İletişim: omurpasha@hotmail.com
İpek Yolu’nda dağlar, denizler ve çöller aşılarak yapılan yolculukta izlenen rota; Anadolu toprakları veya Suriye çölü aşılarak Fırat’a, buradan da Part ülkesi, Baktirya üzerinden Pamir yaylasına varıyor, tarım çukuru vahadan vahaya aşıldıktan sonra Gobi çölüne, oradan da Çin seddine ve Sarı ırmağa ulaşılıyordu.(1) Türk yurtlarından geçen bu güzergâh birçok yan kol ile beslenirdi. Bu yan kolların da birçoğu, Türk yurtlarını birbirine bağlaması bakımından önemlidir.
Farklı Türk boyları, İpek yolu hâkimiyeti için pek çok kez tek bir Türk Kağanı’nın sancağı altında birleşmeyi kabul etmişlerdir. Bu siyasi işbirliğine ek olarak İpek yolu üzerinde hareket halinde bulunan tüccarlar ve seyyahlar farklı Türk boy ve obaları arasında kültürel alışverişin de ortaya çıkmasını sağlamıştır. Öyle ki aralarında yüzlerce kilometre bulunmasına ve hiçbir iletişim aracı olmamasına rağmen Türk çocukları aynı masallarla büyümüşlerdir.
Aynı siyasi teşkilat altında yaşama durumunu, hâkim olunan coğrafyaları birbirine bağlayan ticaret yollarının yarattığı olumlu etki ve sonuçlar ile birleştirince, hemen hemen kültürel birliktelik sağlanmıştır. 1338 yılında Fransisken rahibi Pascal de Victoria, Kuman dilinin bütün Orta Asya’ya yayılan, Çin’e kadar her yerde anlaşılan bir ‘dil’ olduğunu yazmaktadır. Bu bakımdan İpek yolu, kitlesel insan yaşamı açısından büyük güçlükler barındıran bozkırları, kültürel açıdan birbirine bağlama işlevi görmesi bakımından Türk milleti için önemli tarihi bir unsurdur.
Yüzlerce yıl sonra oturdukları bozkırlardan kalkarak, batıya doğru yürüyüşe geçen toplulukların rotası yine İpek yolu olmuş ve Türkler, Mezopotamya ile Anadolu’ya girmişlerdir. Selçuklu devleti ve akabinde onun mirasını devralan Osmanlı’nın izlediği fetih siyasetini şekillendiren yegâne unsur yine İpek yolu olmuştur. Özellikle Sultan II. Mehmet’in izlediği fetih politikası bu hususta bize önemli ipuçları verecektir; İstanbul (1453), Trabzon (1461), Kırım (1475) ve Ege adaları gibi fetih yurtlarının tümü ticaret yolları üzerinde yer alan önemli durak noktalarıdır.
Bu fetih hareketleri ile Anadolu ve kuzeyindeki Karadeniz ticaret sahası Türk kontrolüne girmiş oluyordu. Sultan I. Selim’in Suriye ve Mısır’ı fethi, tüm Doğu Akdeniz ve Mısır limanlarının Osmanlı devletinin kontrolüne girmesini sağlarken; İpek ve Baharat yolu üzerinde doğu ile batıyı ayıran bir Türk seti meydana gelmiş oluyordu.
Bu durum ilk etapta Osmanlı Türkleri açısından olumlu bir mali ortam sunsa da; uzun vadede Türk milleti için olumsuz neticeler doğurmuş olabilir. Zira 16. yüzyılın ilk yarısından sonra Türk kontrolüne giren İpek yolu ve Baharat yoluna, Avrupalıların alternatif ticaret yolu arayışları gerçekten de bu ticaret yollarının önce önemini azaltmış sonra da ortadan kalkmasını sağlamıştır.
İpek yolunun önemini kaybetmesi Osmanlı Türkleri için olumsuz ekonomik sonuçlar doğurduğu gibi, Türkistan Türkleri açısından da olumsuz ekonomik sonuçlar doğurmuştur. Ancak Türkistan Türklerinin bir diğer dezavantajı, uçsuz bucaksız bozkırları birbirine bağlayan kültür taşıyıcısı köprülerini kaybetmiş olmalarıdır. Bu tarihten sonra Türkistan Türkleri, her birisi kendi bulundukları mahallerde yerleşmiş çok büyük olmayan muhtelif fırkalara bölünmüş ve bu fırkalar arasındaki kültürel alışverişi büyük ölçüde kaybetmiştir.
