İletişim: omurpasha@hotmail.com
Rus Çarlığı, kurulduğu 16. yüzyıldan itibaren fiziki coğrafi şartların da etkisiyle güneye doğru yayılma siyaseti izlemiştir. Balkanlardan Anadolu’ya, Anadolu’dan Kafkasya’ya, Kafkasya’dan Türkistan’a kadar Rusya’nın güneyinde teşekkül halindeki Türk kuşağı bu siyasetin yarattığı tahribat ile adeta yapboz parçasına dönmüştür. Kuşkusuz Türk Dünyası’nın parçalanmasında siyasi, sosyal, iktisadi ve kültürel pek çok unsur etkili olmuştur. Lakin en önemli dış etkenin Rus Çarlığı (ilerleyen yıllarda SSCB) olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Planlı ve sistematik şekilde sindire sindire gerçekleştirilen yayılma siyaseti; askeri ve siyasi gücün, kültürel asimilasyon ve eğit politik girişimlerin her türlüsüyle desteklenmesi neticesinde adeta onarılamaz yaralar açmıştır. Bir yandan Türk coğrafyası Rus postalı ile çiğnenirken, diğer yandan milliyetçilik çağında teşekkül edebilecek umumi Türk milli kimliği, manipüle edilerek mikro milli kimliklere güç kazandırılmak suretiyle kitleler geniş ölçekli bir milli uyanıştan mahrum bırakılmaya çalışılmıştır. Ne yazık ki Rus Çarlığı döneminde başlayan bu siyaset başarılı olmuş ve Rus Çarlığı 18. yüzyılda imparatorluk hüviyeti kazanmıştır.
Rusların Türk coğrafyasındaki yayılma siyaseti büyük ölçüde bizim ‘deli’ olarak nitelendirdiğimiz Çar I. Petro’nun politikalarına dayanır. Türkistan ve Hazar dolaylarına daha önceden araştırma ekibi göndermiş olan Petro, 1722’de İran’ın zayıflığından yararlanarak Hazar bölgesini işgale girişmiş ve Hazar denizinin batı kıyılarında kazanımlar elde etmiştir. Bu sefer sırasında sağlığı bozulan Çar, 1725 yılında öldüğünde Ruslara bir vizyon bırakmayı başarmıştı. Deli Petro, Kafkasların ve Türkistan’ın ele geçirilmesinde kilit rolü “Hive Hanlığı”nın oynayacağını öngörmüş olmalıdır. Bu maksatla Hazar denizinin batı kıyılarını ele geçirdikten sonra burada bir donanma kurmuş ve buradan doğudaki Türk illerine sıçrayarak donanmasını Aral gölüne nakledip, Ceyhun nehri vasıtasıyla Hindistan’a inmeyi hedeflemiştir. Kafkasya’nın istilasına da büyük önem verdiği anlaşılan Petro’nun, vasiyetnamesinde bu bölge ile ilgili olarak şunları söylediği belirtilmektedir;
“Gürcistan, Kafkaslarda İran’ın şah damarı pozisyonundadır. Bunun için Gürcistan’dan önce Ermenistan ve Azerbaycan’ı (güney ve kuzey) zapt edip, İran’ın dahili dehalarını kendinize hademe yapmanız gerekir.”
“Rusya sınırları Avrupa’da Kuzey Baltık Denizi’nin kuzeyine kadar, güneyde ise Karadeniz’e kadar genişlemelidir. Bunların içerisine Ermenilerden meskun araziler de dahil edilmelidir.”
“Türklerin doğu vilayetlerini Ermenilerden meskun arazilere dönüştürünüz.”(1)
Tarihi olaylar göz önünde bulundurulduğunda Rusların, ya Petro’nun vasiyetini gözeterek ya da jeopolitiğin doğasına göre şekillenmiş bir stratejinin gereği olarak Kafkasya’ya ordular sevk ettiği ve İran ile karşı karşıya geldiği görülmektedir. 1804’de başlayan mücadeleyi Rusya kazanmış ve Azerbaycan coğrafyasında bulunan Revan, Nahçivan, Gence, Karabağ, Şeki, Şirvan, Bakü, Kuba hanlıkları fiili olarak Rusya’nın egemenliğine geçmiştir. İran’ın bu durumu resmi olarak kabullenmesi ise 1813 yılında imzalanan Gülistan antlaşması ile olmuştur. Ancak kısa süre sonra toparlanan İran ordusu, Kuzey Azerbaycan’ı ele geçirmek için 16 Temmuz 1826 günü taarruza geçmiş, kazandığı geçici başarıların ardından tekrar kayıplara uğramış ve yenilgiyi kabullenmiştir. Bunun üzerine 1828 yılında Tebriz’in güneyinde bulunan Türkmençay kasabasında, Türkmençay Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Azerbaycan güney-kuzey olmak üzere resmen ikiye bölünmüştür. Kuzey Azerbaycan, Rusya’nın egemenliğinde kalırken; Güney Azerbaycan, İran topraklarına dahil olmuştur. O tarihte başlayan bölünme, günümüze kadar devam etmiş olup halen sürmektedir. Güney Azerbaycan Türklüğü, bugün de İran hakimiyetindedir.
