Ömür Kızıl

Tüm yazıları
...

Kavramları karıştırmak: Vatanseverlik ve milliyetçilik

İletişim: omurpasha@hotmail.com

Ömür Kızıl

Gündelik hayatta kullanılan pek çok kavram, ihtiva ettiği anlamdan başka manalarda kullanılmaktadır. Bazen kavramın gerçek anlamından ziyade bu yanlış kullanımlar, toplumun geniş kesimlerince tercih edilebilmekte ve benimsenmektedir. Bu kavramlardan üçü, çağdaş siyasi, sosyal, kültürel, eğitim vb. alanlarda kullanılan vatanseverlik, ulusalcılık ve milliyetçilik kavramlarıdır.  Bu yazıda, ciddi kavram kargaşaları ve yanılgılarına işaret eden bu üç kavram arasındaki bağlantı ve farklılıklar üzerine odaklanılarak Türk kamuoyuna sirayet eden bu kavramların çözümlemesi yapılmaya çalışılmıştır. Bu yapılırken, bu kavramlarla ilgili literatürde genişçe yer alan olgu ve görüşlerin tekrarından kaçınılarak bu meziyetlerin gelişimi ve aralarındaki bağlar hususunda özgün bir perspektifin sunulmasına gayret edilmiştir.

Vatanseverlik (yurtseverlik/patriotism), adından da anlaşılan bir anlam ihtiva etmektedir. Bu sebeple ek bir açıklamaya ihtiyaç duymamaktadır. Ancak vatanseverliğin teşekkülü için bir vatan idrakinin gelişmesinin şart olduğu aşikârdır. Vatan kavramını, bir halkın üzerinde hâkim bir şekilde yaşadığı, kültür ve uygarlığını oluşturduğu toprak parçası olarak nitelendirebiliriz. Bu bağlamda bireyde vatan idrakinin oluşabilmesi için bireysel tecrübeleri aşan ve önceki nesillerden intikal eden bir bilgi birikimine ihtiyaç duyulduğu açıktır. Bu sebeple, vatan idrakinin oluşumu yazının kullanılması ile yakından alakalıdır. Remzi Oğuz Arık, vatanların kuruluşunu tamamen yazının kullanımına bağlamak suretiyle bu konuya dikkat çekmiştir. Ancak yazının kullanımının ötesinde, bilgiyi görsel formda intikal ettiren mekânsal temsil araçlarının kullanımı vatan idraki hususunda esas devrimi getirmiştir. 16. ve 17. yüzyıllarda coğrafi açılım gerçekleştiren Avrupa devletleri, mekânın kartografik temsili hususunda görsel bir devrimi de gerçekleştirmişlerdir. İnsanlığın pek çok alanda soyutlama becerisi konusunda devrim gerçekleştirdiği böyle bir çağda, bireyin üzerinde yaşadığı devlet kavramı görsel bir form kazanmıştır. Bireysel tecrübesinin imkân verdiği ölçüde sınırlı alanlar için bilişsel harita geliştirebilen Avrupa köylüsü/kentlisi, yaygınlaşan eğitim vasıtasıyla kartografik temsillerle tanışmış ve memleketinin hiç görmediği bucaklarına ilişkin mekânsal temsili (sınırları çizilmiş vatanı) zihnine işlemek suretiyle vatan kavramına somut bir hüviyet kazandırmıştır. Bu bugün de böyledir. Vatan denildiğinde zihinlerde çakan şimşeklerin belki de en güçlüsü vatanın sınırlarını çizen bu mekânsal temsillerdir (haritalardır).

Vatan idrakinin bireysel tecrübeyi aşan bu boyutuna değindikten sonra vatanseverlik kavramına geçebiliriz. Vatanseverlik kavramı, çoğunlukla hatalı bir şekilde diğer ikisinin yerine (ulusalcılık-milliyetçilik) kullanılabilen bir kavram olarak dikkat çekmektedir. Muhakkak ilişkilidir, lakin kesinlikle aynı kavram değildir. Vatanseverlik, vatan idraki bahsinde görüldüğü üzere, üzerinde yaşanan toprağa ilişkin bireysel tecrübeyi aşan bir bilgi birikimi gerektirmektedir. Bu bilgi birikiminin, bireyi üzerinde yaşadığı toprağı sevmeye ve ona bağlanmaya yönelik oluşturduğu hisleri bu bağlamda değerlendirebiliriz. Yani bu hissin teşekkülü belli düzeyde bir eğitim ve kültür meselesidir. Vatanseverliğin karıştırıldığı milliyetçiliğin (nationalism) gelişimi de aynı şekilde bir kültür ve eğitim meselesidir. Ancak bir farkla, milliyetçiliğin teşekkülü için daha üst düzey bir kültür ve eğitimin inkişaf ettirdiği şuura ihtiyaç vardır.

