İletişim: omurpasha@hotmail.com
Dünya, tarihi örneklerine nazaran oldukça hızlı bir değişim süreci sergilemektedir. Avrupa Komisyonu’nun hazırladığı “2025’de Dünya” başlıklı çalışmaya göre; 2025’e kadar Dünya nüfusu aşağı yukarı 8 milyara yükselecektir. Bu artışın %97’si ise Asya ve Afrika’nın gelişmekte olan ülkelerinde gerçekleşecektir. Kitaplardan tarih olarak okuduğumuz büyük olay ve olguların bir benzeri kapıya dayanmış durumdadır. Avrupa Birliği’nde yaşayan nüfus, 2025’in dünyasında genel toplamın ancak %6,5’i olacaktır. Yine aynı öngörülere göre 2025 yılında Asya ülkelerinin toplam üretim kabiliyeti, Avrupa ve Kuzey Amerika’dan teşkil Atlantik bloğunu geçmiş olacaktır.(1) Yani kısacası Antik Dünya’nın iktisadi düzenini sergileyen portre, Modern Dünya’da tekrardan sergilenmek üzere hazırlık safhasındadır. Asya’nın artan üretimi ve özellikle enerji kaynakları yine büyük ölçüde deniz yolları ile diğer coğrafyalara taşınacaktır. Türkistan coğrafyasının ise açık denize ulaşabileceği en yakın coğrafya yine geçmişte olduğu gibi Karadeniz ticaret sahasıdır. Zira tarihte de Türkistan’dan Anadolu’ya sokulan Oğuzların izlediği fetih siyasetini şekillendiren yegâne unsur İpek Yolu olmuştur. Özellikle Sultan II. Mehmet’in izlediği fetih politikası bu hususta bize önemli ipuçları verecektir; İstanbul (M.s. 1453), Trabzon (M.s. 1461), Kırım (M.s.1475) ve Ege adaları gibi fetih yurtlarının tümü ticaret yolları üzerinde yer alan önemli durak noktalarıdır. Trabzon limanı ve daha kuzeyde Batum, Soçi limanları 2025 ve sonrasında çok daha büyük bir ticarete ev sahipliği yapmak için aday durak noktalarıdır. Bu bağlamda Trabzon limanının önemini arttırabilmek adına lojistik altyapının geliştirilmesi şarttır. Bu hususun gerekliliği Kemal Üçüncü tarafından ayrıntılı şekilde ele alınmıştır.(2) Burada ise meselenin farklı bir noktasına değinilecektir. Türkistan coğrafyasının genel iktisadi düzeninin bozulmasına bağlı olarak yitirdiği işbirliği ve kültürel birliktelik, adeta İpek Yolu’nun tekrardan canlanması ihtimaline paralel olarak dirilme imkânı yakalamaktadır. Kısaca Türk Konseyi olarak adlandırılan Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin çalışmaları bu konuda ümit vermektedir. Ancak 2025 konjonktürüne hazır olması gereken yalnızca demir ağlar, limanlar, otobanlar, petrol boru hatları veya ekonomik işbirliği anlaşmaları değildir. Bunların tümünü aynı idealler uğruna kullanabilecek, seferber edebilecek zihinlerin inşası hepsinden önce gelmelidir. Aksi takdirde maddî-mekanik bağlar ihtiva eden bir işbirliği vücuda gelecektir ki, bu işbirliği daha iyi bir maddî-mekanik bağ karşısında kendisini feshedebileceği gibi farklı çıkarlar uğruna önemini de yitirebilir. Oysa bu işbirliğinin içerisinde maya vazifesi görecek bir ortak eğitim-öğretim unsuru Türk Dünyası’nın geleceğini, gücünü ve saygınlığını hak ettiği seviyeye taşıyabilecektir. Uluslararası Türk Akademisi’nin Türk Dünyası bağlamındaki ortak eğitim projeleri (tarih, coğrafya, edebiyat) her ne kadar henüz yetersiz ve başlangıç aşamasında olsa da; bu konuda ümit var olunması gerektiğini göstermektedir.