1826-1828 yılları arasında gerçekleşen bu savaş esnasında İran’dan Azerbaycan’a 18 bin Ermeni ailesi gelmiştir. Antlaşmanın imzalanmasının ardından Ermeni göçlerinin arttığı bilinmektedir; 1828-1830 yılları arasında İran’dan 40 binden fazla Ermeni’nin, Osmanlı Devleti’nden ise yaklaşık 84 bin Ermeni’nin Gence ve Revan’ın en verimli arazilerine yerleştirildiği bilinmektedir. Rusların bu girişimi henüz 19. yüzyılın başında iken başlamış ve Güney Kafkasya’da Türk nüfusu azaltıp, Ermeni nüfusu arttırmak için çeşitli nüfus düzenlemeleri yapmışlardır. Ermenilerin Kuzey Azerbaycan’a iskanı iki temel strateji üzerine kurulmuştur. Bunlardan birincisi İran ile imzalanan Türkmençay Antlaşması’nın muğlak olan 15. Maddesinin de kullanılmasıyla İran’da yaşayan Ermenilerin Kuzey Azerbaycan topraklarına göç ettirilmesidir. Antlaşmanın 15. maddesinde “Güney Azerbaycan’da yerleşen ahalinin istedikleri takdirde Rusya’ya göç edebilecekleri ve bunlara müsait imkanlar yaratılacağı” belirtilmiştir.
Rusya’nın bu konudaki ikinci stratejisi ise; Ermeni çetelerine sağladığı destekle Doğu Anadolu’da gerçekleştirilen terör eylemleri neticesinde, Osmanlı Devleti’nin aldığı tedbirlerle huzuru bozulan Ermenileri bölgeye toplamak şeklinde olmuştur. Bu sıralarda Osmanlı Devleti ise Sırp ve Yunan isyanlarıyla meşgul bulunuyordu.
On sekizinci yüzyılın sonu ile 19. yüzyılın başlarında Ermeniler, Rusların teşvik ve desteğiyle önemli ölçüde Güney Kafkasya’ya yerleştirildiler. Berlin Kongresi’ne katılan ülkelerden cesaret alan Ermeniler, Doğu Anadolu’nun birçok yerinde terör estirmeye başladılar. İsyancıların dışarıdan destek alarak gerçekleştirdikleri tahribat dayanılmaz boyutlara ulaşınca; Osmanlı Devleti, isyancı Ermenileri yurt dışına çıkarmaya karar vermiştir. İşte Ermenilerin Kuzey Azerbaycan’a toplu halde göç etmeleri bu tarihten itibaren başlar. Bu göçler bir anlamda Rus Çarlığı’nın 19. yüzyıl önecelerinde başlattıkları ‘göç/yerleştirme siyaseti’nin devamı niteliğindedir. Peki Çarlık Rusya’sı neden Ermenileri Kuzey Azerbaycan’da iskan etmek istemektedir? Bu sorunun tek bir cevabı vardır; yayılma siyaseti izlediği Türk dünyasını parçalamak. Öncelikli ve yakın amaç, Kuzey Azerbaycan’ı kendi içerisinde bölmek ve Nahçivan’ı doğudan ayırmaktır; ikinci ve orta vadeli amaç, Anadolu Türklüğü ile Azerbaycan Türklüğü arasına bir Ermeni seti çekmektir. Bu iki hedef aynı zamanda Anadolu Türklüğü ile Türkistan Türklüğü arasında köprü vazifesi gören Azerbaycan coğrafyasının parçalanmasına hizmet etmek suretiyle uzak vadeli amacı teşkil ediyordu.
1905 yılında Rusya’da gerçekleşen I. Rus Devrimi sırasında yaşanan boşluğu fırsat bilen Ermeniler, Kuzey Azerbaycan’da Bakü, Revan, Nahçivan, Karabağ, Zengezur, Pembek, Gence, Tiflis, Borçalı ve diğer bölgelerde Rusların gözü önünde binlerce suçsuz insanı öldürdü ve 158 Türk köyünü dağıtarak yerle bir etti. I. Dünya Savaşı ve 1917 Devrimi’nin yarattığı şartları da fırsat bilen Ermeniler, 1918 Mart ayında Bakü’yü Türklerden ‘arındırmak’ maksadıyla hareket etmişlerdir. Türk ve İslam adına milli-manevi ne varsa izlerini silmeye çalışmışlar ve Bakü’nün büyük kısmını yakıp yıkmışlardır.
