İletişim: omurpasha@hotmail.com
İbni Haldun, Mukaddime(1) adlı ünlü eserinde, toplumların ortaya koydukları organizasyonu aşamalara ayırmıştır. Bu aşamalar aşiret/kabile düzeninden başlayıp devlete kadar ulaşmaktadır. İbni Haldun kabileden, devlete kadar tüm sosyal organizasyon düzeylerinde, egemenlik için “topluluk gücünü” ilk şart olarak sunmuştur. Bu topluluk gücünü ortaya çıkaran olgu ise “asabiyet” olarak isimlendirilmiştir. Asabiyet; kan bağı, yakınlık, akrabalık bağı, aile, boy, kabile, topluluk, inanç birliği, ruh birliği, dayanışma, karşılıklı yükümlülükler ve sorumluluklar yüklenme gibi anlamlara gelmektedir. İnsanı topluluklar halinde yaşatan güç, işte bu asabiyettir. İbni Haldun’a göre asabiyet bağı, bir topluluk içerisindeki yardımlaşma ve dayanışma duygularından gelen ve dış düşmanlarla (ötekilerle) uğraşma gücü veren bir bağdır.(2)
Kalabalık topluluklar halinde örgütlenen insanoğlu, iş bölümü ve dayanışma ile kendi başına meydana getirebileceğinden çok daha büyük işler gerçekleştirmiş ve binlerce yıl içerisinde kültür ve uygarlıklar ortaya çıkarmıştır. Asabiyet ile bir arada tutulan topluluk büyüdükçe, sosyal organizasyon da genişlemiş ve kültürel tekâmül ile birlikte, kabileden boylara, dini topluluklara ve uluslara ulaşan yeni oluşumların önünü açmıştır. Kültüre hayat veren dil, din, tarih, gelenek ve görenekler, asabiyetin bir arada tuttuğu insan topluluklarına, kendilerini tanımlayabilecekleri ve “öteki”nden ayırt edebilecekleri yeni özellikler sunmuştur. Bu bağlamda asabiyet türlerini genel olarak şu şekilde sıralayabiliriz: 1-aile/akraba, 2-aşiret/kabile/boy, 3-din, 4-milliyet, 5- milliyet üstü bölge/kültür asabiyeti.
İnsan topluluklarının büyük bir kısmı, tarihi süreç içerisinde yukarıda sayılan ilk dört asabiyet türünün verdiği toplumsal bağ ile sosyal organizasyon örnekleri sergilemişlerdir. Bunlara ek olarak, 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan, ancak tarih laboratuvarında henüz deneyi tamamlanmamış olan “milliyet üstü bölge/kültür asabiyeti”ni de beşinci tür olarak sayabiliriz. Avrupa Birliği (AB) gibi oluşumlar bu bağlamda değerlendirilebilir.
Asabiyet türlerinden ilk ikisi, biyolojik ve evrimsel psikolojik temellere sahiptir. Bu hususun ortaya çıkmasında, insanların hayatta kalabilmek için yüzbinlerce yıl boyunca küçük gruplar halinde yaşamış olmaları etkili olmuştur. Zira insan zihni, küçük grup içerisindeki ilişkiler dâhilinde şekillenmiş, bu yaşam şartlarına uygun evrimsel psikolojik mekanizmalar üretmiştir. Diğerkâmlık, işbirliği, akraba kayırmacılığı vb. mekanizmalar bunlara örnek olarak verilebilir. Dolayısıyla aile/akraba ve aşiret/kabile asabiyetleri, toplumsal bağın en güçlü olduğu asabiyet türleri olarak nitelendirilebilir. Çünkü temellerini insanın doğasından almaktadır. Ancak bu iki asabiyet türü, medeniyeti inşa edecek iş gücünü ve iş bölümünü tesis edemeyecek kadar az nüfusa sahip olduğundan, sadece bu asabiyetler ile örgütlenmiş insan topluluklarının ortaya koyabileceği “kültür” oldukça sınırlı imkânlara sahip olacaktır. Son üç asabiyet türü ise ilk ikisinin aksine; insanın ortaya koyduğu kültürel temelden beslenerek ortaya çıkmaktadır.
Bir insan topluluğunun güçlü bir kültür ve medeniyet ortaya koyabilmesi için en az din asabiyetine sahip olması gerekmektedir. İbni Haldun, yaşadığı dönemde (14. ve 15. yüzyıllar), din asabiyetini en güçlü asabiyet olarak nitelendirmiştir. Aynı inanç etrafında toplanan insan topluluklarının inşa ettikleri kültür ve uygarlıklar bu asabiyetin ürünü olarak değerlendirilebilir. İbni Haldun’dan yaklaşık dört asır sonra milliyetçilik adı verilen ve en az din kadar güçlü yeni bir asabiyet türü daha doğmuştur. İçerisinde yaşadığımız dönem, hala bu asabiyetin şekillendirdiği bir sürecin parçasıdır. Milliyetçilikte dil, ortak geçmiş, ortak kültürel unsurlar ve ülkü birliği, toplumsal bağa hayat veren temel parametreler olarak dikkat çekmektedir.
