin aksine; günümüzde, nitelikli üretimden yoksun bir halde birbirini doğuran sorunların yarattığı bir ‘kısırlık’ devrinden geçmektedir. Tarihi süreçte bizzat kendisinin üretmiş olduğu milli değerler, olgular ve kavramlar, adeta bir ‘tüketim çılgınlığı’ içerisinde öğütülmekte ve harcanmaktadır.
Milli olan her ne varsa, nitelik açısından içi boşaltılmakta ve nicelik açısından hunharca kullanılmaktadır. Bahsettiğimiz husus, Türkçülüğün içerisine sirayet etmiş, adeta kanserli hücreler gibi çoğalan, ‘hamaset sorunu’dur. Hamaset dili, bu fikir sistemini içten içe kemirmekte ve Türkçülüğe ait olan ne varsa, onu yerine geri konması güç bir şekilde tüketmektedir.
Pancermenizm, Panslavizm, Panarabizm, Panislamizm veya herhangi bir düşünce akımının(1) kitleye hitap etmesi, onlarca veya yüzlerce yıl alır. Bu durum fikir akımı ve hitap ettiği kitle yaşadıkça devam eder. Toplumsal değişimler ve dönüşümler, beraberinde reaksiyon gösteren fikir akımlarını getirir ve bu süreç karşılıklı bir şekilde işler. Değişime uygun şekilde hitabetini ve üretimini sürdüren fikir akımı, toplum ile birlikte yaşamaya devam eder. Bu hitabet, her dönem aynı ton ve içerik ile gerçekleşmez. İnsanın bireysel tecrübelerini aşan ve onlarca, yüzlerce yıla yayılan bu hitabet olgusu; daha anlaşılır olması açısından bir derste kullanılan öğretim ilke, yöntem ve tekniklerine benzeterek incelenebilir. Öğretmen, derse girdiği sınıfta her konuda aynı öğretim yöntem ve tekniklerini uygulamaz. Konunun mahiyetine göre bir veya birden fazla yöntem ve tekniği tercih etmek durumunda kalabilir. Hatta tek bir tekniğin içerisinde dahi farklı tedbirlere başvurabilir. Konunun önemini hissettirmek için veya konuya farkındalık yaratmak için ‘dikkat çekme’ prensiplerini işe koşabilir. Örneğin, en basitinden dikkat çekmek için, heyecan yaratmak için bazı noktalarda sesini yükseltip, alçaltabilir. Dersin başında dikkat çekerken, ortasında öğretimsel hedeflere ulaştıracak yöntem ve tekniklere başvurur. İşte bu aşama öğretimin, üretimin gerçekleştiği esas aşamadır. Dersin sonunda ise öğretim uygulamalarının etkililiği ve verimliliğini yoklayacak çalışmaları icra eder. Eksiklikler tespit edilir ve sonraki derslerde bu noksanlıklar farklı tedbirlerle giderilir. Bu her derste üzerine yeni eğitsel hedefler koyulacak şekilde devam eder. İşte her türlü düşünce akımı da esasında, burada benzettiğimiz şekliyle millet okulunda aynı görevi icra eder. Başarılı milletleşme süreçlerini başlatan ve yöneten fikir akımları bahis konusu olduğunda bu husus kesinlikle böyledir.