Yüzyılların iç ve dış etkenlerle yoğurarak yarattığı kültürel uzaklaşma, bugün de tüm olumsuzlukları ile zihinlerde ve zihinler üzerinde etkisi olan eğitim, medya, sanat ve benzeri sektörlerde yaşamaya devam etmektedir. Dolayısıyla bu alanlarda ortak politikalar geliştirilmesi zaruridir.
Her toplum, fertlerine bir sosyalleşme süreci içerisinde kendi değerlerini ve kültürünü dayatır. Bireyin içerisinde yetiştiği toplum, doğrudan bireyin sahip olduğu kültürü şekillendirmektedir. Zira bilindiği üzere kültür, soy bağı ile aktarılabilecek mahiyette bir toplumsal unsur değildir. Fert, içerisinde yaşadığı toplumun o günkü değerlerini, toplumun diğer fertleri vasıtası ile edinir. Bu değer ve kültür aktarımı ise yeni yetişen bireyin, o topluma ait günün sosyal vicdanını benimsemesinde önemli rol oynar. Eğer o günün sosyal vicdanında Türk milletinin, muhtelif coğrafyalara yayılmış uzuvlarına yer yoksa yeni yetişen fert de aynı değerlerin vücuda getirdiği bu sosyal vicdan ile toplumdaki yerini alacaktır. Bu durumda açıkça görülüyor ki yeni yetişen bireylerin tarih birliğine sahip oldukları diğer kardeşlerine, vicdanında ve zihninde yer vermesi için sosyalleşme ve toplumun kültür empozesinden fazlasına ihtiyaç vardır. Burada çok büyük örgütlü iki güç karşımıza çıkmaktadır; eğitim ve medya.
Milyonlarca insan yüz yıl önce olduğu gibi bugün de, dünya görüşünü büyük ölçüde basın-yayın vasıtası ile elde ettiği bilgi ve yorumlara göre şekillendirmektedir. Hatta gelişen iletişim teknolojileri sayesinde medyanın gücü de yüzyıl öncesine nazaran büyük bir artış göstermiştir. Dünyanın bir tarafında meydana gelen herhangi bir hadise, aynı anda diğer tarafından da takip edilebilmektedir. Kitlelerin zihinlerini şekillendirme ve toplum mühendisliği çalışmalarındaki gücü ispat edilen medya, bu sebebe binaen muhtelif güç odakları tarafından bir savaş alanına çevrilmiştir. Bizi ilgilendiren bir diğer örgütlü güç ise modern devlet zamanında neredeyse tamamen devlet tekeline giren eğitimdir.
Eğitimin toplumsal boyutuna baktığımızda bireyin mutluluğunun yanında toplumun mutluluğunu gerçekleştirmek, kültürlenme sürecinde birey ve toplumu bütünleştirmek; bunun için gerekli olan bilgi ve becerileri, alışkanlıkları, değerleri, davranışları kazandırmak gibi amaçlara hizmet ettiğini söyleyebiliriz. İnsan yetiştirmek demek, sosyal hayata henüz elverişli olmayan toyların, erginler yönünden bu hayata hazırlanması demektir. Eğitimin amacı insan yetiştirmektir demek yetmez. İnsan yetiştirmenin başlangıcı değerleri tanımaktır. Yetişecek olan insanın hangi toplumun adamı olduğunu bilmek gerekir. Fransız mı, Alman mı, İngiliz mi, Türk mü?(3) Çünkü eğitim buna göre şekillendirilir ve şekillendirir. Eğitim ve öğretim sistemi millet için bir varoluş ya da yok oluş meselesidir. Bu sistemi başarıyla hayata geçiren milletler yaşama şansını elde ederler, ya da başaramayarak yerini iradece, ahlakça ve kafaca daha kuvvetli olan milletlere terk etmek zorunda kalırlar. Bir toplumun eğitim politikası, onun gelecekte nasıl bir toplum profili oluşturmak istediğine yönelik kurgusudur. Bu açıdan eğitim politikası, toplumun siyasal sisteminden bağımsız olarak düşünülemez. Her siyasal sistem kendisini ayakta tutacak ve meşrulaştıracak bir eğitim politikası oluşturur.(4)