Vatan idrakinin doğuşu kuşkusuz milliyetçiliğin evrimini tetiklemiş veya güçlendirmiştir. Yukarıda bahsini ettiğimiz 16. ve 17. yüzyılların ardından milliyetçiliğin önce Avrupa, sonra dünya genelindeki yayılımı vatan idraki ile sıkı sıkıya ilişkilidir. Ancak milliyet şuuru, her ne kadar vatan idrakinden güç alsa da, başlı başına onun eseri değildir. Vatanseverlikte yurt toprağına yönelen sevgi ve bağlılık, milliyetçilikte vatanseverliğe ek olarak mensubu olunan millete yönelik bir sevgi ve bağlılığa dönüşmektedir. Geçmişin (tarihin) bilgisinden alınan şuurla milletini sevmek, milletinin geleceği ve iyiliği için çalışmak, milletin, ancak kendi değerleri ve kültürü üzerinde yükselebileceğini savunan bir görüş olarak nitelendirebileceğimiz milliyetçilik, içerisinde vatanseverlik boyutunu barındırsa da ondan fazlasıdır. Aynı kültürden feyz alan toplulukları, milliyet şuurunda ittihada erdirmek ve onların iyiliği, geleceği için türlü fedakârlıklara katlanmak üst düzey bir ahlak ve motivasyon gerektirmektedir. Bu şuura intikal edecek bir zihnin, içerisinden çıktığı kültür havzasının kodlarını içselleştirmiş olması ve onu, çevresindeki diğer kültür havzalarından müstakil kılan özelliklere yönelik farkındalık geliştirmesi zaruridir. Bu ise ancak üst düzey entelektüel bir uğraşın ürünü olabilir. Üst düzey bir kültür ve eğitime(1) sahip olmayan bir bireyin milliyetçiliğinin sahih olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Belki kavram kargaşasından dolayı milliyetçiliği vatanseverlik anlamında kullanmasından dolayı samimi olduğunu söyleyebiliriz, ancak milliyetçilik bahsi kesinlikle sahih olmayacaktır.

Milliyetçilikte aynı kültür kodlarını ve aynı geçmişi paylaşan topluluklara duyulan muhabbet, vatan sınırlarını aşan bir formata sahiptir. Vatanseverlikte, sınırları belirlenmiş bir coğrafya ile sınırlandırılan şuur, milliyetçilikte sınırları aşan bir hüviyet kazanmaktadır. Dolayısıyla milliyetçiliğin irredantist bir niteliğe haiz olduğu söylenebilir. Bu yönü, milliyetçiliği tarihteki bazı olumsuz örneklerden dolayı Nazizm, faşizm vb. ile birlikte anılmaya itmiştir. Örneğin geçtiğimiz aylarda, Birinci Dünya Savaşı’nın bitişinin Paris’teki 100. yıl töreninde konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron, milliyetçiliği bu bağlamda değerlendirmiş ve ‘vatanseverliğin zıddı’ olarak sunmuştur. Oysa bir kültür hareketi olan milliyetçiliğin ırkçılık üzerine şekillenen Nazizm; halka dayanan bir hareket olarak milliyetçiliğin de otoriter idare sistemleri (faşizm) ile uzaktan yakından ilişkisi kurulamaz(2). Bunlar da farklı kavram kargaşalarına işaret etmektedir. Macron, vatanseverlik ile milliyetçiliğin aynı şey olmadığı konusunda haklı olsa da, birbirinin zıddı olan olgulardan bahsetmiyoruz.

Bir diğer kavram olan ulusalcılık (nationalism) esasında milliyetçilik ile aynı anlama gelmekte olup, günümüzde Türkiye’de farklı manalarda kullanılması sebebiyle bir kavram kargaşasına sebep olmaktadır. Bu bağlamda ulusalcılık, hatalı olarak ‘vatanseverlik’, ‘sekülerizm’ vb. kavramların yerine kullanılabilmektedir. Oysa Moğolca ve Türkçe kökenli ulus ile Arapça kökenli millet kelimelerinden türeyen bu kavramlar eş anlamlıdır.

