İletişim: omurpasha@hotmail.com
İnsan düşüncesi, insanlığın içerisinde ortaya çıktığı mekân tarafından, mekânın unsurlarına ve özelliklerine göre şekillendirilmiştir. Mekânsal olmayan mevhumlar dahi mekâna atfedilen özellikler vasıtasıyla yapılandırılır ve kullanılır. Zira insan, her daim bir mekân içerisindedir ve yaşamı tamamen o mekân ile etkileşiminden veya bu etkileşimden meydana gelen bilişsel yansımalardan ibarettir.
İnsanın düşünme becerilerine bakıldığında, bugün farklı disiplinler tarafından tanımlanan pek çok düşünme becerisi sıralanabilir. Ancak kanımızca bu düşünme becerileri içerisinde başat olanı mekânsal düşünme becerisidir. Amerika Birleşik Devletleri ve Güney Kore gibi ülkelerde önemi fark edilmiş olan bu düşünme becerisi ülkemiz akademisinde henüz gereken ilgiyi görmemiştir. Oysa neredeyse tüm düşünme süreçlerinde bu becerinin diğer düşünme becerileri için de bir ön gereklilik olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Doktora tezim kapsamında gerçekleştirdiğimiz çalışmalarda bu hususun farkına varmış ve deneysel araştırma ile mekânsal düşünme becerisinin zaman gibi soyut bir kavram ile ilgili düşünme becerileri üzerinde dahi anlamlı şekilde çok yüksek oranlarda yordayıcı olduğunu ve hatta zaman algısının insan bilişi tarafından entelektüel mekân formunda yapılandırıldığını tespit etmiştik.
Meselenin Turan açısından ele alınmasından önce mekânsal düşünme becerisi ile ilgili birkaç hususa değinme zaruriyeti bulunmaktadır. Mekânsal düşünme sürecinde, veriyi bilgiye dönüştürmede üç mekânsal bağlam bulunmaktadır; yaşam mekânı, fiziki mekân ve entelektüel mekân.(2) Yaşam mekânı coğrafyası, dört boyutlu zaman-mekânın fizikî coğrafî dünyasıdır. Mekânsal düşünmenin bu bağlamı, bireyin kendisi ile fizikî çevresinde yer alan diğer unsurlar arasındaki statik ve dinamik mekânsal ilişkileri kapsamaktadır. Bu bağlamda tanımlanan yerler milimetreden yüzlerce kilometreye kadar uzanabilmektedir. Yol bulma ve navigasyon faaliyetleri, bir çocuğun oyuncağının parçalarını birleştirmesi veya bir kamyonun tam kapasite doldurulması gibi içinde yaşadığımız dünya üzerine düşünme süreçleri bu bağlamda değerlendirilebilir. Burada söz konusu olan, bizzat bireyin çevresini oluşturan mekândır.
Mekânsal düşünmenin ikinci bağlamı “fizikî mekânın coğrafyası”dır. Bu bağlam, yine dört boyutlu zaman-mekân üzerine kuruludur. Fakat bu bağlamda; doğa, yapı ve olayların fonksiyonlarına mikroskobik ölçekten, astronomik ölçeğe kadar bilimsel bir anlayış ile odaklanma söz konusudur. Bu odaklanılan dünya, hem mikro düzeyde atomun hem de makro düzeyde dünya ve evrenin yapısını barındıran bir dünyadır. Doğası itibariyle burada düşünülen mekân, fizikî olarak ilk bağlamda sunulan “yaşam mekânı” ile aynı niteliktedir. Lakin aralarındaki farklılık, mekâna erişim ve yaklaşma teknikleri hususundadır. “Fizikî mekân”da daha çok bilimsel bir perspektiften söz edilebilir. Öklid geometrisine ve metrik mesafeye dayalı olarak herkes tarafından objektif olarak ölçülebilen mutlak mekân(3) bu bağlam içerisinde değerlendirilebilir.
