Yazar hakkında detaylı bilgi verilmemiştir.
Aşkabat’tan Hazar kıyısına, Türkmenbaşı limanına doğru yolculuk yaparken, çölün ortasında gördüğüm bir manzaradan şaşkınlık duyuyordum. Ufuklara kadar yayılıp giden engin kum yığınlarının arasında, yer yer birden bire fışkıran yemyeşil bitki kümeleri vardı. Birlikte yolculuk yaptığımız Türkmen dostumuza, yanından geçtiğimiz bir top ağacı gösterdim: “Burada su var…” dedim. “He, aga…” derken bir çocukla eğlenircesine gülüyordu. Sonra on adam boyu, yirmi adam boyu kuyu kazsam, bir damla su bulamayacağımı söyledi. Buna inanmak mümkün değildi, bilgiçliğimi gösterdim: “Su olmasa bu çalılar, ağaçlar nasıl yaşayabilir? Kumun bir iki metre altında su var işte…” O, benim çöl kültüründeki cehaletime karşı muzip gülüşünü sürdürüyordu.
Kazakistan’da Kızılkum Çölü’nde de aynı görüntüler vardı. Bu çöl bitkisine Türkmenler, Yandak / Yantak diyordu; Kazaklar ise Cantak / Jantak biçiminde söylüyordu. Merak edip bakınca gördüm ki, Divan-ı Lügat-it Türk’te, kurak iklimlerde yetişen bir çalı türünün ve Anadolu’da dikenli bir bitkinin de adı “Yandak” imiş.
Çok geçmedi, birkaç ay sonra okuduğum Cengiz Aytmatov’la Muhtar Şahanov’un bir sohbetlerinde Cantak’ın büyük sırrını buldum: Bu ağaç, köklerini en az kırk kulaç derine salıyor, yer altı sularına ulaşıyormuş. Böylece derin sulardan besleniyor, “Kara karganın beynini kaynatan yüksek (40 – 50 derece) sıcakta, kızgın kum denizinde, yemyeşil ve dimdik yaşıyor…” ve çöle meydan okuyormuş.
Bu iki büyük düşünür ve yazarımız, sohbet içinde Cantak’la birlikte bir başka bitkiden de söz ediyorlar: Baharda hızla büyüyen bu diken türü, cılız köklerince beslenemediği için hemen kurur, kökünden sökülüp devrilir, bir top kuru ot yumağı biçiminde yel önünde yuvarlanır. Yelin esişine göre bir oraya, bir buraya savrulur durur. Bu yüzden adı Yelkovan / Yelkoğdu veya aynı anlamda bir isim olmuştur.
Bir yanda, köklerini derinlere, yer altı sularına kadar indirebilen ve kavurucu çöl iklimine meydan okuyan Cantak, öte yanda yel önünde sürüklene sürüklene ufalanıp giden köksüz Yelkovan… İkisini birden söz akışına alınca, buradan çarpıcı bir ders fışkıracağı anlaşılmaktadır.
Rahmetli Aytmatov, bu oylumdaki sözü düğümlerken gönülden bir dua ediyor: “Allah’ım, gelecek nesillerimize Cantak’ın derin köklü kaderini bağışlasın. Dizgini yel elinde olan soysuz – köksüz Yelkovan’ın anlamsız dirliğinden uzak tutsun…”
***
Aytmatov’un gönül dileğinde Cantak ve Yelkovan, iki ayrı insan tipini, iki zıt karakteri güzel anlatabilen ve iyi temsil eden örnekler olmuştu.
İnsanoğlunun, kendi milletinin kültürüne, tarihine ve sahip olduğu değerlerine kök salabilmesi, bu derin zenginlikten beslenebilmesi; kişiliğini ve hayatını biçimlendiriyor. Yüz yıl önce ‘münevver’ ve daha sonraları ‘aydın’ sözüyle tarif etmeye çalıştığımız insan tipi, işte bu kök varlığına, kök sağlamlığına sahip olmakla ortaya çıkabilmektedir. Öncelikle kendi derin sularına kök uzatamayan bir insan, eğitimi, mesleği ve ulaştığı makam ne olursa olsun ‘aydın’ değildir.
Köksüzlük hastalığı, yelkovan benzeri zayıf insan tipinin yetişmesine yol açar. Buradaki köksüzlük; bilgi, inanç, ilke, ülkü, ahlâk yoksulluğudur.
Onlar, her esen yelin önünde sürüklenir, oradan oraya uçuşurlar. Onları önlerine katıp götüren rüzgârların bin bir adı vardır ama ‘bencillik’ yeli olarak özetlemek yeterlidir. Para hırsı, makam aşkı, kibir yarışı gibi yeller bu cümledendir. Bu insan karakteri, kendisinin gökten zembille indiğine inanır. Kısacası “ben ben” rüzgârları, her an bir başka yere onları savurabilir. Yelin yönüne ve gücüne bağlı oldukları için onları engelleyecek hiçbir ilke, inanç ve ahlâk engeli yoktur.
Yelde savrulan insan karakterini, hayatın her alanında, her toplumda ve her zaman görmek mümkündür. Ancak en iyi gözlem yeri, en iyi laboratuar ve en zengin örnek yığını ‘politika’ alanıdır.
Politika dünyasında, köksüz ve rüzgâr mahkûmu yelkovanların çok farklı renkleri, kılıkları ve takındıkları isimler vardır: ‘Sağcı Yelkovanlar’, ‘Solcu Yelkovanlar’, ‘Müslüman Yelkovanlar’, ‘Milliyetçi Yelkovanlar’, ‘Demokrat Yelkovanlar’, ‘Liberal Yelkovanlar’ ve ıvır zıvır yelkovanlar… Elbette bu saydığımız sıfatlar, sadece bugün için geçerlidir. Yarın hangisinin hangi kılığa bürüneceğini, hangi çıkar ve yalan rüzgârlarında uçuşacağını kestirmek mümkün değildir. Onlar köksüzdür, kaderleri yel önünde yelpirdeyip uçuşmaktır.
Yelkovanları sürükleyen yellerden söz ederken, daha çok iç dünya kaynaklı ‘bencil’ dürtüleri saydık. Politikada asla unutulmaması gereken bir gerçek vardır: Bencillikten uzak, iyi niyetli, saf, temiz düşüncelerle; öfke, çaresizlik, çevre etkisi gibi sebeplerle bir rüzgâra kendini bırakanlar, ötekilerden çok çok fazladır.
Sonuç: Köksüzlük hastası yelkovanlar varsa, onları savuracak çok yel vardır.
***
Burada gençlerimiz için bir ekleme yapmak, faydalı olur sanıyorum: Siyaset, kötü bir şey değildir. Aksine, mübarek bir hizmettir. Bir insan için siyasetle uğraşmak, kendi hayatından, işinden, çoluk çocuğundan, keyfinden koparacağı zamanı ve emeği; millet uğrunda çalışarak, harcamaktır. Kendine kazanmak değil, kendinden vermektir. İşte bu siyaset, köklerini derinlere salıp, Türk milletinin tarihinden, kültüründen, inanç ve ahlâkından beslenebilenlerin yapacağı ve yaşayacağı siyasettir.
Rahmetli Aytmatov’un duasını tekrarlayalım: “Allah’ım, gelecek nesillerimize Cantak’ın derin köklü kaderini bağışlasın. Dizgini yel elinde olan soysuz – köksüz Yelkovan’ın anlamsız dirliğinden uzak tutsun…”