İletişim: omurpasha@hotmail.com
Kazakistan’da geçtiğimiz günlerde yaşanan ve yatışmakta olan olaylar, farklı perspektiflerden değerlendiriliyor ve konunun mahiyeti hususunda henüz bir ittifaka varılamadı. Yaşanmakta olan sosyal olguların, olayın taraflarına ait farklı kaynaklardan servis edilen bilgiler sebebiyle sergilediği muğlaklık bu olayda da karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla olayın sonuçlarının ve en sıhhatli değerlendirmelerin olayın üzerinden belirli bir zaman geçmesinden sonra ortaya çıkacağı öngörülebilir. Sıcağı sıcağına ortaya çıkan perspektiflerden birisi; Rusya’nın, Türk Devletleri Teşkilatı’na bir mesaj olarak Kazakistan’daki etkinliğini arttırmak için bu olayları tetiklediği veya doğal olarak çıkan olayları fırsata çevirip meşru müdahale zemini yarattığı yönünde. Bir diğeri ise bölgeye sivil toplum örgütleri ve terör şebekeleriyle sızan ABD’nin, Kazakistan’daki “Rus yanlısı” rejimi devirme ve Rusya’yı çevreleme politikasının bir parçası olarak bölgeyi uydulaştırma girişiminde bulunduğu tezi üzerinedir. Bu iki perspektif de ağırlıklı olarak konuyu “dış güçler” açısından ele almaktadır. Meselenin bir diğer boyutuna yönelik değerlendirmeler ise olayların Kazakistan’ın iç dinamiklerinden kaynaklandığı ve halkın doğal bir tepkisi olduğu yönündedir. Zamlara karşı başlayan tepkinin, zamların geri alınmasına rağmen güç kullanılarak bastırılana kadar devam etmesi, yönetim ile ilgili çok iyi bilinen başka huzursuzlukların da olduğunun göstergesidir.
Tabii bu perspektiflerin hepsi aynı anda doğru olabilir. Halkın yönetime doğal bir tepkisiyle başlayan olaylar, ABD’nin FETÖ ve benzeri terör örgütleri ve casusluk şebekeleriyle provoke edilmiş olabilir ve Rusya da bu durumu bölgedeki etkinliğini arttırmak için bir fırsata çevirmiş olabilir. Bu sayılan görüşlerle ilgili muhtelif değerlendirmeler medya ve sosyal medyada yer almaktadır, biz ise meselenin Pantürkizm açısından nasıl göründüğü üzerine odaklandık. Bizim ele aldığımız konu açısından, bu görüşlerden hangilerinin gerçek olduğundan ziyade sundukları ortak özellikler önem taşımaktadır. Görüşlerin tartışılamayacak ortak noktası ise mevcut Kazakistan yönetiminin Rusya’ya olan bağ(ım)lılığı olarak dikkat çekmektedir. Cumhurbaşkanı Tokayev’in kargaşanın henüz başındayken, Rusya’nın güdümündeki Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nü ülkeye davet etmesi, yukarıda sunulan görüşlerin tümüyle bağdaşmaktadır. Tokayev’in özgeçmişi, kendisinin bir Sovyet bürokratı olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu meselede Rusya’nın ülkeye davet edilmesi anlaşılmayacak bir durum değildir. Nazarbayev ve ailesi ile ilgili atılan ve oligarşik bir yapının tasfiyesini çağrıştıran adımlar henüz sürmektedir. Bu sebeple neticelenmemiş olan meselenin içyüzü aydınlanmış değildir. Ancak bu adımların, halkın oligarşi kaynaklı huzursuzluklarını bastırmaya dönük adımlar olduğu söylenebilir. Dış güçlerin birbirlerine karşı hamlelerinin yanında bu olaylarda Kazakistan’ın iç meselelerinin ağır bastığı izlenimi son günlerde iyiden iyiye yerleşmiş durumdadır. Pekâlâ, olayların sunduğu bu manzara “Türk Birliği” açısından ne anlam ifade etmektedir?
Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) kuruluşunu, tarihî arman “Turan”ın kuruluşu olarak algılayan romantik Türk milliyetçilerinin bu noktada hayal kırıklığına uğradığını söyleyebiliriz. Diğer yandan “Turan” veya “Türk Birliği” ifadelerini işitince “kaşınmaya” ve “huysuzlanmaya” başlayan muhtelif dünya görüşlerine sahip, tarihi idrakleri idiografik bir nazardan öteye geçemeyen pek çok kimse, ağızlarından ve burunlarından salyalar saçarak “ne oldu Turan?”, “nerede Pantürkizm ve Türkçüler?” gibi sorularla Türk Devletleri Teşkilatı’na da atıflar yaparak meseleye ilişkin değerlendirmelerinde “haz aldıklarını” ilan etmekten çekinmeyen bir yaklaşım sergilediler. Kimisi, Türk entelijansiyasının yarı-aydın olma vasfını tescilleyen bu “entelektüellerin”, TDT’nin kuruluşunu tarihi Turan veya Türk Birliği idealine ulaşmak olarak algılayan Türk milliyetçileriyle ortak bir noktası bulunmaktadır; zaman-mekânsal esneklikten yoksun, idiografik bir nazara indirgenmiş tarih idrakiyle; Turan’ın veya Türk birliğinin, bugün Türk kültür coğrafyasında var olan devletlerin ve insan topluluklarının birleşmeleriyle ortaya çıkacağını düşünmeleri. Kimisi bunu bir adım daha ileriye taşıyıp bu birleşmenin birden fazla ulus devleti ortadan kaldırıp, milliyet asabiyeti ile tek bir millî kimlikte ittihada ermek suretiyle gerçekleşeceğini düşünmektedir.(1) Olası bir Türk birliğinin mahiyetinin bu yönde gerçekleşemeyeceğini sayısız kere konu edindiğimiz için burada tekrar üzerinde durmaya gerek yok. TDT ve bugünkü Türk devletlerinin icraatları, Türk birliğine giden yolda elbette önemli adımlardır. Lakin Türkistan’daki Türk Cumhuriyetleri’nin bürokrasi kadrolarında hala “Sovyet bürokratları” ve “Sovyet aklı” büyük ölçüde hâkimdir. Söz konusu bürokrasi kadrolarının teşkil ettiği oluşumların, “Turan” veya Türk birliğini tarihi manasıyla tamama erdirmeleri veya böyle bir amaçlarının olması çok düşük bir olasılıktır. Kazakistan olaylarının bu açıdan değerlendirilmesi, daha önceki yazılarda konu edindiğimiz bazı konuların anlaşılması ve Türk birliğinin geleceği açısından çok önemli bir deney sunmaktadır.
Daha önceki yazılarda da bahsettiğimiz üzere “Turan” veya Türk birliğinin ortaya çıkışı için ne Türk ülkelerinin iç dinamikleri ne de mevcut uluslararası konjonktür uygun değildir. TDT’den böyle bir beklentiye kapılmak da şu an için mümkün görünmemektedir. Zira geçtiğimiz yıl bağımsızlıklarının 30. yılını kutlayan Kafkasya ve Türkistan’daki Türk devletlerinin jeopolitik konumları; Rusya, ABD ve Çin gibi ülkelerin bölgedeki hemen her gelişmeye müdahil olmalarına sebep olmaktadır. Diğer yandan Türk devletlerinin uluslararası ilişkilerde çağın bir gereği olarak takınmış oldukları “ulusal çıkar” yaklaşımı, Türk devletleri arasındaki ilişkileri ancak belirli bir noktaya taşıyabilmekte ve ötesine geçilmesine engel olmaktadır. Bu devletlerde demokrasinin yerleşmemiş olması, tabandan yönetime bakışı şekillendiren yolsuzluk, rüşvet vb. olumsuz durumların yarattığı iç gerginlik de olumsuz bir diğer boyutu oluşturmaktadır. Buna yönetimlerin ve bürokrasi kadrolarının Rusya (SSCB ve Rusya Federasyonu) ile olan geçmişlerini de ekleyince iç ve dış huzursuzluk kaynakları artmaktadır. Dolayısıyla mevcut şartlar ve uluslararası konjonktür, Türk birliği ve benzeri bir oluşum için uygun değildir. Statükocu bir zihniyet ile de mümkün görünmemektedir.