Ermeniler, tüm bu göçlere rağmen, oluşturulan bu tampon bölgede 1918 yılına kadar azınlık olarak kalmışlardır. Ermenilerin, şimdiki Ermenistan’da çoğunluk olması 1918-1920 ve 1930-1946 yıllarında bölgedeki Türklere karşı yapılan ‘etnik temizlik’ ile mümkün olmuştur. Bu vesileyle 1920’li yıllarda Azerbaycan’ı parçalama ve bölgede Ermeni hakimiyeti kurma siyaseti büyük ölçüde hedefine ulaşırken; Borçalı bölgesi Gürcistan’a; Samur Tabasaran, Derbent Dağıstan’a; Erivan ve Zengezur bölgeleri ise Ermenilere ait oluyordu. Aynı amaçla Karabağ’ın dağlık kesiminde de 1923’de özerk bir cumhuriyet kurulmuştu.
Özellikle Zengezur’un Ermenistan’a bırakılması, Rusya’nın küçük bir toprak parçasını kullanarak attığı büyük bir stratejik adıma işaret etmektedir. Zengezur bölgesi 40-45 kilometre eninde olup, Azerbaycan ile Nahçivan’ı birbirinden ayıran stratejik konumdaki bir bölgedir. 1920 yılında Zengezur’da yaşayan 224.197 kişilik nüfusun yüzde 70’i Türklerden oluşmaktaydı. Ahalisi Türklerden ibaret olan Zengezur’a, zaman içinde Rusya tarafından Ermeniler aktarılmıştır. Bunun neticesinde Türklerin yaşadığı köylerin sayısı 1931’de 87’ye, 1986 yılında ise 40’a inmiştir. Bu azalma katliam ve göçe zorlama olayları neticesinde meydana gelmiştir. Örneğin 1918 yılındaki katliamda Zengezur’un 115 köyü yok edilmiş; 3257 erkek, 2776 kadın, 2196 çocuk öldürülmüş; 1060 erkek, 794 kadın ve 485 çocuk yaralanmıştı. Bu olaylar sırasında 50 bin Türk de göç ederek köylerini boşaltmak zorunda kalmıştır.(2) Böylelikle Zengezur’un bir set gibi Nahçivan ile Azerbaycan’ın geri kalanı arasına çekilmesiyle Türk dünyasının içinde yapay bir coğrafi engelin teşekkülü tamamlanmış oldu. Neticede özetlenecek olursa; önce siyasi açıdan kuzey-güney olarak bölünen Azerbaycan coğrafyası, Kuzey Azerbaycan’ın kendi içerisinde adeta yapboz tahtasına çevrilmesiyle tekrar siyaseten parçalanmış; bu siyasi parçalanmışlık zorunlu demografik hareketler ve toplum mühendisliği çalışmaları ile desteklenerek Anadolu Türk kültür havzası ile Türkistan Türk kültür havzası arasındaki köprü yok edilmiştir.
Rusya bu sürece paralel şekilde Türkistan Türk kültür havzasını da kendi içerisinde bölme politikalarını başarılı bir şekilde yönetmiş ve İlminsky’nin eğitpolitik hamleleriyle Ruslaştırma ve asimilasyon politikalarını yürürlüğe koymuştur.
Haritayı açıp baktığımızda Zengezur koridorunun işlevini çok daha net bir şekilde görmek mümkündür. Eğer baktığımız harita, Zengezur koridorunun doğusunda Ermeni işgali altındaki Dağlık Karabağ’ı da gösteriyorsa; Rus ve Ermenilerin bu set kurma misyonundan 21. yüzyılda da vazgeçmediklerini idrak etmek kolaylaşacaktır. Zira Dağlık Karabağ’ın işgali, Zengezur koridorunun sağlamlaştırılmasına hizmet etmektedir.
(1) Mustafayev, B. (2013). Cihan Hakimiyetini Moskoflara Öğütleyen Deli Petro'nun Vasiyetnamesi ve Ermenistan Devleti'nin Kurulmasında Etkisi. Uluslararası Avrasya Sosyal Bilimler Dergisi (11), 17-27.
(2)Metinde geçen rakamlar O. Yeşilot(2008), F. Valehoğlu(2012) ve H.F. Seferli(2014)’nin çalışmalarından derlenmiştir.