Büyük bir ulusun mukadderatını bağlamış olduğu böyle mühim bir kurumun uzun vadeli ve dirayetli politikalardan yoksunluğu bütün bir ulusun mahvolması anlamına gelmektedir. Oysa çok kısa bir süre öncesine kadar eğitim, ulusların yaratılmasında bir deney aracı olarak kullanılmış ve başarılı sonuçlar vermiştir. Nitekim Sparta modelinden bir hayli etkilendiği bilinen Jean Jacques Rousseau iki yüzyıldan daha fazla süre önce yurtseverlik duygusunun hem yaratılabileceğini hem de şekillendirilebileceğini iddia etmişti. Buna göre, hükümetlerin görevi, toplumun genç nesillerini şekillendirecek bir eğitim kurumu ortaya koymaktı. Wiborg, onun formüle ettiği ilkelerin Avrupa içinde ve dışında ulusal eğitim sistemlerinin oluşmasında güçlü iticiler olduğunu savunur. Herder’e göre ise eğer insanlar, ulusal dil ve tarih içerisinde tutulan ortak düşünce, his ve anlayışa sahipse halk organik devletin bir parçasıydı. O zaman var olan yurtseverlik duyguları geliştirilmeliydi.(5)
Bu düşünürlerin fikirleri Avrupa’da ulusal eğitim sisteminin yaratılmasında başlangıç noktası olarak hizmet etti. 20. yüzyılın başlarında Balkan bozgununun akabinde Türk eğitim sistemi de aynı ideoloji etrafında şekil bulmuş ve Kurtuluş Savaşı’nın ardından da nihai şeklini alarak bir ulus devlet ortaya çıkarılmıştır. Ancak günümüzde şartlar ve dünya konjonktürü artık 20. yüzyılın başında olduğundan çok farklıdır. Avrupa devletleri, her ne kadar Covid-19 salgını ile mücadele kapsamında ortaklıklarını çatırdatsalar da, bugün bir çatı altında birleşmiş ve ortak siyasi organların teşekkülünü belirli bir aşamaya kadar gerçekleştirmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen akabinde meydana gelen gelişmelerle birlikte Avrupa’da öncelikli olarak bir ekonomik işbirliğinin temelleri atılmış ve kısa bir sürenin ardından da kültürel işbirliğinin yolu açılarak Avrupa Birliği vücuda getirilmiştir. Pekâlâ, çok değil yalnızca birkaç on yıl önce birbirlerini yok edercesine savaşan bu devletler nasıl olmuştu da aynı çatı altında bir araya gelmeyi başararak aralarındaki sınırları ortadan kaldırmışlardı? Bu sorunun belki birçok cevabı olabilir. Ama verilebilecek cevaplardan en önemlisi kuşkusuz; eğitimdir. Eğitim zihinleri şekillendirir, geleceğe yön verir, bugünden yarını hazırlama imkânı sağlar. Avrupalı, eğitimi bu amaçla daha önceden de kullanmıştır. Mehmet Arif’in deyişiyle “uzağa gitmeye gerek yok, miladın 1870 senesinde Almanya ve Fransa arasında çıkan büyük savaşa bir bakın. Bu savaşta Almanlar galip gelmiş ve muzaffer olarak Paris’i fethetmişti. Bütün Fransa kahrolurken, Almanlar birlik olmuştu. O meselenin gizli yönlerini bilenlerin yazdıklarına göre, Almanya’nın gözleri kamaştıran o muhteşem galibiyetine, “öğretmenlerin zaferi” ismi verilmişti. Çünkü bu savaştan önce yaşanan bütün harplerde, Prusyalılar, Fransızların gücüne ve büyüklüğüne boyun eğmişti. Fransızların sürekli devam eden hakaretlerine karşı koymak ve intikam almak isteyen sabırlı, ciddi ve birlik taraftarı Alman öğretmenleri, Bonapart belası ortadan kalkar kalkmaz kurulan okullarda, Alman gençlerinin beyinlerine intikam fikrini ve birlik hevesini ektiler. Bunu, geçmiş olayları delillere dayandırarak öyle sağlam şekilde zihinlere yerleştirdiler ki, çok vakit geçmeden bütün Almanya kıtası istenen olgunluğa erişti. İşte o olgunluk ve kahramanlıkla eski düşmanları olan Fransızların mağrur burunları kırıldı, kibirleri, bayrakları baş aşağı edildi. Ne büyük başarı!”(6)