Bunların yanında bir diğer kargaşa ‘Atatürk milliyetçiliği’ bahsinde yaşanmaktadır. Gelmiş geçmiş en etkin aksiyoner Türkçülerden (Türk milliyetçilerinden) olan Mustafa Kemal Atatürk’ün, kültür milliyetçiliği ile ilgili söylemleri ve Türkçülüğün gelişimi sırasında bulunduğu konum sebebiyle yaptığı icraatlardan yapılan hatalı çıkarımlar, farklı anlamlar yüklenen, Atatürk’ün anlayışını eksik temsil eden bir görüşün doğmasına sebep olmuştur. Atatürk yaşadığı dönem itibariyle, Türkçülük düşüncesinin henüz kitlelere yeni yeni nüfuz etmeye başladığı bir devirde faaliyetlerini yürütmüştür. Kendisi de Türkçülük fikrini Türk milletinde uyandırmaya çalışmıştır. Ziya Gökalp, bilindiği üzere Türkçülüğü mefkûresinin büyüklüğü bakımından üç aşamaya ayırmıştır: 1-Türkiyecilik, 2-Oğuzculuk/Türkmencilik, 3- Turancılık. Bu aşamaların hepsi bir bütünün parçalarıdır. Yusuf Akçura da Türkçülüğün sınırları aşan ve Türklerin yaşadığı her yeri kapsayan bu özelliğine dikkat çekmiştir(3). Bu aşamaları birbirinden ayrı olgular olarak lanse etmek ve o şekilde yargılayarak hüküm vermek hakikati bağlamından koparmak olacaktır. Fikirleriyle, Atatürk’ü büyük ölçüde etkileyen Ziya Gökalp yaşarken bunlardan sadece ‘Türkiyecilik’ reel politikada uygulama imkânı bulmuştu. Atatürk’ün Gökalp’ten sonraki yaşamı için de aynı husus geçerliydi. İkinci aşama olan ‘Oğuzculuk’ ise gelecekteki bir hedefe, bir ülküye işaret etmektedir. Ziya Gökalp bu konuda şöyle demektedir: “Türkçülükteki yakın ülkümüz Oğuz birliği ya da Türkmen birliği olmalıdır. Bu birlikten amacımız nedir? Siyasal bir birlik mi? Şimdilik hayır! Gelecekle ilgili bugünden bir yargıya varamayız. Fakat bugünkü ülkümüz, Oğuzların yalnız kültürce birleşmesidir.(4) Ziya Gökalp, üçüncü aşama için de benzer fikirlere sahiptir. Atatürk’ün düşüncesi de farklı değildir. Bir önceki yazı dizimizde Atatürk’ün, Türk dünyası ile ilgili görüş ve uygulamalarında bu hususlara değindiğimiz için tekrar ayrıntılı bir yer açmıyoruz. Ancak Türkiye’nin banisinin şu cümlelerinin tekrarında yarar görüyoruz:

Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını beklememeliyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir” (29 Ekim 1933).

Görüldüğü üzere Atatürk, Ziya Gökalp tarafından sistemleştirilen Türkçülüğün aşamaları ile ilgili görüşü benimsemiş görünmekte ve ileriki aşamalar için hazırlık konusunda Gökalp ile aynı görüşleri paylaşmaktadır. Bu, Atatürk’ün kuşku götürmeyen Türk milliyetçiliğinin basit bir kanıtıdır. Ancak onun sadece uygulamalarına ve çağın reel politiğinin gerektirdiği söylemlerine bakarak içerisinde bulunduğu ‘Türkiyecilik’ aşamasının uygulamalarıyla O’nun ufkunu sınırlayanlar, ‘Atatürk milliyetçiliği’ tabiri ile yalnızca ‘vatanseverlik’ şablonuna sığacak sanal bir olgu yaratmışlardır. Oysa yukarıda değindiğimiz üzere vatanseverlik, milliyetçilik için bir önkoşul olsa da, aynı anlamı ihtiva etmiyordu. Belki sadece ilk aşamalarından birine tekabül ettiğini söyleyebiliriz. Gökalp’in aşamalandırmasında olduğu gibi.

Kavramların bu mahiyetlerini göz önünde bulundurup, kullananların hangi anlamları yüklediklerine dikkat etmekte fayda var. İçi yanlış doldurulan kavramlarla yüklenilen veya atfedilen kimlikler, her şeyden önce o kavramın tarihsel varlığının zeminini oynatmaktadır. Zira kavramları, her ne kadar olgusal gerçeklikleri açıklamak ve kategorize etmek için kullandığımızı düşünüp, onları nesnel varlıklar gibi algılasak da, yaşadıkları tek yer zihinlerimizdir. Zihinlerimizin içi ise manipülasyona ve dejenerasyona pek meyillidir.

(1) Bahsedilen eğitim, ‘diploma/sertifika’ eğitimciliği değildir. Nitelikli örgün ve yaygın eğitim ile toplumun kültürleme süreçlerinin bütünü kastedilmiştir.

(2) Erol Güngör (1992), Türk Kültürü ve Milliyetçilik, İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş., s.110.

(3) Yusuf Akçura (2016), Üç Tarz-ı Siyaset, Ankara: Türk tarih Kurumu, s. 23.

(4) Ziya Gökalp (2012), Türkçülüğün Esasları, İstanbul: İnkılap, s. 20.