Pekâlâ, yukarıda bahsedilen sınıf benzetmesinde, öğretmenin ilk birkaç verimli dersin ardından, diğer derslerde hep dikkat çekme aşamasında kaldığını, sürekli öğrencilerin dikkatini belirli bir konuya toparlamalarını sağlamak üzere mesai harcadığını, öğrencilerin dikkatini çekmek için sürekli sesini yükselterek konuştuğunu ama esas konuyu öğretme ve üretme işine bir türlü geçemediğini düşünürsek, bütün bir öğretim sürecinde ulaşılması gereken hedeflere ulaşması mümkün müdür? Elbette mümkün değildir. Hatta bir süre sonra yükselttiği ses dahi, öğrenciler tarafından kanıksanacak ve yaratması gereken etkiyi yaratmayacaktır. Yani yükselttiği ses dikkat çekmeyecektir. İşte, 150 yıl önce millet okulunu açan ve eğitime başlayan Türkçülüğün karşı karşıya olduğu hamaset sorunu da tam olarak bu benzetmeye uymaktadır. Milletleşme süreçlerini başlatan her türlü fikir akımı, hamasi söylemlerin renk verdiği coşkulu bir dönemi kullanarak işe başlar. İdealizmi ve millet olma farkındalığını aşılayan bu süreç, mümkün olan her kanaldan topluma enjekte edilir. Milli tarih anlatılarının başlangıç dönemlerinde şekillenen ‘romantik tarih anlatısı’ da bu sürecin bir ürünüdür. Türkçülük düşüncesi de başlangıçta bu ‘dikkat çekme’ ve ‘heyecan uyandırma’ evresini başarılı bir şekilde inşa etmiştir. Türkçülüğün başlangıçta başarılı bir şekilde ürettiği bu milli değer, olgu ve kavramlar; sonraki on yıllarda yine sadece ‘dikkat çekme’ amacıyla ‘yüksek sesle’ tekrar edilmiştir. Kuşaklar değişmiş ama bu uygulama değişmemiş, hatta her gelen sesini biraz daha yükselterek millet okulunun algı eşiğini yükseltmiştir. Onlar seslerini yükseltip bağırarak konuştukça, dinleyenlerin duyma eşiği de yükselmiş ve dikkat çekilmeye çalışılan konunun ‘öğretimine’ bir türlü başlanamamıştır. Hamasetin, Türkçülüğe yaptığı tam olarak budur.
Dolayısıyla günümüzün en önemli sorunlarından birisi olan ‘hamaset’ ile mücadele, Türkçülüğün gündeme aldığı mevzuların başında gelmelidir. İçi boş bir gürültü, içi boş bir kahramanlık (heroism) söylemi yalnızca milli değer ve söylemlerin tüketimine sebep olmaktadır. Başlangıçta başarılı bir şekilde üretilen kavramlar, söylemler, olgular, olaylar, kurumlar ve kişiler hunharca harcanmakta ve tüketilmekte, yerlerine yenileri konulamamaktadır. Türkçülüğün, bu hususta tedbir alma konusunda en azından şu ana kadar başarısız olduğu söylenebilir. Zira değer üretme konusunda oldukça kısır bir döngü içerisine girilmiş durumda olup; mevcut değerler konusunda ise günümüzün popüler deyişlerinden birine uygun vaziyette ‘tüketim çılgınlığı’na düşmüştür. Milli, kahraman ve kahramanlığa ait değer ve söylemler bu kadar ucuza tüketilmemelidir. Zira ‘bedelsiz’ gibi görünen bu harcamaların maliyeti çok ağır boyutlara ulaşabilir.
Çağdaş devletlerin günümüzdeki vatandaşlık yeterlilikleri içerisinde yer alan ve öğretim programlarının omurgasını oluşturan eleştirel düşünme becerisi, hamasi söylemleri besleyen ‘romantik tarih anlatısı’nı artık yegâneler vasfından sıyrılmaya zorlamıştır. Eleştirel düşünme becerisini geliştirmiş bir birey için salt romantik anlayışla inşa edilmiş tarih metinleri veya milliyete ait hamaset söylemleri gülünç bir hal dahi alabilmektedir. Romantik tarih anlatısı ve coşkulu, renkli hamasi söylemler, milletin ilk inşa döneminde kullanılan ve farkındalık yaratma vazifesi gören etkili dil unsurlarıydı. Ancak bu unsurlar, vazifelerini 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk yarısında başarıyla tamamlamıştır. Bundan sonra yeni değer üretme amacı gütmeden kullanımında ısrar edilmesi, faydasız faaliyet dizilerinden başka bir şey ortaya koyamayacaktır. Bugünün dili, Türklüğü ve Türk kültürü ile ilgili her türlü atılımı yapma konusunda felsefe ve bilimden referans almak mecburiyetindedir. Türklüğü ve Türk milletini geliştirmek ve ileriye götürmek arzusundaki Türkçülüğün inkişafı ancak bu hal ve vaziyette mümkün olabilir.