Mekânsal düşünmenin üçüncü bağlamı konumuz açısından daha önemli olup “entelektüel/zihinsel mekânın coğrafyası”dır. Bu bağlam, kavramlar ve nesneler arasındaki ilişkiler üzerine kuruludur. Bunlar mekânda olmayabilirler, hatta mekânsal da olmayabilirler; ancak zaman-mekân koordinatları içerisinde mekâna ait kılınabilmektedirler. Burada anahtar öncül, nesneler arasındaki ilişkilere ait verinin dönüştürülmesidir (örneğin benzerlik-farklılık, görünüş zamanı, sıra ya da dizi gibi). Bu bağlam dile ait söylemleri, mekânsal bir düzende dönüştürme üzerine kuruludur. Temsiller bu surette oluşturulur. Dilin yapısı ve düşünme süreçleri üzerindeki etkisi, hazırlanan temsilleri etkilemektedir. Örneğin “siyah araba, beyaz arabadan daha güzel ve beyaz araba da kırmızı arabadan daha güzel” söylemi mekânsal bir temsilde görselleştirilirken, arabalar soldan sağa ya da yukarıdan aşağıya doğru sıralanır. Benzer şekilde zamanın akışı, mekânsal bir temsilde görselleştirilirken soldan sağa ya da yukarıdan aşağıya doğru akan bir çizgi metaforu kullanılır. Dolayısıyla zaman ve tarih şeridi çalışmaları, “entelektüel mekânın coğrafyası” kapsamında değerlendirilebilir. Tarih şeritlerinde, mekânsal olmayan zaman mevhumu, mekânın araçları kullanılarak mekâna ait olmaktadır. İmge mekân olarak da tarif edilen, belli resimler, imgeler ve imajlar bağlamında oluşturulan mekân bu bağlam içerisinde değerlendirilebilir.(4) Diğer yandan, “geçmişin manzarası” hakkında düşünürken, farklı zamanların coğrafyaları arasında dolaşmaya, bağlantılar ve neden-sonuç ilişkileri kurmaya imkan sağlayan esnek bilişsel hareketler de “entelektüel mekânın coğrafyası” bağlamında değerlendirilebilir. Entelektüel mekânın özellikle bu boyutu konumuz açısından önem arz etmektedir.
Yukarıda sunulmuş olan mekânsal düşünmenin üç bağlamı, birbirleriyle bağlantılıdır ve biri diğerinden bağımsız değildir. Mekânsal düşünmenin kökleri, “yaşam mekânı” ve “fiziksel mekân”lar iken; entelektüel (zihinsel) mekânlar yaratan mekânsallaştırma süreci(5), eğitim ve bilim açısından çok önemlidir. Zira entelektüel mekânlar, büyük ölçüde eğitim ve tecrübe ile yaratılmaktadır.
Şimdi Turan meselesine dönecek olursak; Turan her şeyden önce entelektüel/zihinsel mekân coğrafyasının, Türk medeniyetine ilişkin zaman-mekânsal niteliğe haiz (tarihi, coğrafi, sosyal, kültürel, siyasi) olgular bütününün bir ürünüdür. Entelektüel mekân olarak zihinlerde inşa edilmemiş bir Turan, fiziki ve siyasi coğrafya üzerinde kendisine yer bulamaz. Zira fiziki ve siyasi coğrafya, önce onu yaratan ve algılayan zihinlerde epistemolojik bir vaka olarak ortaya çıkıp, sonra ontolojik varlığını yine o zihinlere sergileyebilir. Turan’ı entelektüel mekân olarak yaratıp, zihinlerde yer bulmasını sağlayabilecek en önemli etkenler ise eğitim ve bilimdir. Tarih, coğrafya, antropoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji vb. disiplinlerin Türk toplumu ve kültürü ile ilgili sunduğu disiplinlerarası nitelikteki zaman-mekânsal veriler, Turan’ı entelektüel mekân olarak inşa etmeye yarayacak olan harç malzemeleri olarak düşünülebilir. Turan yalnızca coğrafi (fizikî mekânsal) açıdan düşünüldüğünde, zaman boyutunda yatay düzlemde bir değerlendirmenin bahsi olabilir ki ulusüstü Turan kimliğine(6) hayat veren tarihî ve kültürel derinlik burada görünmez olur; yarısı hür, diğer yarısı esir proto milliyetçilik ürünü mikro millî kimliklere sahip topluluklar, içerisinde yaşanılan dönemin bir gereği olarak ulusal çıkar ilkesi ile hareket eden yönetimler ve kimi yerde Sovyetlerden kalma bürokrasi kadrolarının sunduğu bir manzara ile karşılaşılır. Yatay düzlemde karşımıza çıkan bu sathi manzaraya göre; evet, Turan bugün imkânsızdır. Ancak Turan, zaman ve mekânın eş zamanlı olarak yatay ve dikey olarak tahayyül edildiği bir ortamda referanslarını geçmişten alır ve bugünün coğrafyasında hem parçalanmışlığının hem de birliğinin yalnızca silüetlerini belli eder. Böyle bir ortamda Turan mekânı, yalnızca entelektüel mekânda kendisine yer bulabilecek dört boyutlu bir hal alır. Dolayısıyla Turan’ı iki boyutlu veya üç boyutlu haritalarla, canlandırmalarla tek başına resmetmek, temsil etmek mümkün değildir. Onu zaman-mekânsal olarak görselleştirmeye en çok histomap olarak da adlandırılan senkronik tarih şeritleri yaklaşsa da (kendileri de entelektüel mekân örneği olan bu materyaller de) bir yere kadar temsil imkânı sağlarlar ve mekânsal düşünme becerisi gelişmemiş bireylerce yaratılmaları imkansız, anlaşılmaları güçtür.