Türk birliği veya “Turan”, ancak başat güçlerin birbirine düştüğü sıcak bir çatışma ortamında, şartlar doğru şekilde değerlendirilebildiği takdirde ortaya çıkabilir. Asırlara yayılan tarihî panoramaya zaman-mekânsal bir bakış atıldığında; başat güçlerin karşı karşıya gelmediği barış döneminin iyice “ısınmış” ve sonlarına gelinmiş olduğu tahmin edilebilir. Zira 1945’ten günümüze yaşanan (büyük güçler arasındaki) çatışmasızlık döneminin benzerleri, hatta daha uzunları tarihte de görülmüş ve akabindeki felaketler öncekilerden daha şiddetli olmuştur. Türk coğrafyasının, kendi içerisinde bir birlik kurabilmesi ancak revizyonist politikaların işe koşulabileceği böyle bir kargaşa ortamında mümkün olabilecektir. Tabii ki öncelikle Türk devletlerinin ve topluluklarının böyle bir güne en azından asgari şartlarda hazır olması gerekir, Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi Mustafa Kemal Atatürk de 1933’de bu hazırlığa dikkat çekmiştir:
“Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur; komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını beklememeliyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir…”
Atatürk’ün, Türk Dünyası’nın geleceğine yönelik revizyonist bir yaklaşım sergilediği bu tarihi uyarısına rağmen; Türkiye, 1991’de Türk cumhuriyetlerinin bağımsızlığına hazırlıksız yakalandı. Sonraki süreçte ise SSCB’nin dağılmasıyla sarsılan Rusya Federasyonu’nun, bölge üzerindeki hâkimiyetini emperyalist heveslerini ihya edebilecek kadar tekraren pekiştirmesi, Türk devletlerinin birbirleriyle kurdukları ilişkilerden daha hızlı olmuştur. TDT’nin faaliyetlerini bu minvalde değerlendirmek daha sıhhatli bir yaklaşım olacaktır. TDT, Türk Dünyası’nı Rusya’nın bölge üzerindeki hâkimiyetinin kalkacağı, en azından sarsılacağı güne hazırlamak için Atatürk’ün de işaret ettiği bir görevi yerine getirebilirse tarihi misyonunu gerçekleştirmiş sayılabilir.
Kazakistan’daki olaylara dönecek olursak birkaç farklı noktadan okuma yapılabilir. Bunlardan birincisi, bu olayların Kazak devlet erkânının iddia ettiği gibi ülkeye sızan yabancı teröristlerden kaynaklandığı doğruysa, bu açıklama mevcut yönetimin Kazakistan sınırlarını teröristlere karşı koruyamadığının ilanı hükmündedir. Olayların başlangıcında Rusya’dan yardım istenmesi ise yabancı teröristlerle kendi başına mücadele edemediği anlamına gelmektedir. Her iki durumda da yöneticilerin bir yönetim zafiyeti içerisinde oldukları görülmektedir. Meselenin bir diğer boyutu ise Kazak halkının millî reflekslerinin yerinde olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Zira Türk birliğinde Kazakların yerini Sovyet bürokratları değil, Kazak ulusu tesis edecektir. Kazak vatandaşlarında revizyonizm için gerekli olan sosyal momentumu ateşleyecek potansiyelin var olduğu görülmektedir. Bu, Kazak ulusunun ve Türk birliğinin geleceği açısından mevcut olayların sunduğu en önemli olumlu sonuçtur. Muhtelif dünya görüşlerine sahip Pantürkizm karşıtlarının büyük bir iştahla bu olaya sarılmalarının sebebi; Türk birliğini, mevcut oligarşik yönetimlerin kurmasının beklendiğini düşünmeleridir.
Türk Birliği gerçekleşebilirse, çiçeklerle, böceklerle; gökkuşağının göz kamaştıran renklerindeki “devrimlerle”; Rusya’nın, İran’ın, Çin’in, ABD’nin ve Avrupa’nın tebrik mesajlarıyla gerçekleşmeyecektir. Dâhili ve harici düzene başkaldırı niteliğindeki revizyonist bir hareket olarak vuku bulacaktır. Bunun için atalet zincirlerini kırmış toplumlara ihtiyaç vardır. Geleceğin dünyasının olası kargaşa ortamına Türk Dünyası’nın demokratik yönetimlerle girmesi; kendi aralarındaki eğitsel, kültürel, sosyal ve iktisadi ilişkileri elitist jakoben anlayıştan uzak bir şekilde geliştirmesi büyük önem arz etmektedir. Daha az önemli olan siyasi ve askeri ittifaklar ise zaten bunların bir meyvesi olarak kendiliğinden ortaya çıkabilecektir. Aksi takdirde Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında tecrübe edildiği üzere, Türk Dünyası yeni kaos ortamından da parçalanarak çıkacak veya yok olma tehlikesiyle yüzleşecektir.
(1) Türk veya Turan birliğinin ancak ulus üstü bölge kültür asabiyeti ile ortaya çıkabileceği hakkında bkz. Kızıl, Ö. (2021). Hamasetin Ötesindeki Turan. Milli Devlet Gazetesi, https://www.millidevletgazetesi.net/KoseYazisi/hamasetin-otesindeki-turan-4558