Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Bizim siyasî partilerin haftalık Meclis Grup Toplantılarını televizyonda seyrederken, aklıma hep Brejnev düşer.
1974 yılında Ukrayna’nın başkenti Kiev’de “Halkların Dostluğu Ödülü” verilmesi şerefine tantanalı bir toplantı düzenlenir. Komünist Partisi Genel Sekreteri Brejnev, konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıkarken uzun ve şiddetli bir alkış tufanıyla selâmlanır. Dinleyicilerini selâmlamak için ilk cümlesini döktürdüğü anda bir alkış gümbürtüsü daha kopar. Diktatörün yumurtladığı her sözün ardından patlayan alkışlar, konuşma boyunca aralıksız sürer gider. Dünyanın en kudretli diktatörü olan zavallı Brejnev, dinleyicilerinde gördüğü coşkuyu, onların gözlerinde ışıldayan hayranlığı ve her sözünden daha uzun süren alkış sağanağını gördükçe mest olur. Büyük liderin konuşması, böyle uzun alkışlarla otuz beş defa kesilir.
Kısa bir zaman sonra, Kazakistan’da Brejnev’in katılacağı bir tören vardır; “Bakir Toprakları Açma” programının yirminci yıl dönümü kutlanacaktır. Bu program, çok büyük kısmı mera olan Kuzey Kazakistan’ın engin ovalarını tarım arazisine dönüştürme çalışmasıdır. Bunun için uzun yıllar boyunca Rus göçmen kitleleri getirilip, tarihî Türk yurduna yerleştirilmiştir. Rus yayılmacılığının, emperyalist Rus işgalinin yirminci yüzyıldaki uygulamasıdır. İşte Almatı’da yapılacak törenle kutlanacak olay budur.
Kazakistan Komünist Partisi’nin İdeoloji Sekreteri olan S. İmaşev, özel bir toplantı düzenler. Partinin üst düzey görevlileri ve bölge temsilcilerine keskin bir dille buyruk verir: “Brejnev’e gösterilecek saygıda Ukraynalı kardeşlerimizi aşmamız gerekiyor.” diyerek, yapılacak hazırlığı anlatır. Her şey inceden inceye düzenlenir. 15 Mart 1974 günü yapılan törende Brejnev’e, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı bir tezahürat yapılır. Büyük liderin konuşması, tam yetmiş üç defa uğultulu alkışlarla kesilir! Brejnev, öylesine keyiflenir, zevkten dört köşe olur, kasılır ki; kürsüde çenelerinin titrediği görülür. Kazakistan Komünist Partisi yöneticileri, büyük patrona duydukları derin sevgi ve yürekten bağlılıklarını sergilemiş ve Ukraynalı yoldaşlardan daha sadık bendeler olduklarını göstermiştir.
M. Kozıbayev Hoca’nın bir makalesinde verilen bu bilgiyi değerlendiren Kazak şair ve diplomatı Muhtar Şahanov, bu olayın Ginnes Rekorlar Kitabı’na şöyle girmesi gerektiğini söylüyor: “Yağcılıkta kırılmış rekor!”
Sovyet diktatörüne duyulan sahte hayranlık ve gönül bağını sergileyen bu gösteriyi ilk defa 1997 yılında okumuştum. Rahmetli Cengiz Aytmatov ve Muhtar Şahanov’un birlikte meydana getirdikleri Kuz Başındaki Avcının Çığlığı kitabında yer alıyordu. O yıl Kazakistan’da yayımlanan, derin derslerle yüklü bu kitabı Türkiye’ye getirdim. Banu Muhyaeva ile birlikte tek kelimeyi atlamadan Türkiye Türkçesine aktardık ve yayımladık.
***
Bizim partilerin grup toplantılarında, parti liderlerimiz daha kürsüye çıkarken başlayan alkışlar da böyle konuşma boyunca sürüp gidiyor. Bazen öylesine yersiz ve anlamsız yapılıyor ki, liderini alkışlayan milletvekillerinin, hangi sözde hangi gizemli derinliği keşfettiklerini anlayabilmek, sezebilmek mümkün değil. Kürsüdeki konuşmacının ses tonunun yükselmesi üzerine alkış yağmuru boşanıyor. Sert bir el hareketi yapması, yeni bir şakşak şamatasına yol açıyor. Konuşmada bir tıkanma olduğu anda, bunu aşmaya zorlanan hatip tarafından külhanbeyi ağzıyla sivri bir lâf patlatılıyor ve alkış başlıyor. Böylece partilerin Meclis Grup toplantıları, kof sözlerin savrulduğu ve boşboğazlığın kutsandığı gülünç bir tiyatro havasına bürünüyor.