Turan kelimesi, pek çok kimsede yalnızca coğrafî bir olgu veya imaj çağrışımı yapabilir. Ancak Turan, coğrafi olmanın ötesinde aynı anda tarihî, siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik boyutları da olan ve bu boyutların yalnızca birisiyle açıklanma imkânı bulunmayan, sadece mekânsal veya zamansal değil zaman-mekânsal nitelik arz eden bir olgudur. Meselenin bu şekilde anlaşılmadığı bir Turan, yalnızca haritalarda sınırlarını çizmeye çalıştığımız fiziki bir mekâna indirgenecektir. Bu ise esas varlığından, manasından koparılmış bir Turan kavrayışını ve daha doğrusu “kavranamamışlığını” beraberinde getirecektir. Turan’a, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ütopya yaftası yapıştıranların zihinlerindeki Turan, genelde yalnızca siyasi ve fiziki mekânın bahsi olabilecek bir Turan algısının ürünü olup eksik bir kavrayışa işaret eder.
Türk devletlerinin ve topluluklarının ulusüstü bir asabiyet anlayışı ile bir araya gelip(7) siyasî ve fizikî mekânda hayat verebilecekleri bir Turan birliği, ancak dünya genelinde yaşanacak büyük bir siyasi kriz ortamından doğabilir. Uluslararası siyasete yön veren güçlerin içerisinde bulunduğu bir kargaşa ortamı en son Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda yaşanmış, ancak Türk Dünyası(8) her iki olaydan da bir sonuç elde edememişti. Bu durum üzerinde Türk topluluklarının içerisinde bulunduğu siyasî, askerî, ekonomik imkansızlıkların etkisi kadar; topluluklar arası bir kolektif belleğin yokluğu ve mikro millî kolektif belleklerdeki Turan algısının yoksunluğu da etkili olmuştur. Dünya ve Avrupa tarihinin asırlar içerisindeki panoraması, İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze barış içerisinde geçen yılların ortalama Dünya barış süresi değerlerini aştığını ve suların ısınmaya başladığını göstermektedir. Türk Dünyası, eğer bir birlik istiyorsa yeni siyasi ve askeri kriz ortamına hazır olmalıdır. Bu hazırlık, yalnızca ordu mevcutlarının, ekipmanlarının, teknolojilerinin geliştirilmesi ve salt ulusal çıkar eksenine dayalı askeri ittifaklar kurulması değildir. Bunlar kesinlikle gerekli olmakla birlikte, esas hazırlık başka bir alanda gerçekleşmelidir. “Birlik” Türk Dünyası için bir seçenek değildir, “Cihan İmparatorluğu” kurma ideali anlamına da gelmemektedir. Birlik, yok olmamak için Türk Dünyası’nın atması gereken zorunlu bir adımdır. Zira yüzyıllardır çöküş sürecinde bulunan, kültürel üretim kabiliyetini yitirmiş yorgun Türk medeniyetine yeni bir motivasyon ve silkelenme ortamı sağlayabilecek gelişmelerin başında; yeni insan, kültür ve ekonomi kaynaklarını harmanlayacak ve yeni idealler sunacak “birlik” gelmektedir. Bu birliğe hazırlık ise yalnızca siyasî, askerî veya ekonomik alanlarda gerçekleştirilebilecek bir tedbirler silsilesinden ibaret değildir. Esas mesele eğitim ve kültür politikaları konusunda düğümlenmektedir.(9) Türkiye sathında yarı aydın tabakanın ve kamuoyunun kahır ekseriyetinin Turan denildiğinde “öcü” görmüş gibi tepkiler vermesinin ya da hayalperestlik, ütopyacılık edebiyatına girişmesinin en büyük sebebi Turan’a ilişkin entelektüel mekân algısından yoksun oluşları veya algılarındaki zaman-mekânsal referans noktalarının eksikliğidir. Rus ve Çin intelijansiyası bu konuda Türk (yarı aydın) intelijansiyasından ileridedir. Son bir asırdaki Çin ve Rus tarihleri, bunun en büyük delilidir. Hatta günümüzde, Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı politikalar ve Rusya’nın kendi içerisindeki Türk bölgelerinin özerkliğini kaldırması başta olmak üzere uygulamakta olduğu politikalar bu bilincin halen devam ettiğini göstermektedir.
