Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Rahmetli Mukbil Özyörük, İdare Hukuku hocamızdı. Ben, memur olduğum ve derslere devam etmediğim için doğru dürüst tanışmıyorduk. Bir konuyu görüşmek için odasına gittim. İçeride üç gençle oturmuş, konuşuyordu. “Hocam, ben daha sonra geleyim.” deyince, eliyle yer gösterip oturmamı istedi: “Sohbeti noktalayalım, seni dinlerim.” dedi. Oturdum. Hoca, bölmüş olduğum konuşmasını sürdürdü: “…Sizler çok talihli gençlersiniz. Milyonlarca gencimizin içinde üniversitede okuma imkânı bulabilen bir avuç insanın arasındasınız. Üniversite yıllarını iyi değerlendirin. Derse girip çıkmak, kantinde lâf kaynatmak ve gezip tozmakla bütün zamanınızı harcamayın. Ankara’da, taşrada bulamayacağınız şeyler var; müzeler, tiyatrolar, kütüphaneler var; önemli toplantılar, konferanslar oluyor. Bunlardan olabildiğince nasibinizi almaya çalışın. Her şeyden önemlisi, ders kitapları dışında kitaplar okumalısınız. Hukukçuların ufku geniş, bilgisi derin, kişiliği sağlam olmalı. Gençlik yaşları, yetişme çağıdır; kendinizi iyi yetiştirmeye çalışın… Üniversite eğitimi, insana aydın olabilmenin kapısını açar ama asla ‘aydın’ yapamaz. Siz, geniş okuyacaksınız, kendi kendinizi yetiştireceksiniz. Okumayanlar, burada dört sene geçirir, yaşları büyür; yani sıpa olarak gelir, ‘eş – şek’ olarak mezun olur gider!”
Mukbil Hoca, gözlerindeki muzip bakışla öğrencilerine bakıyor, gülmemek için kendini sıkan gençlerin yüzündeki gülümseyiş yayılıyordu…
Üniversitede elbette çok şeyler öğreniyoruz. Fakat benim aldığım en çarpıcı, hafızamdan hiç silinmeyen ders, beş dakika süren bu sohbetti. Öğrencilik döneminde ders kitapları ve sonrasında meslek kitapları dışında bir şey okumayan insanlar, kamu görevi üstlenince ‘diplomalı cahil’ sıfatı her hallerinde fışkırıyor. Hele siyaset alanında boy gösteren, milletin kaderinde önemli roller oynayan; ham ama kurnaz, cahil ama boşboğaz tipleri gördükçe, Mukbil Hoca’nın nüktesi aklıma damlayıveriyor. İster istemez hükmü veriyorum: “Yaşını başını almış, sıpalıktan eş-şekliğe yükselmiş…”
***
Kitap okumanın önemi üzerinde söylenecek her söz, fazladan söylenmiş olur. Gençlerimiz içinde okuyan, kitaplarla sıcak yakınlık kurmuş olanları gördüğüm zaman içimde bir havalanma oluyor.
Bazı gençler, beşer onar kişilik dar halka oluşturup, birlikte kitap okuma ve kitap sohbetleri yapıyor. Çoğunlukla haftada bir gün bir araya gelip, seçtikleri kitaplar üzerinde konuşuyorlar. Son yıllarda birçok yerde böyle birlikte okuma grupları oluşuyor, yaygınlaşıyor. Bunların bazılarını yakından tanıyorum, çoğunu sosyal medyada yaptıkları yayınlardan biliyorum. Bazı toplantılarda, kitabını tartıştıkları yazarla telefon bağlantısı kurup, sohbeti zenginleştiriyorlar. Bu gençlerimiz, kendilerini ve birbirlerini yetiştiriyorlar. Yapabilecekleri en faydalı didinmeyi gerçekleştiriyor, oluşturabilecekleri en güzel dostluk çemberini örüyorlar.
Bu güzel çalışmalarda, sohbetlerin daha verimli, faydalı ve güzel olabilmesi için üzerinde düşünmelerini istediğim bazı konular var. Bunlardan ikisini hatırlatmak istiyorum:
‘Okuduğumuz Kitapları Anlatıyoruz’ başlığı ile yayımlanan bir haberde, o günkü çalışmada ele aldıklarını sıralamışlar: Dört kitap, iki dergi, bir makale ve bir şiir. Bunları okumuş olan arkadaşları anlatıyor, sonra da üzerinde konuşuyor, didikliyorlar.