***
Türkçemizde kökleri ve anlamı bakımından derin olan sözlerden biri, “alkış” sözüdür. Dua, kutsama, hayır dua, iyi dilek, övgü demektir. Alkışın tam zıddı olan “kargış” ise beddua, ilenç, lânet kavramlarıyla eş anlamlıdır.
Alkış, Divan-ı Lügat-it Türk’te, Kutadgu Bilig’de, Dede Korkut’ta, Codex Cumanicus’ta, İbni-Mühennâ Lûgati’nde ve pek çok tarihî eserde bu manevi anlam yelpazesinde geçmektedir. Engin Türk coğrafyasında bütün Türk topluluklarında alkış, algış, algıs gibi söyleyiş farklarıyla aynı anlamları ifade eder.
Bebeklere söylenen ninnilerde, ölüye yırlanan ağıtlarda, sevgiliye yakılan türkülerde dile getirilen bütün dilekler, hayır dualar, alkıştır.
İyi sözlere, doğru işlere yapılan övgüler, takdir ve teşekkürler alkıştır.
Allah’a şükretmek, peygambere salavat getirmek, ölene rahmet dilemek, alkıştır.
Türk dilindeki derinliği ile kötülüğe alkış olmaz. Cinayet, hırsızlık, küfür gibi eylemleri beğenen kimsenin sözü alkış değildir.
Kötü niyetle, kandırmak, dolandırmak, sahtekârlık yapmak, yağcılık yapmak için birine övgüler düzmek, alkış değildir.
Sözün özü, Türk dilindeki “alkış” kutlu, mübarek bir kavramdır.
Aynı niyetle, iki elin avuçlarını birbirine vurarak çıkarılan sesle beğenme, teşekkür ve övgüyü ifade etmeye de alkış diyoruz. Alkışlayacağımız bir sözde, ya fikrî bir derinlik, ya duygu yoğunluğu veya çarpıcı bir nükte vardır. Ama o söz, mutlaka doğru, edepli ve hayırlı olmalıdır. Aksi halde yapılan övgü, alkış değil, yağcılıktır.
***
Övgü, içine zehir katılmış bal şerbeti gibidir. Devlet ve siyasetin tepelerine çıkmış yöneticiler için kurulacak tuzakların en incesi, övgülerle örülür. Bu gerçeği bilse de insanoğlunun övgüye dayanabilmesi zordur.
Şahanov’un bir şiirinde Timur’un sarayında yaşanan bir olay işlenir:
Türk hükümdarı Timur, bir akşam Göksaray’ın kubbesi altında devlet erkânını toplamış, son zaferini kutlamaktadır. Toyda devlet adamları, büyük komutanlar ve hanedan üyelerinin yanında bilginler, sanatçılar, edipler de bulunmaktadır. Bunlar arasında olan büyük şair Hafız, bir gazelini okur. Timur, şiirindeki söz güzelliğine, duygu derinliğine hayranlığını ifade ederek şairi kutlar. O anda Horasan Beylerbeyi söze dalar:
“Ey yüceler yücesi, bilginlerin bilgini, cesurların cesuru! Öyle ince hissediyorsunuz ki söz sihrini… Bizler kıvançlıyız, sizin gibi bir hakanımız olmasından…”
Timur, adamı susturur:
“Yeter! Ben, şiirin güzelliğini ve şairimizin bilgeliğine duyduğum saygıyı ifade ettim. Bunun için beni övmek edepsizlik. Sen, çöl tilkisi gibi kurnazsın; insanın övgüye dayanamayacağını iyi biliyorsun. Övgü, hükümdarın yüreğindeki değerleri öldürür. Sarayım ve idaremdeki halkın kaderini zehirler…”
Adamı o anda görevinden atar ve kovar.
Emir Timur, dünya tarihindeki sayılı devlet adamlarından biridir. Siyasette gerçek anlamıyla büyük işler yapabilmek, “devlet adamı” olgunluğuna ulaşabilmek için, her şeyden önce derin köklü bilgi ve erdem sahibi olabilmek gerekir, erdem…