Türk Dünyası’nın bu konuda alacağı en acil tedbir eğitim ve kültür alanındadır. Turan, fizikî mekânın mekânsal bir vakası değildir. Turan, entelektüel mekânın zaman-mekânsal bir vakasıdır. Bu entelektüel mekân, yeterli nicelikte ve nitelikte zihinde inşa olunup kolektif bellekte mevzi bulduğunda, fizikî ve siyasî mekândaki yansıması kaçınılmaz olacaktır. Ancak tersi bir sürecin işlemesi, yani Turan’ın kendisini yaratacak zaman-mekânsal entelektüel mekânlardan önce fiziki ve siyasi mekânda teşekkül etmesi, diğer tüm şartlar elverse bile mümkün değildir. Böyle bir durumun gerçekleşmesi, bir heykelin onu yaratacak heykeltıraştan önce var olmasına benzerdi.
(1) Bu yazı, Milli Devlet Gazetesi’nde yayımlanan “Hamasetin Ötesindeki Turan” başlıklı yazı ile birlikte değerlendirilmelidir. Turan olgusunun diğer boyutları bir önceki yazımızda konu edildiğinden aynı konuları tekrara düşmemek adına bu yazıda yinelenmemiş, Turan olgusunun yalnızca entelektüel mekân boyutuna odaklanılmıştır.
(2) Mekânsal düşünme sürecinde, veriyi bilgiye dönüştürmede kullanılan üç mekânsal bağlam ve ilgili örnekler hususunda NRC (National Research Council, 2006)’den faydalanılmıştır: NRC (2006). Learning to think spatially. Washington D.C.: The National Academies Press.
(3)Güven, İ., Bıkmaz, F., Demirhan İşcan, C., & Keleşoğlu, S. (2014). Tarih öğretimi kuram ve uygulama. Ankara: Pegem Akademi, s. 85.
(4) Güven vd. (2014), s. 92.
(5)Bu bir tür bilgi yapılandırma süreci olarak da düşünülebilir.
(6)Ulus üstü Turan asabiyeti hk. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Kızıl, Ö. (2021). Hamasetin Ötesindeki Turan. Milli Devlet Gazetesi. https://www.millidevletgazetesi.net/KoseYazisi/hamasetin-otesindeki-turan-4558
(7)Mevcut Türk devletleri ve topluluklarında son bir asır içinde mikro milli kimlikler teşekkül etmiş olup, mevcut veriler ışığında farklı milli kimlikleri milliyet asabiyetinde ittihada erdirmenin imkânsızlığı, birliğin ancak ulus üstü bir asabiyet ile gerçekleşebileceğini göstermektedir.
(8)Bu yazıda “Türk dünyası” ile kastedilen, Türkiye de dâhil tüm bağımsız Türk devletleri ve kayıp vatanlardaki (Kırım, Doğu Türkistan, Güney Azerbaycan vd.) Türk topluluklarının tamamıdır.
(9)Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için Milli Devlet Gazetesi’nde yayımladığımız “Türk Dünyası Eğit-politiği” yazı dizisine bakılabilir.