Günümüzde Türkiye’de ortaokullarda gerçekleştirilen Sosyal Bilgiler Öğretimi’nde Türk Dünyası hacimsiz bir iki konu haricinde yıllar süren eğitim-öğretim sürecinin içerisinden büyük ölçüde dışlanmış bir vaziyettedir. Bu yaştaki öğrencilerin büyük kısmı Türkiye dışındaki diğer Türklerin varlığından bihaberdir. Bunu pek çok sayıdaki araştırma kanıtlamaktadır.(7) Türkistan’daki durum Anadolu’dan daha vahim durumdadır. Zira hala büyük ölçüde Sovyet idaresi ve zihniyetinde yetişmiş fertlerin yine aynı mantalitede hazırladığı ders kitapları ve öğretim programları okutulmaktadır. Sovyetlerin Türklüğe yabancılaştırma ve hatta düşmanlaştırma politikası hala acı meyvelerini sunmaya devam etmektedir. Ancak tüm bu olumsuzlukların yanında Uluslararası Türk Akademisi’nin Ortak Türk Tarihi ve Ortak Türk Coğrafyası dersleri yavaş yavaş programlardaki yerini almaya başlamıştır. Bu derslerin ve kitaplarının yetersiz olduğu daha önceki yazılarda konu edildiğinden burada üzerinde durulmamıştır. Ancak buna rağmen bu gelişmeleri bir başlangıç olarak yorumlayıp, daha iyiye evrilmesi için Türk Akademisi’nin ve tüm Türk eğitimcilerinin bu konu üzerinde çalışması gerektiği söylenebilir.
Türk Dünyası, 2025 ve sonrasında gerçekleşecek olan konjonktüre, ekonomik altyapıyı geliştirmenin yanında bir de bu şekilde hazırlanmalıdır. Birbirinden habersiz, ferdiyetçi ve diğerinin kaderini düşünmeyen topluluklar İpek Yolu’na tekrardan can veremez. Antik Dünya’da İpek Yolu Türklüğe can vermişti. Bu sefer ona can verecek olan ise Türk topluluklarıdır. Aksi takdirde iktisadi düzen daha iyi maddî-mekanik ilişkilerin olduğu sahalara doğru kayacaktır. Türk Dünyası ise parçalanmışlığına hapsolup, ihtişamlı kağanlıkların anılarında; Tanrı dağlarının yamaçlarında kurulan otağların şen sohbetlerinde, Orhun ve Karpat havzalarının düzlüklerindeki saklı kurganlarda yaşamaya devam edecektir. 2025 vizyonu bu olmamalıdır. Bu millete ortak tarihini ve dilini kırgınlıkları aradan kaldırarak sunma zamanı gelmiştir. Eğitim anlayışında şimdi gerçekleşecek olan böyle bir değişiklik meyvelerini en erken 2020’lerin sonunda ve hatta 2030’larda verebilecektir.
(1) http://ec.europa.eu/research/social-sciences/pdf/the-world-in-2025-report_en.pdf
(2) http://www.21yyte.org/tr/arastirma/abd/2014/02/03/7408/amerikanin-karadeniz-politikalari
(3) Özkan, S. (2011). Türk Eğitim Tarihi. Ankara: Nobel, s.2
(4) Özkan, S. (2011). Türk Eğitim Tarihi. Ankara: Nobel
(5) Şimşek, U., Küçük, B., Topkaya, Y. (2012). Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikalarının İdeolojik Temelleri. Turkish Studies, 7 (4), s.2811
(6) Mehmed Arif (2006). Başımıza Gelenler. İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı, s.19
(7) Kızıl, Ömür (2013). Türkistan’dan Anadolu’ya Setleri Parçalamak. Ankara: Murat Kitabevi