Yukarıda bahsedildiği üzere, 20. yüzyılın ikinci yarısı AB ve NATO deneylerinde görüldüğü gibi milliyet üstü bölge/kültür asabiyeti adını verebileceğimiz yeni bir toplumsal bağ türü ortaya çıkarmıştır. Ancak birkaç on yıldır devam eden bu deneylerin akıbetini konuşmak için erken olduğundan, bu asabiyet türünün vukuu bulup bulamayacağını tarih gösterecektir.
Birikimsel şekilde, üst üste yığılarak ilerleyen bu asabiyet türlerinden bir üst basamaktakine geçilmiş olması, alt basamaktaki asabiyetin tamamen kaybedildiği anlamına gelmemektedir. Hatta çoğu kez alt basamaktaki asabiyet türleri de güçlü şekilde varlığını sürdürmektedir.
Bundan sonraki kısımda, Türk dünyasında birlik düşüncesi, yukarıdaki asabiyet türleri bağlamında değerlendirilmiştir. Türk birliği fikri, milliyetçiliğin tezahürünün ardından ortaya çıkmış olup, bu bağlamda büyük ölçüde milliyet asabiyetine dayalı olarak doğmuştur. Türk topluluklarının, tarihi süreç içerisinde geniş coğrafyalara yayılması ve bulundukları coğrafyalarda “müstakil kültürel evrim” olgusunu yaratmaları, bugün Türk dünyasını tek bir kültür ekseninden çıkarmıştır. “Türk birliği” deyişi de doğal olarak, bu parçalanan Türk toplulukları olgusundan doğmuştur.
İlk iki asabiyet türü, tüm Türk topluluklarını bir araya getirebilecek sosyal organizasyon kapasitesinden yoksun olduğundan değerlendirmeye lüzum yoktur. Bir üst asabiyet türü olan din konusuna bakıldığında ise Türk dünyasının tamamının aynı din veya mezhep ekseninde ele alınamayacağı görülmektedir. Dolayısıyla din asabiyeti, Türk topluluklarını bir araya getirecek toplumsal bağı yaratma konusunda yetersiz kalmaktadır.
Dil, ortak tarih, ortak kültür ve ülkü birliği faktörlerinin şekillendirdiği milliyet asabiyetine gelecek olursak; bağımsız Türk topluluklarının ulusal devletler ekseninde mikro milli kimlikler şeklinde milliyet asabiyeti geliştirdikleri görülmektedir. Bu husus üzerinde birbirine uzak coğrafyalarda farklı kültürlerle gerçekleştirilen etkileşimlerin ve mecburi kültür empozesi faaliyetlerinin (özellikle uzun yıllar yabancı işgali altında kalan Türk yurtlarında) etkili olduğu söylenebilir. Milliyet asabiyetinin, farklı Türk toplulukları tarafından müstakil oluşumlar şeklinde geliştirilmiş olması, Türk birliğinin milliyet asabiyetinde gerçekleşemeyeceği izlenimini vermektedir. Bu durumda Türk birliği için izlenebilecek tek bir yol kalmaktadır; milliyet üstü bölge/kültür asabiyeti.
Tarih laboratuvarında sergilenen deneyi henüz bitmemiş olan bu asabiyet türü, günümüzde Türk dünyası bütünleşmesine hayat verebilecek en güçlü aday gibi görünmektedir. Türk Konseyi ve Uluslararası Türk Akademisi gibi mikro milli (Türk) kimliklerini göz ardı etmeden kültürel işbirliğini geliştirme amacı güden oluşumlar, Türk dünyasında da bu deneyin başladığını göstermektedir. Tarihin derinliklerinde yatan ortak geçmiş ve ortak kültürel kodlar, bu işbirliğini destekleyen güçlü değişkenler olarak, Türk birliğini gerçekçi ve ulaşılabilir bir hedef konumuna getirmektedir.
(1) İbni Haldun (2017). Mukaddime-I. (Çev. Turan Dursun). Ankara: Kaynak Yayınları, ss.38
(2) Mustafa Yıldız (2010). İbni Haldun’un tarihselci devlet kuramı. Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, 2010 Güz, sayı: 10, s. 25-55.