Böyle bir sohbette süre herhalde iki – üç saat olur. Bu zaman içinde bu kadar çok, farklı türde ve farklı konulardaki kitapların tahlili ve üzerinde toplu konuşulması pek verimli olamaz. Kısa ‘kitap tanıtımı’ yapılabilir, ancak kitaplara nüfuz edebilmek, konuları sindirebilmek mümkün olmaz.
Kanaatimce böyle bir grup çalışmasında bir tek kitap ele alınmalı, baştan sona süzülerek anlatılmalı; sorular ve ek sunumlarla sohbet yayılmalıdır. Aynı konuda yazılmış başka kitaplardan yapılabilecek katkılarla konu, enine boyuna konuşulabilir. Böylece, okumamış olan dinleyiciler, sanki okumuşçasına o kitabı sağmış olurlar. Hepimizin her kitabı okuma imkânı yok. Okuyamadıklarımızı okuyandan dinleyerek yararlanmak, böyle sohbetlerin sağladığı büyük nimet olur.
İkinci önemli konu, kitap seçimidir.
Birkaç gün önce Metin Kaplan dostumuz Ankara’ya gelmişti. Efendi Barutçu ve Hüseyin Hoca’yla birlikte renkli bir akşam sohbeti kaynattık. Bir ara söz, kitap okuma konusuna kayınca Metin, “Ağabey, okunması gereken o kadar kitap var ki, okumaya bir ömür değil, ömürler yetmez…” dedi. “Evet” dedim. “Uçsuz bucaksız bir kitap denizinin içindeyiz. Ama biz, bu denizden ancak damlalar içebiliyoruz…”
Bugünün dünyasında kitaplara ulaşmak, kolaylaştı. Tarihte yazılmış ve bugün yazılan kitaplar, teknolojik imkânlarla her geçen gün daha kolay yayımlanıyor, üstümüze yağıyor. Günün 24 saatinde okusak, kaçını okuyabiliriz ki... İşte bu gerçek, önümüze bir soruyu dayıyor: Şu konuda, hangi kitabı seçip okumalıyız?
Kitap seçimi, ‘okuyan’ insan için can alıcı bir iş.
İlk gençlik yıllarımızdan başlayarak okuduğum bazı kitapları bugün görünce, buruk bir acınma duygusuna kapıldığım oluyor: “Bunu niye okumuşum ki? Harcadığım zamana yazık!” Bazen de şu kitabı okuyarak ‘bir dirhem şeker uğruna bir çuval keçiboynuzu’ yemiş olduğumu düşünürüm.
Gençlerimiz kitap seçiminde titiz olmayı, alanında en iyi kitapları bulup okumayı öğrenmeli, başarmalıdır. Düzenli olarak grup halinde kitap sohbetleri yapanlar, okuyup anlatacakları, dinleyecekleri ve üzerinde konuşacakları kitapları belirlerken çok daha dikkatli ve hassas olmalıdır.
“Tarih alanında, belli bir dönem veya konu hakkında yazılmış en iyi kitaplar içinden hangisini okumalıyız?.. Niçin bu kitabı seçiyoruz?.. Aynı konuyu işleyen kitaplar içinde bunun farkı, üstünlüğü ne?...” gibi sorular, doğru seçimin anahtarıdır. Edebiyat, sosyoloji, siyaset, ilahiyat, felsefe… Kısacası her alan içinde, ilgilendiğimiz konuda yazılmış kitaplar arasından bir veya birkaç kitabı seçebilmek; iyi okuyabilmenin ilk adımıdır. Yoksa abur cubur okuyarak zaman kaybeder ve boşa emek harcarız. ‘Okumadan yazar olmuş’ yazarların savurduğu yüksek bilgilerle heybemizi doldurur, sonra da yıllar boyunca yutup ayıklamaya didiniriz.
Burada akla düşecek soru şudur: Bir insan, aynı konuyu işleyen, hiçbirini okumadığı kitaplar arasından iyilerini nasıl seçebilir? Yazarın kişiliği, konuya hâkimiyeti, kitap hakkında yazılmış değerlendirmeler, bir kanaat sahibi olmaya yol açabilir. Ancak güvenilir kişilere danışmak, en kolay ve doğru yoldur.
Bir daha vurgulayalım:
“Okunması gereken o kadar kitap var ki, okumaya bir ömür değil, ömürler yetmez.”
“Uçsuz bucaksız bir kitap denizinin içindeyiz. Ama biz, bu denizden ancak damlalar içebiliyoruz.”
Öyleyse, yapabileceğimiz açıktır: Okuma alışkanlığını, okuma zevkini kazanmak ve kitaplar arasında seçici olmak…