19. yüzyılın muhtelif devirlerinde devletlerarası hukuku hiçe sayan Rus Çarlığı, Türkistan topraklarını işgal ederek “böl ve yönet” sistemini uygulamış; bu bölgede yaşayan Türklerin, Türk milletinin bölünmez birer parçası olduğu fikrinden uzaklaşmaları için her türlü idari, eğitimsel ve kültürel baskıyı uygulamıştır. Bu baskılar sonucunda Sovyetler Birliği’nde Türk yerine; ‘Özbek’, ‘Kazak’, ‘Kırgız’, ‘Türkmen’, ‘Azeri’ vb. boy, hanedan, bölge adları ile hitap edilmiş ve kendilerine birbirinden ayrı halklar oldukları ve Türklükle hiçbir alakaları olmadıkları fikri aşılanmıştır.(2) Rusların böl-yönet politikaları o kadar derin yaralar açmıştır ki; bugün bile Kırgızistan ile Özbekistan arasındaki anlaşmazlıkların varlığını mümkün kılmıştır.
Bugün, Türkistan’ın kendi içerisinde sergilediği bölünmüşlük ve Türkistan ile Anadolu arasındaki kültürel uzaklaşmanın ortadan kaldırılması için kullanılabilecek yegâne metotlardan birisi eğitimdir. Ancak Türk nüfusunun yaygın olarak görüldüğü Anadolu ve Türkistan coğrafyalarında çocuklara verilen tarih eğitimi ne yazık ki müşterek bir anlayıştan yoksundur. Özellikle Türkistan’da kurulan bağımsız Türk devletlerinin bazılarında çok yakın zamana kadar Anadolu Türklüğünün tarihindeki karakterler ve devletler barbar, istilacı ve sömürgeci olarak gösterilmekte idi. Konu ile ilgilenenler, Anadolu’da yaşayan topluluk ile Türkistan’da yaşayan topluluklar arasındaki akrabalığı bilirler. Lakin kara propagandanın ve asimilasyonun etkisine maruz kalmış milyonlarca insan, ne yazık ki bu bilincin uzağında yer almaktadır. Bunun pek çok tarihi ve kültürel sebebi vardır. Ancak bütün bunları bir yana bırakırsak, bugün bu problemi ortadan kaldırmakta kullanılabilecek yegâne faktörün yine eğitim olduğunu görürüz. Çok değil, 100-150 yıl öncesine kadar Çarlık Rusya’sının, 25-30 yıl öncesine kadar Sovyet Rusya’nın kullandığı güç de temelde aynı idi, eğitimdi. Nikolay İlminsky’nin Türkistan’da konuşulan Türk dilini sistematik bir şekilde parçalayarak lehçelere dil hüviyeti kazandırmak işinde kullandığı yegâne silah eğitimdi. Bu saldırı, Kırgız Türklerinin şimdi bile yükseköğretimi büyük ölçüde kendi dilleriyle yapamamalarına sebep olmuştur.
Bugün Nikolay İlminsky olmamasına rağmen, bu sorun devam ediyor. Millet olarak bize düşen, İlminsky’nin ruhunun yerine Gaspıralı’nın ruhunu koymaktır. Sorunun temelinde, esasında aynı dili konuşan insanlara verilen eğitimin farklı perspektiflerden sunuluyor olması yatmaktadır. Milleti millet yapan dil ve ortak tarihtir. Öyleyse Semerkant’da Türk dediğimizde, Kaşgar’da Türk dediğimizde, Bakü’de Türk dediğimizde, Konya’da, İstanbul’da Türk dediğimizde aynı metaforun zihinlerde vücut bulmasının ön koşulu; ortak dil ve tarih eğitimidir.
İpek yolu, yüzlerce yıl boyunca Türk hamilerine ev sahipliği yapmış olan; kültürlerin bir arada yaşayabilmesini, sentez yaratabilmesini sağlayan tarihi bir unsurdur. Öyleyse İpek Yolu'nun üzerinde teşkil olunmuş olduğu Türkistan, Azerbaycan ve Anadolu coğrafyalarını tekrardan kültürel olarak diriltebilmenin bugünkü yolu; yine ticaret gibi iktisadi unsurların yanında bir de eğitimdir. Bu eğitim ortak dil eğitimidir, tarih eğitimidir, sosyal bilgiler eğitimidir.
Bu yazı, yazarın daha önceden Eğitimin Sesi dergisinin 46. sayısında yayımlanan yazısının düzenlenmesiyle oluşturulmuştur.
(1) Sedillot, Rene (1983). Dünya Ticaret Tarihi. Cep Yayınevi., s.116.
(2) Saray, M. (1999). Yeni Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, s.3