Türkçülük bu krizi aşacak tedbirleri üretmek zorundadır. Bunun için ise fikirsel bir devrim ve dönüşüm gereklidir. Bu fikirsel devrimi tetikleyecek ve idame ettirecek unsurların başında okumak eylemi ve okunanlar üzerine öznel bir bilgi yapılandırmasını mümkün kılan tefekkür gelmektedir. Genç nesil bu konuda ümit var olunması gerektiğini gösterecek bir faaliyet içerisindedir. Lakin burada kılavuzluk edenler (eğer kılavuzluk vazifelerine itibar ediliyorsa), bir yığın hamasi eserin bataklığa çevirdiği ortamda; gençleri kuru hamasetten uzak tutarak çağdaş düşüncenin temellerini oluşturan felsefe okullarını; çağdaş bilimin dayandığı muhtelif bilim paradigmalarını, Türkçülük düşünce sisteminin temel esasları ve çağdaş diğer fikir akımlarını idrak edebilecekleri ve bunlar üzerine özgün yorumlar inşa edebilecekleri okumalara yönlendirmeliler. En başta da kendileri bu okuma ve tefekkür sürecini gerçekleştirmelilerdir. Türkçülüğün, bu dili ve kısır döngüyü yenmek için günümüzdeki faaliyetlerini ayakta tutan payandalar bu unsurlar olmalıdır. Din ve inanç ile ilgili mevzular üzerine gerçekleştirilecek tefekkür, birey ile yaratıcı arasındaki hususi bir alana işaret ettiğinden dışarıdan empoze edilmesi fikri, doğal olarak her zaman sıcak karşılanmayabilir. Lakin büyük çoğunluğu Müslüman olan bir mahalde, en azından İslam dininin sosyal yönü ile ilgili olarak görev edinilebilir. Aklın kullanımı ve bilimsel bilgiye yaklaşımın sağlıklı şekillendirilmesi açısından, Türk tarihinde güçlü referanslara sahip olan Maturidi bu hususta yol gösterici olabilir. Aksi takdirde bilimsel bilginin ve felsefi düşüncenin gelişimine ket vuracak bir itikadi anlayışın, Türkçülüğün gelişimine de ket vuracağı aşikârdır.
Bir asır önce Türkçülük doğrultusunda fikir üretimi yapan kadrolar, kendi çağları açısından bu sayılan meziyetlere en az bu düzeyde sahiplerdi. Günümüzde de okuma alışkanlıkları bu yönde tekâmül sergileyen gençler yok değil, fakat bu niteliktekilerin bahsi geçen düşünce devrimini gerçekleştirmeye kâfi gelecek bir niceliğe ulaşması için sistemli bir tedbirler silsilesine ihtiyaç olduğu aşikârdır.
Günümüzde safiyane düşüncelerle bu uğurda çaba sarf edebilecek bireylerin sayısı çoktur; ancak az sayıdaki desteksiz girişimin dışında tedbirler silsilesini külliyen yönetecek bir sistem ve organizasyon eksikliği dikkat çekmektedir. Yeni değer üretmeden gerçekleştirilen her türlü ‘hamaset’, önceden üretilen değeri tüketmektir. Bu ise faydadan çok zarar verir. Bu durumda, kayıtsız kalıp, kılını kıpırdatmayan vatandaşın Türkçülüğe verdiği zararın, hamaset yapan ‘Türkçü’nün verdiği zarardan daha az olduğu söylenebilir. Zira ilki, en azından var olanı tüketmemektedir.
(1) Türkçülüğün de bir “pan” (birleştirici, bütünleştirici) hareket olması münasebetiyle pan hareketler örnek olarak sunulmuştur. Türkiye’de “Türkçülük” olarak isimlendirilen bu fikir akımı, uluslararası yayınlarda “Pantürkizm” ve “Panturanizm” olarak geçmektedir. Türkiye’deki yaygın kullanımı sebebiyle metinde “Türkçülük” tabiri tercih edilmiştir.